Uzm. Klinik Psikolog Süleyman Hecebil yazdı: Deprem sonrası Psikolojik Bağışıklık Sistemi ne kadar önemli?

Uzm. Klinik Psikolog Süleyman Hecebil Cumhuriyet için deprem sonrası psikolojik bağışıklık sisteminin önemine dikkat çeken bir yazı kaleme aldı. Hecebil, psikolojik bağışıklık sistemini ayakta tutmak için gerekenleri ise madde madde sıraladı.

Yayınlanma: 12.03.2023 - 20:23
Uzm. Klinik Psikolog Süleyman Hecebil yazdı: Deprem sonrası Psikolojik Bağışıklık Sistemi ne kadar önemli?
Abone Ol google-news

Uzm. Klinik Psikolog Süleyman Hecebil Cumhuriyet için deprem sonrası önemi artan Psikolojik Bağışıklık Sistemine ilişkin bir yazı kaleme aldı. Hecebil bu süreçte “Her türlü uğraş, meşguliyet tedavi edici ve koruyucudur” ifadelerini kullandı.

HER İKİ BAĞIŞIKLIK BİRBİRİYLE BAĞLANTILI

Hecebil’in yazısı şu şekilde:

"Pandemi ve deprem, bize psikolojik bağışıklık siteminin ne kadar önemli olduğunu daha çok fark ettirdi. Televizyonlarda, sosyal medyada, kitaplarda genellikle sağlıklı olmanın yolları ile ilgili birçok öneri görmüşüzdür. Aslında bu gün ele alacağımız konu, çok uzun yıllardır tıp ve psikolojinin yakın ilgi gösterdiği konulardan biri.

İki bağışıklık sitemi var. Bunlardan biri fizyolojik bağışıklık sistemi, diğeri psikolojik bağışıklık sistemi. Her iki bağışıklık sistemi bağımsız sistemlermiş gibi görünse de aslında aralarında komplementer (bağlantılı, tamamlayıcı ve bütünleyici) bir ilişki var. Bir sitemdeki iyi oluş hali diğer sitemi olumlu yönde etkilerken, bir sitemdeki olumsuzluk diğer sitemi olumsuz etkilemektedir. Bu da bize ruh sağlığımıza da iyi bakmamız gerektiğini gösteriyor.

AİLE FAKTÖRÜ

Psikolojik bağışıklık siteminin temelini, yetiştirilme tarzımız ile olayları anlamlandırma ve yorumlama biçimimiz oluşturuyor. Bu nedenledir ki yaşadığımız benzer sorunlar, krizler ve başımıza gelen kötü şeyler karşısında farklı farklı tepkiler gösteriyoruz ve farklı düzeylerde etkileniyoruz.  Örneğin, yetiştiğimiz ailenin çocuk yetiştirme tutumu koruyucu ve sakınmacı davranışı öneren bir tutum ise psikolojik dayanıklılığımız daha düşük oluyor: sorunlar karşısında hemen paralize olabiliyoruz, ne yapacağımızı bilemiyoruz, çaresizliğe teslim oluyoruz ve ayağa kalkmak için mutlaka birinin yardımına ihtiyaç duyuyoruz.  

“PROBLEME TUTUNAN KİŞİLER PROBLEME TESLİM OLUYORLAR”

Psikolojik bağışıklık sistemi güçlü olanlar bir sorun ya da kriz durumunda çözüme ve çare aramaya tutunurken, bağışıklık sistemi düşük olanlar probleme ve çaresizliğe tutunuyorlar. Probleme tutunan kişiler probleme teslim oluyorlar ve kendileri problem haline geliyorlar. Genellikle probleme ve çaresizliğe tutunanlar özgüven, özsaygı, özsevgi, özşevkat gibi konularda sorun yaşayan gruptan çıkıyorlar. Psikolojik dayanıklılığı düşük olan kişilerin diğer ortak özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

  • Risk almaktan korkmak,
  • Küçük hedefleri tercih etmek,
  • Tartışmalardan uzak durmak,
  • Sorunları görmezden gelmek ya da üstünü örtmek,
  • Sorumluluk almakta zorlanmak ve sorumluluklarını ertelemek,
  • Kendilik değerinin düşük olması (kendinden hoşnut olmamak),
  • Alınganlık, kırılganlık,
  • Kalıcı ve güçlü ilişkiler kuramamak,
  • Kabuğunda yaşamayı(içe dönük) tercih etmek,
  • Genellikle kendilerine “baston eş” (kollayan, arkasını toplayan, bakım veren, koruyan, eşinin sorumluğunu da alabilen, aşırı fedakar) seçmek ya da baston eşle yaşayabilmek,
  • Bağımlı olmak,
  • İsyan etmek (bunlar niçin benim başıma geliyor?)
  • Çabuk pes etmek.

“ZİHİN OLARAK GELECEK ACIYA HAZIRLIK YAPMAK”

Psikolojik Bağışıklık Sistemimizi nasıl ayakta tutabiliriz ve güçlendirebiliriz?

Bazen kötü şeylerin bizim başımıza da gelebileceğinin bilincinde olmak ve kabul etmek: Yaşam sürecinde hepimiz için henüz yaşanmamış üzüntüler, mutluluklar, heyecanlar, travmalar ve tutulmamış yaslar var. Bu hepimiz için bir gerçek. Bu açıdan baktığımızda yaşamda bazen bizim başımıza da kötü şeylerin geleceğini bilmek ve kabul etmek (kaderci yaklaşımla değil) psikolojik bağışıklık sistemi açısından çok değerli. Çünkü kötü şeylerin bazen bizim başımıza da geleceğini kabul etmemek; “niye bunlar benim başıma geliyor?” diyerek direnmek başlı başına stresi ve acıyı arttırıyor. Kabul etmek veya kabullenmekten kastettiğim asla kadercilik değildir. Kadercilikte teslimiyetçilik, çaresizlik ve boyun eğme vardır. Benim kastettiğim kabullenme şudur: Çocuklarımız ya da biz aşı olurken aşıyı yapacak sağlık görevlisi iğneyi batırmadan önce “canınız birazcık acıyacak ya da ilaç birazcık yakacak ama kısa bir süre sonra geçecek” bilgisi verdiğinde ve daha az acı hissediyoruz. Hatta “derin nefes alın” deyip aşıyı yaptığında çok daha az acı hissediyoruz. Bunun nedeni zihin olarak gelecek acıya hazırlık yapmış ve derin nefes alarak kasılmamış oluyoruz. Böylece zihnimiz olası bir acıya karşı hazırlıklı hale geliyor.

“ÖNCE EN KÖTÜSÜNÜ DÜŞÜNEYİM…”

Olayları anlamlandırma ve yorumlama biçimimizi gözden geçirmek: Olayları anlamlandırıp yorumlarken facialaştırıyor muyuz? Büyütüyor muyuz? Ya hep ya hiç ilkesinden mi hareket ediyoruz? Önce en kötüsünü düşüneyim iyi olunca sevinirim mantığından mı hareket ediyoruz? Kötü olaylar karşısında donup kalıyor muyuz?

SORUN KARŞISINDA KULLANILAN DİL

Bir olayı yorumlarken “sorunun çözümüne katkısı olacak” düşünceler üretebilmek: Dil ve düşünce paraleldir. Sorunlar karşısında kullandığımız dil ve ifadeler beynimizin vereceği tepkileri tetikler. Eğer çaresizlik, isyan, teslimiyetçilik, umutsuzluk içeren ifadeler kullanıyorsak bizde kaygı, depresyon, korku gibi duyguların ortaya çıkmasına neden oluruz. Bu nedenle sorun karşısında kullandığımızın dil ve ifadelere “sorunun çözümüne katkısı var mı? diye bakmamız gerekir.

ODAKTAN VE DÜŞÜNCEDEN KAÇINMAK

Zihnimizde ürettiğimiz resimler, düşüncelerimiz kadar duygularımızı ve ruh halimizi etkiler: Yaşantılarımız, anılarımız ve deneyimlerimiz adeta zihin albümümüzdeki resimler gibidir. Özellikle yeni veya tedavi edilmemiş travmatik yaşantılar bu albümde büyük yer kaplar. Zihnimizdeki bu resimler ne kadar büyükse rahatsız etme gücü o kadar fazladır. Bu zihnimizdeki travmatik anıları veya yaşantıları ne kadar çok dolaştırırsak o kadar taze kalırlar. Böyle bir durum ise söz konusu olumsuz olayın hayatımızı ilk günkü gücüyle etkilemeye devam eder. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerini yaşayanların, farkına varmadan veya bilinçli olarak bu resimleri sık sık zihinlerinde dolaştırdıkları ve bu resimlerin odak noktasını oluşturduğunu görüyoruz. Travmatik anılar ve zihnimizdeki resimler bireyde duygusal enfeksiyona neden olabilmektedir. Enfeksiyondan korunmanın en etkili yolu, enfeksiyona neden olan durumdan, maddeden, düşünceden ve odaktan kaçınmaktır. Bu yöndeki tutum ve davranışlar bireyin psikolojik bağışıklık sistemini korur.

ÖNEMLİ OLAN ÇARESİZLİĞE TESLİM OLMAMAK

Yaşam ve insanlarla temas etmek hem tedavi edicidir hem de koruyucudur: Travmatik yaşantılar sonrasında hareket, sosyal destek, sosyal dayanışma, kişinin kendini yalnız hissetmemesi oldukça önemlidir.

Her türlü uğraş, meşguliyet tedavi edici ve koruyucudur: Bir faaliyetin içinde bulunmak, bir uğraş içinde olmak kişiyi geçmişteki kötü anılarla gelecekle ilgi kaygılar arasında savrulmaktan kurtarır. Geçmiş ve gelecek arasında savrulmak kişinin içinde yaşadığı anın farkındalığını azaltır. Geçmişin duygusu ve geleceğin kaygısı bu güne ait olmayan ama bu günün verimini ve kalitesini olumsuz etkiler. Uğraş içinde olmak kişinin bu güne odaklanmasına yardımcı olarak stresi kontrol etmesini kolaylaştırır. Bu uğraş bireyin yaşama odaklanmasını sağlayacak sanat ve sportif etkinlikler başta olmak üzere her türlü uğraş olabilir.

Bazen çaresiz olabiliriz, çaresizliğe düşebiliriz. Önemli olan çaresizliğe teslim olmayıp başka çaresizliklere davetiye çıkarmamaktır.


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler