Aile sahte bir kutsallık

"Aile Çay Bahçesi" ailenin kutsallığı ve dokunulmazlığı üzerine bir roman. Kitabın ismi de bu ironiyi tamamlıyor. Kopan, romanının kalbine aile fertleri ve yaşamıyla geciken bir hesaplaşma ile her şeyi kabullenmenin bıçak sırtı arafında yaşayan Müzeyyen karakterini koyuyor. “İçine girdikçe kaybolunan bu yolculuğa” okuyucuyu onun rehberliğinde çıkarıyor.

Yayınlanma: 20.10.2013 - 15:11
Abone Ol google-news

 


Yekta Kopan, “Aile Çay Bahçesi”de “Nazar değer” diye mutluluğun paylaşılmadığı “Elâlem ne der?” diye keder anlatılmadığı aile kavramının temellerinde yatan ikiyüzlülüğü anlatıyor. “Tüm bunlar karanlık sular” diyor ve ekliyor “aile çekirdek, tüme vardığımızda toplumu deşifre etmiş oluyoruz.”

- Yeni romanınız “Aile Çay Bahçesi”ndeki karakter örgüsü epey farklı, nasıl bir süreç onları yarattı?

- İlişkilerin karanlık yüzleri vardır. Bu konu da yazı hayatım boyunca masamın üstündeydi. Özellikle de bir kadının ailesi içindeki konumu, duruşu ve bunlarla yıllar sonra hesaplaşabilme yeteneğinin olup, olmaması ilgimi çekmişti. Bu fırtınalı ruh hali cesaret isteyen bir yolculuktu. Romandaki Müzeyyen karakteri de bu arayışın sonucunda uzun yıllardır benimle dolaşıyordu. “Müzeyyen ne yapardı?” sorusu ile birlikte paralel bir kişilik oluşturdum. Tabii ki Müzeyyen kelimelerden bir karakter, gerçeklik tecrübesi yok, onu yaratan gözlemler.

- Müzeyyen’i oluşturan atmosfer romanın omurgası da bir yandan…

- “Nasıl bir aile?” ve “Nasıl aile fertleri?”, işte bu sorular ailenin kâğıt üstünde “kutsal” olan, dışarıya dokunulmaz gösterilen ama içine girdikçe koyu ve dipsiz bir kuyuya dönenen menem gerçeğiyle besleniyor. Ben ise içine girdikçe kaybolunan bu yolculuğa Müzeyyen’in rehberliğinde çıktım. Onun diliyle düşündüğüm bir metindi “Aile Çay Bahçesi”.

- “Aile Çay Bahçesi” bu riyakâr durumu anlatması için harika bir metafor olmuş. Sizdeki karşılığı neydi?

- Aile çay bahçeleri çiçekli masa örtüleri, tahta masaları, ağaçların arasından sarkan ampulleri, bazılarındaki deniz ve orman kokusu, çocuk koşuşturması ve pek çok ayrıntısı ile kurgunun en iyi mekânıydı. Bazı çay bahçeleri vardır, geceleri küçük meyhanelere dönüşür. İşte bu iki uçluluk gibi bir ikiyüzlülük de vardır onlarda. Romandaki derdim de aile kavramının içindeki hesaplaşılmayan ikiyüzlülük! Bize söylenene ve bizim kendimize söylediğimiz yalanları resmeden bir mekân olarak çay bahçesi hem kitabın adına ve benim zihnime tam oturdu.

- Roman “kutsal” olana dokunuyor, hatta taciz edip dağıtıyor.

- Ailede bir şeyler yaşanır; mutluluk, şiddet, öfke, aldatma, mutluluk, taciz, zenginleşme fakirleşme... Bunlar ailenin bireyleri tarafından ortak bir kararla dışarı sunulur ya da sunulmaz. “Nazar değer” diye mutluluk paylaşılmaz, “elâlem ne der?” diye keder anlatılmaz. İnsani duygular örtbas edilir, işte tüm bu cümlelerin üstümüze yığdığı toprak çok fazla. Biz de aile tarafından ortaklaşa karar verilen yalanların sözcüleriyiz.

Her ailenin karanlık sırları vardır

- “Kutsallık” sistemi korumak için uydurulan bir kılıf değil mi?

- Kutsallık dediğimiz, dokunulmaz kıldığımız şey riyayı, yalanları kabullenmenin toplamı. Herkes “lokum” gibi kıskanılası aile portreleri çizmek istiyor, çünkü gerçek böyle değil. Aile sahte bir kutsallık. Bireyler birbirlerini gerçek anlamda hiç anlamıyor, tenlerine belki ama ruhlarına dokunamıyorlar. Çünkü asıl korunması gereken aile.

- Aile en küçük parçası ama tüme varınca memleketin hali de bundan farksız, sığlık görünmesin diye suyu bulandırmak bir gelenek...

- Çünkü kendi suyumuza bakmaya cesaret edemiyoruz. Bulanık görünmesi bize yetiyor. Otosansürle, kabullenmeyle sessizlikle, görmezden gelerek, yalan söyleyerek suyumuzu bulandırıyoruz ve diyoruz ki “su bulanık!” Ailede sürdürülebilir tek şey bu bulanıklık. Aile çekirdek, tüme vardığımızda toplumu deşifre etmiş oluyoruz. “Yapacak bir şey yok” cümlesinin altına da çok insan gömdük. Tüm bunlar karanlık sular. “Dünyaya rezil olduk”, “Türkiye Avrupa’yı sarstı”… Listelerde yukarıda olunca duyulan tuhaf bir tatmin! Bu bitmek bilme ve içselleşmiş ikiyüzlülüğün temeli aile. Roman da sonuçla değil tüm bu süreçlerle ilgili bir yolculuk.

Bu romanı erkekler okumalı

- “Kadınların kendilerinden izler bulacağı bir roman” yazıyor her yerde ama bu romanı asıl erkekler okumalı.

- Bu benim yazarken düşünmediğim ama daha sonra okurların “kadın romanı” olarak algıladığı ve en azından bir erkek olarak bundan mutsuz olduğum durum. Çünkü tam da dediğin gibi erkeklerin dünyasının eşiğini kırkmak olası bu romanla. Zaten kadının aile içindeki yerinin cümlelerini yazan da biz erkekleriz. Kitabı da bu yüzden erkeklerin okumasını daha çok isterim. Zaten benim de içimde bir Müzeyyen ve Çiğdem var.

- Peki, öykü bitince Müzeyyen de bitti mi?

- Bir süre daha yanımda kalacak sanırım. Erkek egemen dünyada Müzeyyen’in yanımda olması beni mutlu ediyor, hayatı daha anlaşılır kılmamı sağlıyor. Tabii bunlar edebiyatın şizofrenik cümleleri. Müzeyyen’in romanda okuyucuya bıraktığı boşluklar var, onlar da size kalmış. Çünkü her okur farklı bir son arzular.

- Şimdi yeni bir kurgu tahrik ediyor mu sizi, başka birini taşıyor musunuz yanınızda ve yakında neler var?

- Roman bitince müthiş bir iç sıkıntısı, tedirginlik ve yalnızlık duygusu başlıyor. Tabii el ve zihin bir tempoya alıştığı için üretim bitmiyor, zihin sürekli yazıyor, kurguluyor. Elbette tüm ürettiklerim görünür olmayabilir, ben çok yazarım çok atarım, geri dönüşümsüz yaparım bunu da. Tamamen yok etmezse, onlara dönme fikri başlayabilir. Bu da dipsiz bir başka kuyu demek. Camus’nün 100. doğum günü nedeniyle 6 Kasım’da Paris’te başlayacak çok keyifli bir etkinliğimiz var. Buna katılım herkese açık, ayrıntıları www.karibu.com.tr adresinden öğrenebilirsiniz. Etkinlik 9 Kasım’a kadar sürecek ve Camus’nun izinde Paris’i gezerek, konuklara Camus kitaplarından okumalar yapacağım, Camus ve hayatı hakkında söyleşiler gerçekleştireceğiz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon