Charles Baudelaire'in 'Kötülük Çiçekleri'

Baudelaire’in her şeyden önce yapmak istediği şey okuru sarsmaktı ve “Kötülük Çiçekleri” ile bunu başarmıştı. Dar görüşlü burjuva sınıfının değer yargılarındaki ikiyüzlülüğü ortaya çıkarıyordu bu şiirler.

Yayınlanma: 24.11.2017 - 16:56
Abone Ol google-news

Günahın çiçekleri...
 
“Günahlarımız inatçı, pişmanlıklarımız korkak…” Kötülük Çiçekleri’nin şairi Charles Baudelaire’i anlamaya bu mısra ile başlayabiliriz. Bu karmaşık duyguların sahibi olan şairi anlamak için, onun içindeki iyi-kötü, karanlık-aydınlık, günah-pişmanlık gibi zıtlıkların varlığını görmek gerekir. Başyapıtı Kötülük Çiçekleri’nin başlığı da bu ikileme takılır, çiçek ve kötülük. Aslında bir arada düşünmediğimiz bir ikilidir bu; insana acı, sefalet, kötülük, günah getiren bir şey olarak algılanmaz “çiçek” fakat Baudelaire’in gözünde varlığı olası kılan şey bu zıtlıktır.

İnsanın içinde de bir ikilem yatar Baudelaire’e göre. İlki Tanrı’ya yükselmeyi arzulayan soylu duygulardan oluşan varlık, ikincisi de şeytanın emrine girmeye hazır, hayvansal güdülerin yönettiği varlık. Biri, diğeri olmadan varlığını sürdüremez; biri, diğeri olmadan tam olamaz. Baudelaire’i basit anlamda iyi olan ya da klasik anlamda güzel olan ilgilendirmez, onu asıl çeken şey kötülüğün, günahın içinde saklanan güzelliktir. İnsanın “iki-parçalığının” trajedisi diye adlandırır bu hâlimizi.
Baudelaire’in hayatı da benzer bir ikilem içinde geçti. Varlıklı diplomat, yüksek rütbeli asker olan üvey babası şairin gözünde toplumdaki katı ve yoz olanı temsil ediyordu. O ise bir yandan hem çok para harcamayı, hovarda yaşamayı seviyor hem de paranın iktidarına karşı çıkıyordu. Güzel giysilere düşkündü ve pahalı bir otelde yaşıyordu. Bu yıllarda tepkisel bir şekilde hukuk eğitimini yarıda bırakmış, esrar ve afyona alışmış, büyük olasılıkla daha sonra ölümüne neden olacak hastalığı kapmıştı. Paris’in sunduğu bohem hayat tam da onun şiirlerinde anlattığı duygudan besleniyordu, acı ve keyif.
 
İKİYÜZLÜ OKUR, BENZERİM

İlerleyen yıllarda aileden kalan mirasını kısa zamanda tüketti. Malî konulardan anlamadığı için dolandırıcıların eline düşmüştü. Şiir yeteneğinden çok serseri yaşamı ile skandal yaratıyor, adından söz ettiriyordu. Jeanne Duval adlı melez bir kadınla, ileride büyük mutsuzluk nedeni olacak aşkı, şehrin sevilen dedikodularından biriydi. Onu tükettiğini söylediği bu ilişki, “Kara Venüs” adını verdiği ilk dönem şiirlerine esin kaynağı oldu.

Baudelaire’in her şeyden önce yapmak istediği şey okuru sarsmaktı ve Kötülük Çiçekleri’yle (Çeviri: Sait Maden, Türkiye İş Bankası  Kültür Yayınları, 208 s.) bunu başarmıştı. Dar görüşlü burjuva sınıfının değer yargılarındaki ikiyüzlülüğü ortaya çıkarıyordu bu şiirler.

“Elisıkılık, sersemlik, günah, yanılgı
Gövdemizi işler, yer tutar içimizde,
Besleriz o cânım pişmanlıkları biz de
Bit beslediğince dilencilerin tıpkı.”

Baudelaire kitabın başında okura hitaben yazdığı şiirde “gövdemiz, içimiz, biz” gibi sözcüklerle okuru da kendi duygularının ve düşüncelerinin içine alır. İlk satırlardan itibaren okurla şair aynı gövdeyi paylaşır; benzer günahların suç ortaklığında birleşirler. Amaç; okuru sarsarak uyarıcı etki yaratmak; şiirle birlikte kendi içinde gizlenmiş ya da bastırılmış duyguları tanımasını sağlamaktı. Bunu ancak şair gibi günahlarını kabul eden okurlar anlayabilirdi, diğerleri için çürümüş duyguların yansımasıydı.
 
AŞK VE ÖFKE

Baudelaire’e gelene kadar Fransa’da edebiyat romantik akımın etkisindeydi, ilk kırılma noktaları on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında başladı. Her şeyden önce şiirde manzara değişmişti, romantiklerin sevdiği göl ve dağ manzaraları yerini Paris’in arka sokaklarının bohem yaşamına bırakmıştı. Şiir kahramanları ise suçlu ve yoksullardan oluşuyordu. O güne dek edebiyatın ancak yan karakteri olanlar şimdi tüm çürümüşlükleriyle öne çıkıyordu. Çürümüşlük, Baudelaire’in sen sevdiği konuların başında geliyordu. Güzelliğe, acı ve hayalkırıklığı olmadan ulaşılamazdı. Bunu kabul etmeyenler, sanatsal yeniliklere kapalı olanlardı.

Baudelaire’in sevgisinin içinde yine benzer bir paradoks bulmamız mümkün. Örneğin Paris Tabloları başlığı altında topladığı sekiz şiir Paris’e âşık olduğu kadar öfke dolu olduğunu da gösterir. Nehir üzerinde parlayan ışık ya da dağılan sisin güzelliği sonraki satırlarda kâbuslara neden olan iğrenç karanlığa dönüşebilir. Benzer şekilde kadınlarda bulduğu da saf güzellik değildir hiçbir zaman çünkü huzur ve şefkat aramaz kadınlarda, güzelliğin bir parçası olarak kapris ve zıtlıktan söz eder. Sevdiği kadınların güzelliğini anlatırken çarpık, asimetrik öğelere dikkat çeker çünkü bunlardır kadını onun gözünde tek kılan, farklı yapan. ‘Güzelliğe İlahi’ şiirinde güzelliği cennetle değil, cehennemle bağdaştırdığını görüyoruz.

“Derin gökten mi geldin, uçurumdan mı çıktın,
Ey güzellik? Boşaltır iyilikle birlikte
Suçluluğu tanrısal, cehennemsi bakışın”

Baudelaire, dış dünya ile içselleştirdiği dünyayı -ne gerçek yaşamında ne de teorik düzeyde- birbirlerinden hiç ayırmadı. Sanat ve sanat kuramının iç içe sunulmasından yanaydı. Bu yüzden şiir, edebiyat eleştirileri ve sanat kuramları bir bütün olarak bir kitapta toplansın çok istedi fakat bunun gerçekleştiğini göremedi. Ona göre sanatçı, sanatın gideceğe yola yön veren kişiydi; bu kimliği büyük ölçüde benimsemişti.‘Eşduyumlar’ adlı şiirinde edebiyatın geleceğini belirleyen unsurları müjdeler: 

“Doğa bir tapınak, canlı direklerinden
Anlaşılmaz sözlerin yayıldığı yer yer;
İnsan orda simgeler ormanından geçer
Bildik bakışlarla gözlenirken derinden.”

Bu dörtlüğün simgecilik akımında rol oynadığı düşünülür. İlk satırlarda söz edilen sinestezi ya da duyum ikiliği (beş duyudan biriyle algılanan bir nesnenin başka bir duyu ile hissedilmesi) büyük önem taşır. Burada Baudelaire, doğadaki her şeyin bir düzeyde birbirine bağlı olduğunu vurgular. Evrensel benzerlik içinde her şey bütünün bir parçası olarak algılanır. Simgeciliğe bununla en baştan beri metafizik bir yön de vermiş oldu Baudelaire. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler