Atilla Taş: Bana salak bir karakter oynattılar

Atilla Taş sosyal medyadaki tavrıyla yeniden doğdu. Zeki söylemleri, eleştirileri ve sert muhalefeti şaşırtıyor. En çok da kendine sövüyor. Geçmişiyle barışık ve de her şeyin farkında. Ona inananlar kadar inanmayanlar da çok, ama daha söyleyecekleri var.

Yayınlanma: 22.06.2014 - 13:59
Abone Ol google-news



Atilla Taş’ı nasıl bilirsiniz bilmiyorum ama o bildiğiniz adam değil. “Kim peki?” derseniz onun da yanıtı bende yok. Atilla Taş hikâyesiyle, yaptıkları ve yapamadıkları ile Türkiye’nin sıra dışı karakterlerinden. Önyargıları kırmak elbette zor ama bu röportajı başka bir gözle okumayı deneyin.

Sosyal medyanın en çok konuşulan karakterlerinden Atilla Taş. Mizah ile ciddiyet arasında onu seven de çok eleştiren de. Son dönemin dili sivri muhalifi aynı zamanda geçmişiyle de barışık. İçini acıtan tecrübeleri fazla. Şöhretin ne menem bir hastalık olduğunu biliyor. “En iyi çıkışla” ve hemen ertesindeki “en iyi çakılışın” buruk tadı ise hep ağzında; “Olduğum yerde yükseldim ve aynı yere çakıldım. Şimdi göğsüme gelen sert topu yumuşattım ama golümü hâlâ atamadım” diyor.

- Atilla Taş ismini duyunca yüzlerini ekşitenler yerini dudaklarında sempatik bir tebessümü olanlara bıraktı. Nasıl oldu evrim?

- Müthiş, tarifsiz bir önyargıyla yaftalandım. Tabii haklıydı da böyle düşünenler, savunulacak hiçbir yanım yoktu! Zırzop ve aşağlık bir magazin figürü olarak görüyordu herkes beni. “Ham Çökelek söyleyip, televizyonda ağlayan, pis bir magazin figürü hem de... Ben bir yıl öncesine kadar dibin de dibindeydim. Sosyal medya, şansım ve yeniden doğuşum oldu. Uçurumun kenarındaydım, aşağıya bakmadan atladım, şansa denize düştüm ve hayatta kaldım. 90’lı yılların sonuna damgamı vurdum! Günahıyla sevabıyla büyük bir başarıydı bu. Erol Köse ile çalışıyordum o dönemde; “buradan atla, buraya zıpla, şuraya zırla, ona laf çak, ona laf sok” şeklinde yönetiliyordum. O zaman magazin daha da çirkindi. Sabah
programlarında karaktersizliğin dibine de vurdum. Ben o şartlara sonuna kadar uydum, intihar ettim bir anlamda da.

- Sonra ortalardan kayboldunuz. Nerelere sığındınız, neler yaptınız, ülkeden mi kaçtınız?

- Fetret dönemim başladı. Önce Londra’ya gidip dil öğrendim, sonra iki yıl Amerika’ya gittim. Sinema okudum, soluk aldım. Kendimi geliştirdim, sürekli okudum. Ben zaten çok okuyan bir adamım ama bunu söylediğimde de gülüyor insanlar! Cahil değilim emin olun. Bana salak bir karakter oynattılar, oynadım orada Atilla Taş’ı.

- “Twitter yeniden doğuşum oldu” dediniz. Size gelmeden önce arkadaşlar şunu sordu. “Bu adamın twittlerini başkası yazıyor  olmalı. Bunu sor ona!”

- Herkes bunu soruyor, yok öyle bir şey! Benden tuhafları da var diye düşünüyorum artık. Altı üstü telefonla üç beş cümle yazıyorum, bunun mesaisi nedir, üretkenliği nedir? Yani demek insanlar beni yazmaktan bile aciz birisi olarak tanıyor, işte bu büyük sıkıntı. Şimdi beni çok ciddi insanlar takip ediyor, bazı şeylere aklımın ermediğini düşünüp aşağlıyorlar. Gizli gizli takip edenler de var, alalen küfür edenler de...

- Twitter maceranız da gerçek isminizle başlamamıştı. Neden çekindiniz?

- Evet, “mikikolog” diye girdim. Muhalif yazıyordum ve çok rahattım. Sarkastik, iğneleyici, hicivli... Sonra “bu kim?” demeye başladılar, önemli de insanlar izlemeye başladı beni. “Niye gizleniyorum?” diye sordum kendime, cevaba ben de güldüm; “Ben Atilla Taş’ım!” Gerçek ismimi yazarsam herkes kaçacaktı, ama kendim olmak istedim. İnsanlar beni anlasınlar, “aptal değilim”, “kafam çalışıyor”, “dünya ile derdim var” bunu bilsinler istedim ve korka korka ismimi yazdım. Gerçek kimliğimi açıkladığımda doğal olarak herkes beni terk etti, “yazık lan” dediler genelde.

- Kırılma noktası PSY’nin “Gangnam Style” şarkısını “Yam Yam Style” diye yorumlamanız oldu değil mi?

- Biz onu yaparken internete koymayı düşünmemiştik, aramızda yapmıştık ve çok eğlenmiştik, ağır bir rezaletti çünkü. İnternete koyunca milyonlara ulaştı, öyle saçmaydı ki çok sevildi. Ben de güleyim mi ağlayım mı bilemedim, ama topa girdim, iyice makara arttı. Kendimle dalga geçtikçe, güvenim arttı. Daha güçlü hissetmeye başladım, günah çıkarıyor gibiydim. Sonra da ironinin ucu kaçtı!

“Kırmızılım” şarkıma sosyalist marşı derlerse!

- BirGün Pazar ekinde “Ne çektin be kırmızı!” isimli bir yazı yazdınız. Devamı gelir mi?

- “Şimdi bu mu çıktı?” diyenleri duyar gibiyim. “Evet yazdım” ama sor bir niye?

- Niye?

- Antalya’da Gezi Parkı olaylarında altı genç öğrenci kardeşimizi polis gözaltına alıyor, üçü serbest kalırken üçü tutuklanıyor ve içlerinden biri olan Ayşe Deniz’in taktığı kırmızı fuların, ‘sosyalizm simgesi’ olduğu tutanaklara geçiyor ve bu gençlere 93 yıl hapis isteniyor! Derdim de burada işte. Ben de “kırmızılım” diye bir şarkı yapmıştım. “Kırmızılım sana yandı canım diyordum” şarkıda. Yıllar önce bilinçaltına itilmiş sosyalizm korkusu, bir genç kızın fularında bir terör simgesine dönüşürken, her yılbaşında şans için giyilen iç çamaşırında bambaşka bir şeye bürünüyor. Ama kimseye “giydiğin iç çamaşırı kapitalizmi simgeliyor, neden giydin bunu?” demiyorlar değil mi? İşte bunu diyorum o yazıda. İyi ki o şarkıyı eskiden yapmışım, yoksa şarkıda kırmızı geçiyor diye sosyalizm marşı sayıp beni de tıkarlarmış içeri...

- Peki, korktuğunuz oluyor mu, çekindiğiniz?

- En değerli tweet’ler de silinenler aslında.  Çünkü otosansürümüz büyük! Ama korkmuyorum, hem de hiç. Sular bulanmadan durulmaz, demokratik  diktatörlükle yönetiliyoruz. “Benim, benim, benim” demekle olmaz, her şey bizim. Demokrasi bize dar mı geniş mi göreceğiz, daha da çekeceklerimiz var, öyle görünüyor. Bir de hatırlatma “alkollü kafayla twitt atılmaz!” Ben kaostan besleniyorum, her şey süt liman olsun, huzura kavuşsun, ben biterim! Ekmek teknem kapanır huzur gelirse, o yüzden hemen ortalığı karıştırmam lazım. Tanıdık geldi mi bu söylediklerim? Şaka bir yana ülkenin yönetim şekli bu.

Müziğin karikatürünü yapıyorum

- Müzik devam ediyor mu?

- Uzun metraj bir film geldi, bir romanı çekiyorlar. Orada bir şarkıcıyı canlandıracağım, doğal olarak da bir şarkı yaptım ismi de “elimi soksam!” Benden daha ne beklenir ki zaten! Ben müziğin karikatürünü yapıyorum. Şarkı dediğin alır götürür, ben güldürüyorum. Konser de veriyorum ama iki şarkı sonra şova dönüşüyor. Gençler beni seviyor, ben de onları seviyorum. Bana duyulan o büyük antipatiyi sempatiye çevirmek en büyük kazancım oldu. Ben kendime sanatçı demeye utanırım. Derdim başka! Kolay mı sanatçı olmak? Fazıl Say varken kim sanatçı? Ben eğlendiririm, güldürürüm, olayım bu benim. Şov adamıyım ben yalnızca, o kadar.

- Şöhret?

- İçimi acıtan çok şey var mazide. Antideprasan alıp, içki içip gittiğim işler oldu. Şöhret boktan bir şey, alışıyorsun bırakamıyorsun, uyuşturucu gibi. Yılın En İyi Çıkışı’nı yaptım 1998’de, ertesi yıl en iyi iniş, daha doğrusu çakılış da bana aitti. Olduğum yerde yükseldim ve aynı yere çakıldım. Şimdi göğsüme gelen sert topu yumuşattım ama golümü hâlâ atamadım.

İşte bunlar hep direnmek!

- Gezi Direnişi döneminde diliniz ve muhalefetiniz iyice sivrildi.

- Önceden de öyleydim ama Gezi herkes için bir milat oldu. Bunu da bir twitt olarak yazdım hatta; “bu ülkede apolitik olmak denize girip ıslanmamak gibi” diye. Gezi’de herkesin morali bozuktu, öfke arttı, isyan başladı. “Taksim’e bu kadar biber gazına gerek yok, ben bir bir konser verseydim dağılırdı millet” diye bir twitt attım. Bunu atarken de çok düşündüm, çünkü mizah ile ciddiyetsizlik arasında kalmıştım. Sonra şiddetin dozu arttıkça her şey değişti.

- Politik olarak nerede duruyorsunuz?

- Ben siyaset üstüyüm, vicdanın tarafındayım. Ülkeyi babasının çiftliği gibi yönetenler, kanunları kendilerine biçenlerin karşısında elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Ben tüm bunlara muhalefet ediyorum. “Muhalefet sana mı kaldı?” dersen, durum ortada! Kara propaganda çok masum bir çocuğu terörist olarak gösterebilirken, çok üçkâğıtçı hırsız bir adamı da hayırsever olarak gösterebilir. Ama insanlar bunun farkında. Dünya yanıyor herkes bunu görüyor.

- Şöyle bir de twittiniz vardı. “yetkili makamlarca yalanlanmadıkça, hiç bir şeye inanmam”.

- Senin inanmanı istemedikleri şeyi yalanlıyorlar, çünkü sen doğruyu görüyorsun! Ne de olsa otoriteye hasta bir milletiz, gücü seviyoruz. İtilip kakıldıkça sadakatimiz artıyor. Elbette sosyal medyanın eksileri de var. Twitt atıp vicdanı rahatlatmak büyük yanılgı. Mastürbasyon da çok yapılıyor bu anlamda. Mizah savunmaktır, direnmektir. İşte bunlar hep direnmek.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler