'2010'da hızlı büyüme beklenmiyor'

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa Koç, ''2009 yılına ilişkin algılarımızın, 2010 yılını sorunsuz geçirmemize pek de yardımcı olmayacağı sonucuna varabiliriz'' dedi.

Yayınlanma: 11.12.2009 - 08:52
Abone Ol google-news

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanı Mustafa Koç, TÜSİAD YİK toplantısının açılışında, Tokat'ta şehit olan askerlerin, İETT otobüsüne yapılan molotof kokteylli saldırıda yaralanıp hayatını kaybeden Serap Eser'in ve dün gece Bursa'daki göçükte hayatını kaybeden maden işçilerinin ailelerine başsağlığı dileyerek başladı.

2010 yılı için dünya ekonomisinde hızlı bir büyüme beklenmediğini ifade eden Koç, şunları kaydetti: ''Bizim için de dünya ekonomisinin rüzgarını arkamıza alarak özellikle işsizlik sorununu çözebilmek için ihtiyaç duyduğumuz yüksek büyüme hızını yakalamak da maalesef mümkün gözükmüyor. Orta vadeli programımız da bu gerçeği teyit ediyor. Üstelik de bu program sırasıyla yüzde 3,5, 4 ve 5'lik büyüme hedefleri koyarak yalnız 2010 yılının değil 2011 ve 2012 yıllarının da ılımlı büyüme yılları olacağını öngörüyor. Bu çerçeveden baktığımızda 2009 yılına ilişkin algılarımızın 2010 yılını sorunsuz geçirmemize pek de yardımcı olmayacağı sonucuna varabiliriz.''

 

'Özellikle bütçe tarafında ciddi bir sıkıntı var'

Koç, özellikle bütçe tarafında ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya olunduğunu söyledi. Küresel krize bütçe dengeleri bakımından kötü sayılmayacak bir ortamda girildiğini anlatan Koç, krize karşı uygulanan önlemler neticesinde kamu harcamalarının hızla artmaya devama ettiğini ve sonuçta bütçede çok ciddi boyutlarda bir sapma ortaya çıktığını belirtti.
Koç, ''Kamu borç dengesi olumsuz yönde seyretmeye başladı. Kamu maliyesinin sağlamlığı bir ülkenin ekonomi politikalarına duyulan güveni doğrudan etkilemektedir'' dedi.

Türkiye'nin de bütçe performansını toparlayacağına ilişkin kuvvetli mesajları bugünden veriyor olmasının bu açıdan fevkalade önem arz ettiğine dikkati çeken Koç, ''Bu yüzden mali kural bir an önce somutlaştırılmalı. Orta vadeli programda ilan edilmiş hedefler doğrultusunda kalınacağının işaretleri kuvvetli bir biçimde kamuoyuna verilmelidir'' diye konuştu. Koç, buraya kadar dikkati çekmeye çalıştığı hususun küresel plandaki gelişmelerin büyüme konusundaki ihtiyaç ve beklentilerini karşılayamayacağı, içerideki gayretlerinin de hedefledikleri ılımlı büyüme için dahi yetersiz kalabileceği olduğunu vurguladı.

Mustafa Koç, ''Burada mevcut manzaranın bütün unsurlarını da gözden geçirdiğimizde böyle bir ortamda 30-40 milyar doları nasıl elimizin tersiyle ittiğimizi anlamanın da mümkün olmadığını söylemek zorundayım. IMF anlaşmasının getirilerini göz ardı etmenin iktisadı argümanlarının izah edilmeyecek bir yanı da yok gibi gözüküyor'' dedi. Türkiye'nin rekabet gücünü kendisinin artıracağını, kendi pazarını kendisinin yaratacağını, bütçe disiplinini kendisinin sağlayacağını ifade eden Mustafa Koç, sürdürülebilir büyümenin temel ilkelerinin değişmediğini, Türkiye'nin temel ilkeler kayıtsız şartsız kabullenildiği ölçüde verimliliği ve rekabeti yeniden yakalayabilecek nadir ülkelerden biri olduğunu, bunu da gerçekleştirebileceğine yürekten inandığını söyledi.

Koç, şöyle devam etti: ''Bütün bunları yapabilmek için politik olarak huzur içinde olmamız lazım. Bu nokta, fevkalade önemli. Son aylarda yaptığımız TÜSİAD CEO anketinden çıkan sonuçlar da bu noktaya vurguluyor. Üyelerimizin görüş ve beklentilerini bir araya getirmek amacıyla yürütmekte olduğumuz bu anketler siyasi riskin nasıl sürekli yükseldiğine işaret ediyor. Üretimdeki gerilemenin dip noktasına ulaşılmış olmasına ve ekonomik aktivitenin yavaş yavaş toparlanıyor olmasına karşılık beklentiler maalesef bir türlü iyileşme göstermiyor. Bu da bize içinden geçmekte olduğumuz ekonomik koşulların hiç de kolay olmadığını gösteriyor. CEO anketine gelen yanıtlardan üyelerimizin beklentilerinde olumsuz çıkan faktörlerin Türkiye'nin gelişme dinamiğini gerileten hep aynı faktörler olduğunu görüyoruz. Üyelerimize göre yatırım ortamının başlıca sorunları arasında kayıt dışı ekonomi, hukuki altyapıdaki belirsizlikler, vergi politikası ve siyasi belirsizler yer alıyor. Öyle gözüküyor ki bu meseleyi çözmeden ekonominin sürdürülebilir bir büyüme politikasına oturması maalesef mümkün değil. Dünyanın 1929'dan bu yana yaşadığı en büyük krizde normal olarak konjonktürden kaynaklanan risklerin ağırlık taşımasını beklerdik. Anketler konjonktürden kaynaklanan riskler kadar makro ekonomik istikrar ve siyasi istikrarın korunmasından duyulan endişelerin de varlığını ortaya koyuyor.''

 

Dubai krizi

Koç, bugün dünyanın ileri gelen ülkelerinin uyguladıkları eş zamanlı uyguladıkları genişleyici maliye ve para politikalarının etkisiyle, krizden çıkışın konuşulabildiği bir noktaya gelmiş durumda olduğunu söyledi. Koç, ''Ancak bu kez de çıkış sürecinin kalıcılığı ve yeni bir kriz dalgasının küresel ekonomiyi vurma olasılığı tartışılır oldu'' dedi.

ABD'deki toparlanmanın yavaş ve kademeli olacağının kısa sürede anlaşıldığını ifade eden Koç, şunları kaydetti: ''ABD hükümeti, işsizlere ve küçük işletmelere yeni destek paketlerinin arayışı içinde. Komşumuz Yunanistan'ın içine düştüğü ekonomik sıkıntı ve bu ülkeyi başka AB ülkelerinin de izleme ihtimali konusunda yapılan varsayımlar Euro bölgesindeki hassasiyeti aynı zamanda artırmaktadır. Bir türlü ortak bir maliye politikası geliştirmeyen ve parası sürekli değer kazanan Avrupa'nın da hızlı büyümeyi yakalaması uzak olasılık olarak gözüküyor. Aynı şekilde parası sürekli değer kazanan ve bankacılık sektöründeki sorunlarını çözmeden krize yakalanan Japonya ile ilgili olarak da yeni bir teşvik paketi gündemde olmasına rağmen, 2010'da yüksek büyüme adına olumlu bir beklenti içine girilemeyeceği gözüküyor. Geriye küresel iyileşme beklentilerini en iyi destekleyen ekonomi olarak Çin kalıyor. Çin özellikle altyapı yatırımlarına ağırlık veren bir politika ile büyümenin devamlılığını sağlamış durumda. Burada da sorun, tüketimin, küresel talep eksikliğini telafi etmekten uzak bir hızla artıyor olmasında.''

Dubai krizi ile bir kez daha gündeme gelen kamu borçlarının vardığı boyutların, talebin canlı tutulmasının istihdam açısından taşıdığı büyüm önem ve talebi canlı tutacak kamu desteklerinin yaratabileceği enflasyon tehdidinin, manevra alanını ciddi biçimde daralttığını belirten Koç, öte yandan özellikle özel sektör açısından, küresel finansman olanaklarında bir daralma yaşanmasının da kaçınılmaz gözüktüğünü söyledi. Mustafa Koç, Türkiye'nin aslında 2009'da çok zor bir yıl geçirmiş olmasına rağmen, göreceli olarak bir çok gelişmiş ülkeye kıyasla daha az etkilendiğini ifade etti.

Koç, ''Bu algıyı büyük ölçüde bankacılık sektörünün rasyolarının son derece güçlü olması, sermayelerini önceki krizlerde artırarak kendisini güvence altına almış olması yarattı. Ayrıca, 2009 yılını iyi bir karla kapatacak olan Türk Bankacılık sektörü, devlet yardımı almaksızın ayakta durabilen bir-iki örnekten biriydi'' dedi. Bu tablonun arkasında kalan ve maalesef yeterince üzerine eğilinmeyen gerçeğin ise reel sektörün özellikle KOBİ'ler seviyesinde ciddi sıkıntılar içinde bulunması olduğunu ifade eden Koç, bunun göstergesi ortada olmasına rağmen çok fazla dikkate alınmadığını vurguladı.

Mustafa Koç, şunları kaydetti: "Oysa Türkiye ekonomisi, gelişmekte olan ülkeler içinde en çok küçülen ekonomiler arasına girmiş ve işsizlik rekor seviyesine ulaşmıştı. Büyümede de istihdamda da motor konumunda kabul edilen KOBİ'lerimizin, krizde en çok darbeyi yiyen kesim olacağı herhalde öngörülemez bir gelişme değildi. Reel sektörün daralan iç ve dış pazarların olumsuz etkisini yaşamaya devam etmesi halinde, bundan, güçlü yapısı ile övündüğümüz bankacılık sektörü de çok ciddi zarar görebilecek ve bunu öngörebilmek için derin analizlere gerek yok.''

Hükümeti ekonominin geleceğiyle ilgili tek sorumlu olarak görmediklerini ifade eden Koç, elbette hükümetten, siyasi bakış açısıyla disiplini gevşetilmeyen, güven verici bir bütçe yönetimini; büyümeye destek olacak, en azından kösteklemeyecek akıllı politikalarla yatırımın ve istihdamın önünü açık tutmasını beklediklerini, bir ekonomiyi yönetmenin asgari gereklerinin yerine getirilmesi beklentisi içinde olduklarını vurguladı. Geriye kalanı sırtlayacak olanların kendileri olduğunu belirten Koç, ''Evet bizim de hareket alanımız kısıtlı ama elimizi kolumuzu bağlayıp oturur ve dışarıda bir şeylerin değişmesini beklersek bundan çok ciddi zarar görebiliriz. Atalet bizim en büyük düşmanımızdır. Tedbiri elden bırakmayalım ama hareketlenmeye ve hareketliliğimizi korumaya çalışalım. Yeni iş modelleri üzerinde düşünelim. Akıllı yatırım, İnovasyon ve pazarlamayla biraz da kendi yolumuzu açmaya çalışalım'' dedi.

Ekim ayı sanayi üretim endeksi sonuçlarından moral bularak, bu artışı kalıcı hale getirmeyi başarmayı ve açılan yolda ilerlemeyi umduklarını dile getiren Koç, ''2010'da öngörülen ılımlı büyümeyi sağlamak veya orta vadeli programın sınırlarını az da olsa zorlayabilmek için hükümetin ve özel sektörün ortak akılla hareket etmesinden ve ülke olarak öncelikle kendi gücümüze güvenmekten başka çaremiz yok. Rekabet gücümüzü kendimiz artıracağız, kendi pazarımızı kendimiz yaratacağız, bütçe disiplinini kendimiz sağlayacağız'' diye konuştu. Mustafa Koç, Türkiye'nin sürdürülebilir büyümenin temel ilkelerini kayıtsız şartsız kabullendiği ölçüde, verimliliği ve rekabeti yeniden yakalayabilecek nadir ülkelerden bir olduğunu belirtti. Koç, bütün bunları yapabilmek için politik olarak huzur içinde olmak gerektiğini söyledi.
 

Kutuplaşma

Son yıllarda siyaset arenasında görülen keskin kutuplaşmaların, zaman zaman ileri boyutlara ulaşarak topluma da yansımaya başladığına işaret eden Koç, önce laiklik ekseninde ortaya çıkan siyasi çatışmaların toplumu nasıl kutuplaşmaya sevk ettiğine hep beraber şahit olduklarını kaydetti. Mustafa Koç, şunları belirtti: ''Şimdi de kültürel kimlikler ekseninde ortaya çıkan siyasi çatışmanın toplum içindeki yansımalarına şahit oluyoruz. Toplumsal yaşamın farklı boyutlarına işaret eder gibi gözüken bu iki kutuplaşma ekseninin, siyasette aynı fay hattına tekabül etmesi ise korkutucu bir gerçeğe işaret ediyor: Siyasilerimiz, kendi siyasi stratejileri adına en keskin söylemleri benimserken, bunun toplum üzerinde yarattığı tahribatı umursamaz görünüyorlar. Öte yandan terörü meşru gösterdiği izlenimini doğuran tutum ve davranışlardan yeterince de kaçınılmadığı göze çarpıyor. Sonuçta siyasette yaratılan gerginlik ortamı, her türlü kışkırtmaya uygun bir zemin oluşturuyor. Bu da, sokaklara ifade özgürlüğünün sınırlarını aşan gösteriler, hatta çatışmalar olarak yansıyor. Gelişmelerden ülke adına çok ciddi endişe duyuyor, tüm siyaset ve toplum kesimlerine itidal ve sağduyu çağrısı yapma ihtiyacı hissediyoruz. Çünkü bu kutuplaşma bizi ülke olarak öngörmediğimiz ağır sonuçlara sürükleyebilir. Yükselen işsizlikle gelebilecek sosyal sorunların, bu toplumsal kutuplaşma ile birleşmesi telafisi imkansız zararlara yol açabilir. Burada vazgeçmemiz gereken şey demokratik standartları yükseltme çabaları değil, bu çabaları gündelik politikanın malzemesi yapma anlayışıdır.''

 

'Siyasi ortam sertleştikçe, kaybeden her zaman demokrasi oluyor'

Koç, Türkiye'de çağdaş normlarda bir ifade özgürlüğünün, koruma altına alınmış kültürel kimliklerin, özgür bir medya ve sivil toplumun var olmasını sağlama çabalarına her ortamda devam etmek istediklerini ve buna mecbur olduklarını belirtti. Koç, ''Bu ülkenin insanına, hukuk devletiyle, özerk kurumlarıyla, geniş ufuklu ve gerçekten demokratik siyasi partileriyle, toplumsal yapıyı adaletli bir biçimde temsil eden bir yasama organı ile eksiksiz bir demokrasiyi yaşama hakkını artık teslim etmenin zamanı gelmiştir diye düşünüyoruz'' diye konuştu. Siyasi ortam sertleştikçe, kaybedenin her zaman demokrasi olduğunu ifade eden Koç, temel demokratik hedefleri tümüyle ve samimiyetle benimseyen hiçbir siyasi partinin, maalesef mevcut olmadığını söyledi.

Mustafa Koç, ''Buna karşılık, parlamentonun oluşumunda mevcut yapıyı değiştirmek, daha adaletli bir temsil sistemi oluşturmak gibi bazı konulara kayıtsız kalmakta ortak bir siyasi duruş gözlemliyoruz. Bu yüzden de demokratik açılımın vazgeçilmez bir parçası olan ve bizim de son YİK toplantımızda bir kez daha dile getirdiğimiz seçim barajının indirilmesine ve demokratik bir siyasi partiler yasasına karşı bariz bir sessiz mutabakat söz konusu...'' şeklinde konuştu. Koç, TÜSİAD olarak, ülke içinde barış ve huzurun egemen olması, siyasi rekabetin uygar demokratik bir zeminde sürmesi arzularını her zaman, her fırsatta dile getirdiklerini belirterek, bunun olağan bir vatandaşlık talebi olmanın ötesinde, ekonomik istikrarın vazgeçilmez ön koşulu olduğu için hep gündemlerinde tuttuklarını bir konu olduğunu kaydetti.
 

Güven meselesi

Geçtiğimiz dönemlerde ekonominin birçok kez siyasete feda edildiğini ve ülke olarak bu yüzden gelişme potansiyelinin gereğince kullanılamadığını vurgulayan Koç, şunları kaydetti: ''Şimdi endişemiz, küresel krizin gölgesinin üzerimizden henüz kalkmadığı bir ortamda, ülkeyi kutuplaştıran bir siyasi iklim yüzünden, ekonominin bir kez daha ciddi bir güven baskısı altında kalmasıdır. Endişemiz, ekonomideki aktörlerin böyle bir ortamda haliyle en küçük bir riskten dahi kaçınması, uluslararası planda kriz performansı nedeniyle nispeten azalan risk primlerimizin siyasi istikrarsızlık nedeniyle yeniden artmasıdır. Büyüme için, dış finansmana erişimi yetersiz, AB üyeliğine doğru yürüyüşü heyecanını yitirmiş, bazı batılı yorumcularca 'Acaba dış politika ekseni kaydı mı?' diye kuşkuyla bakılan bir ülke olarak güven meselesinin yeniden ekonomi gündemimizin en üst sırasına taşınmasını diliyoruz. O yüzden politikada daha sakin sularda seyretmeyi istiyoruz. Bu arada, izninizle, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Söylediklerimden, bizim de Türkiye'nin ekseninin doğuya doğru kaydığı düşüncesinde olduğumuz sonucu sakın çıkmasın. Coğrafyası Türkiye gibi olan bir ülkenin komşularıyla 'sıfır sorun' anlayışıyla hareket etmesi kaçınılmazdır. Bu coğrafyanın külfetleri kadar nimetlerini de tatmak istiyorsak, doğu dünyası ile olan bağlarımızı sonuna kadar kullanmak zorundayız.''

Mustafa Koç, şu gerçeğin de gözden uzak tutulmaması gerektiğini vurgulayarak, doğu için kıymetli olan Türkiye'nin, batı ile sağlam ilişkileri olan Türkiye, batı için kıymetli olan Türkiye'nin ise doğu ile güçlü bağları olan Türkiye olduğunu belirtti. Türkiye-ABD görüşmelerinde teyit edilen zemine rağmen, eğer bugün hala dış politika eksenimizin Doğu'ya doğru kaydığı gibi bir algılama varsa, bunun tümüyle Türkiye'nin AB yolunda ilerlemesinin yavaşlamış olmasından kaynaklanan bir yanılgı olduğunu dile getiren Koç, beklentilerin aksine, Türkiye'ye yakınlığı ile tanınan İsveç'in dönem başkanlığı süresince, geçmişte olduğu gibi çok sayıda müzakere başlığı açılamamış olmasının, bu yavaşlamanın en belirgin işareti olduğunu vurguladı.

AB müzakereleri

Mustafa Koç, şunları söyledi: ''Avrupa Birliği'ndeki dostlarımız kusura bakmasınlar ama bunda kendilerinin de rolü çok büyük... Kıbrıs Rum Kesimi'nin tek taraflı olarak, 6 müzakere başlığına açılış kriteri getireceğini açıklaması, müzakerelerin kapsamını daha da daraltmıştır. Rum Kesimi'nin bu tavrını sürdürmesi halinde müzakereye açılabilecek başlık sayısı 5'e inmektedir. Küresel bir güç olma iddiasındaki Avrupa'nın kaderini Güney Kıbrıs'ın taleplerine alet etmesi, Ada'da süren barış müzakerelerini de böylelikle zora sokmaktadır. Siyasi sebeplerle bloke edilen müzakere başlığı sayısının 18'e ulaşması, Türkiye'nin diğer aday ülkelerle aynı kriterler üzerinden değerlendirilmediğinin göstergesidir. Bugün geldiğimiz noktada, belli bir süre sonra açılabilecek müzakere başlıklarının tükenmesi riski ile karşı karşıyayız. Tabii, biz haliyle asıl olarak süreç iyice çıkmaza girmeden kendi hükümetimizin AB konusunda hareketlenmesi gerektiğini söylemeliyiz. Ve bir kez daha, bunun en önemli boyutunun ülke içinde meselenin yeniden ve doğru biçimde anlatılmaya başlanması olduğunu da hatırlatmak istiyorum.''

Küresel ekonominin büyüme açısından sıkıntılarını hala üzerinden atmamış olacağı 2010 yılında, yetersiz büyümenin yaratacağı sorunları aşabilmek için Türkiye'nin kendi girişimciliğine ve yaratıcılığına güvenmek zorunda olduğunu ifade eden Koç, zorlu ekonomik koşulların daha da ağırlaşmaması ve sosyal sıkıntılarla iç içe geçmemesi için azami bir özen içinde bulunmak mecburiyetinde olunduğunu kaydetti. Mustafa Koç, bu hassas ortamı kuşatan politik iklime her zamankinden daha fazla dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayarak, her şeyden önce partiler seviyesindeki politik havanın toplumdaki yansımaları konusunda daha sorumlu olunması, ve itidal ve sağduyunun elden kesinlikle bırakılmaması gerektiğini dile getirdi. ''Bu ülkede yaşamanın bir gereği olarak on yıllar boyunca her zaman girişimci ruhumuzu yitirmeden riskleri başarıyla yönetme alışkanlığını edindik'' diyen Koç, hükümet ve özel sektör, ekonominin risk analizini birlikte yaparsa, en doğru yol haritası ile 2010 sonrasında yeniden yüksek büyüme hızlarına erişmenin kapısını aralayabileceğini ifade etti.

Ankete katılım

Mustafa Koç, toplantı bitmeden önce, Ocak ayında yapılacak toplantıda yönetim değişikliği olacağını hatırlatarak, bununla ilgili olarak üyelerin görüşlerini almak üzere hazırladıkları ankete katılımın, geri dönüşünün olumlu olduğunu belirterek, ''Tabii karar genel kurulun olacak. Başkanlık divanı olarak değerlendireceğiz sonuçları'' dedi.

 

TÜSİAD'ın dış politika ödülü

Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, TÜSİAD'ın ''Bosphorus Prize for European Understanding'' dış politika ödülünün kendisi tarafından bu yılki sahibine verileceğini belirtti. Yazıcı, ödülün, Türkiye'nin AB üyelik sürecine, görüş ve politikalarıyla katkı sağlayan, Avrupa'nın önde gelen isimlerine 2003 yılından bu yana verildiğini hatırlattı. Bu yıl bu ödüle, Federal Almanya Eski Dışişleri Bakanı Frank Walter Steinmeier'in değer görüldüğünü dile getiren Yazıcı, bu ödülü kendisine, Türkiye ile AB arasındaki işbirliğinin, karşılıklı anlayışın ve ortak değerlerin gelişmesine yaptığı katkılardan dolayı verildiğini kaydetti.

Yazıcı, bu ödül töreni vesilesiyle Türkiye'nin AB üyeliği sürecine verdiği önemi bir kez daha ifade ederek, AB uyum sürecindeki siyasal iradenin dün olduğu gibi bugün de güçlü bir şekilde sürdürüldüğünü vurguladı. Türkiye'nin, mevzuat uyum takvimini içeren yenilenmiş Ulusal Programını, geçtiğimiz yılın son günü resmileştirerek yürürlüğe koyduğunu belirten Yazıcı, Türkiye'nin, aradan geçen bir yıllık süre içinde, müzakere sürecinin kurumsal yapısını güçlendirmek bakımından önemli adımlar attığını belirtti.
 

İdare ve yasal reformlar

Yazıcı, Türkiye'nin son bir yıl içinde de yasal ve idari reform çalışmalarını sürdürdüğünü ifade ederek, şunları söyledi: ''Türkiye, tam üyelik müzakerelerinin başlamasıyla birlikte, Kopenhag Siyasi Kriterleri'nin gereklerini karşılamış bir ülke konumuna gelmiştir. Bununla birlikte, demokratikleşme yolunda ilerlemeye olan kararlılığımız ortadadır. Ulusal Programda çerçevesi belirlendiği gibi, siyasi kriterler alanında pek çok adım atılacaktır. Türkiye AB üyesi olmadan Gümrük Birliğine dahil olan ilk ülkedir. Bu durum, aynı zamanda Avrupa'da bazı kesimlerin önerdiği imtiyazlı ortaklık modelinin, 14 yıl önce zaten gerçekleşmiş olduğunun ve bu söylemin yeni bir içeriğinin olmadığının bir teyididir. Sanayi malları ticaretindeki 14 yılı bulan entegrasyonumuzun, sadece ikili serbest ticaretten ibaret olmadığının bilincindeyiz. Bu konuda bir dizi mevzuat uyumu ve önemli bir zihinsel dönüşüm gerekiyor. Bu uyum sürecinde, sorumlu olduğum Bakanlık bünyesinde de çalışmalarımızı sürdürmekteyiz. Bu çerçevede, Gümrük Birliğine dahil olmamızın ardından, 2000 yılından bu yana, 4458 sayılı Gümrük Kanunu'nda beş kez değişikliğe gidilmiştir.''

 

'Türk dış politikasının hedefi Avrupa ile entegrasyondur'

Yazıcı, Türk dış politikasının ana hedefinin hiç kuşkusuz Avrupa ile entegrasyon olduğunu vurgulayarak, Türkiye'nin tarihi, kültürü ve modernleşme süreciyle Avrupa'nın bir parçası olduğunu ifade etti. Yazıcı, bu çerçevede Türkiye'nin NATO üyeliği ve AB ile müzakere sürecinin, Türkiye'nin stratejik önceliği olduğunu söyledi. Bu güçlü ilişkilerin Türkiye'nin Kafkasya'yı, Orta Doğu'yu, Asya'yı ya da Afrika'yı ihmal edeceği anlamına gelmediğini anlatan Yazıcı, ülke olarak her şeyden önce, komşu ülkelerle sıfır sorun politikası izlediklerini anımsattı.

Bakan Yazıcı, bu şekilde, Türkiye'nin bölgesinde barış ve istikrarın sağlanması için olağanüstü bir çaba sarfettiğini kaydetti. Bölgesinde gitgide etkisini artıran, barış ve istikrarın korunmasında kilit rol oynayan, sözü dinlenir ve güvenilir bir Türkiye'nin varlığının AB açısından da büyük bir önem taşıdığını belirten Yazıcı, ''Türkiye'nin kendi doğusuyla ilişkilerinin daha iyi bir noktada olması, Türkiye'yi de içine almış bir Avrupa bakımından çok önemli bir kazanım olacaktır. Böylece AB, 21. yüzyılın küresel siyaset sahnesinde, kendisine önemli bir hareket alanı bulacaktır'' diye konuştu.

Çeşitli inişler ve çıkışların yaşandığı AB-Türkiye ilişkilerinin başlangıcından bu yana Türkiye'nin hiçbir zaman Avrupa ile entegrasyon hedefinden vazgeçmediğini dile getiren Yazıcı, ''Şu anda yürütülen müzakere sürecinin de doğal sonucu hiç kuşkusuz Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğidir. Bunun aksi düşünülemez. Türkiye'nin tam üyeliği yerine hedef olarak 'Ayrıcalıklı Ortaklığın' önerilmesi de hiçbir şekilde kabul edilebilir değildir. Üzülerek ifade etmek isterim ki, 3 Ekim 2005 tarihinde başlayan müzakerelerde şu ana kadar gelinen nokta yeterince tatmin edici olamamıştır'' diye konuştu. AB ile müzakere sürecine başlayan her ülkenin bu süreci tamamladığını ve bu konuda herhangi bir istisna bulunmadığını ifade eden Yazıcı, Türkiye'nin de bir istisna oluşturmasının beklenmemesi gerektiğini kaydetti. Türkiye'nin Avrupa Birliğine üye olmasına hala karşı çıkan çevrelerin bulunmasının, ancak tarihten gelen duygusal bazı ön yargılarla açıklanabileceğini dile getiren Yazıcı, bu ön yargıların aşılmasının en önemli yolunun da hiç kuşkusuz AB ve Türkiye halklarının birbirlerini daha yakından tanımaları olduğunu söyledi.

Bakan Yazıcı, bu çerçevede, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmiş olmasının, çok önemli ve tarihi bir fırsat olduğunu vurgulayarak, Türkiye'nin bu fırsatı hep birlikte en iyi şekilde değerlendireceğine inandığını anlattı. Avrupa'daki, Türkiye'yi dışlayıcı bir tutum takınan çevrelerin hiçbir şekilde Avrupa'yı ve Avrupa değerlerini temsil etmediğini bildiklerini vurgulayan Yazıcı, şunları kaydetti: ''Sürecin başından beri birçok Avrupalı dostumuz, Türkiye'nin üyelik sürecini desteklerken, bunu her şeyden önce Avrupa ve Avrupa değerleri adına yaptılar ve yapıyorlar. Bu değerli dostlarımız arasında Sayın Steinmeier'in elbetteki çok ayrıcalıklı ve çok özel bir yeri vardır. Sayın Steinmeier hükümetteki görevi süresince, Türkiye'ye herhangi bir negatif ayrımcılık yapılmasına karşı çıkmış. Türkiye'nin AB müzakerelerinin objektif bir temelde sürdürülmesi için önemli katkılar sağlamıştır. Türkiye AB katılım sürecinde kararlılıkla ilerlemektedir. Reformlarımızı kesintisiz sürdürüyoruz. Bunu yaparken en önemli desteği halkımızdan, sivil toplum kuruluşlarımızdan alıyoruz. Ancak, bu süreçte Avrupalı dostlarımızın desteği de büyük önem taşımaktadır. Avrupa Birliği ile ortak bir geleceğimiz olduğuna inanıyorum. ''
 

Eksen kayması

Bakan Yazıcı, Türkiye'nin izlediği dış politikanın, bazı yerlerde ''eksen kayması'' olarak değerlendirildiğini hatırlatarak, ''eksen kayması'' nitelemesi yapılan Türkiye'nin davranışlarının, vizyonunun, tercihinin, Türkiye'nin çıkarları açısından ne denli değerli olduğu ve bir ''eksen kayması'' olarak nitelenemeyeceğinin ortaya çıktığını söyledi. Türkiye'de siyasetle ilgili yapılan değerlendirmeleri de çok haklı bulmadığını dile getiren Yazıcı, Türkiye'nin son 3-4 aydır önemli bir süreç yaşadığını belirtti.

Türkiye'nin en temel sorunlarının arasında ''terör sorunu'' olduğunu ifade eden Yazıcı, ''25 yıldır Türkiye, bu sorunla mücadele ediyor. Güvenlik güçlerimiz, bu mücadele kapsamında hükümetlerden ne talep etmişlerse temin edildiği gibi bizim hükümetimiz de bunu temin etti ve ediyor. Ancak, bütün bunlara rağmen dağdakilere katılım önlenememiştir, sonlandıramamıştır, minimize edilememiştir ve bunu minimize etmek için başka yöntemlerin, çalışmaların gerekliliği vurgulanmış, altı çizilmiştir'' diye konuştu.

Bakan Yazıcı, ''Bu açılım projesine gerek yok veya bunu yapmak isteyenler şunun aleti oluyor, şununla birlikte hareket ediyor'' demenin, gerçeklikle bağdaşmadığını ve Türkiye'nin çıkarlarına da uygun bir davranış biçimi olmadığını söyledi. Bu noktada yapılanlara katkı verilmesi gerektiğini vurgulayan Yazıcı, ''Biz birlikte Türkiye'yiz. Bunda Türkiye'yi seven herkes var. Buna katkı vermeliyiz'' dedi. Yazıcı, sözlerini şöyle tamamladı: ''Siyasette kriz varmış gibi beyanları abartılı buluyorum. Türkiye'de güven var, istikrar var. Halka bakalım... Biz, halkın gündemiyle hükümetin gündemini 3 Kasım 2002 tarihinden bu yana birleştirdik. Burada dile getirilen bütün sorunlar, hükümetin gündeminde. Elbette ekonomide zor bir yılı geride bırakıyoruz ama bunlar hükümetin gündeminin dışında değil. Bakın Başbakanımız, yanında iş adamlarımızla birlikte ülke ülke dolaşırken elbette ki bu ülkenin sorunlarını çözme noktasında birlikte davranışında altını çizmiş oluyor. Biz büyük bir ülkeyiz. Ekonomimiz güçlü. Elbette ki kriz, bizi etkiledi ama dünyada başka ülkelerde yaşanan finansal krizler, bizim ülkemizde yaşanmadı. Bu ülke hepimizin. Bu sorunları çözme noktasında diyalog kanallarımızın hep açık tutulması lazım. Bu kanalları açık tutalım. Daha çok görüşüp konuşalım. Bu sorunları birlikte çözeceğiz.''

 

'Yaşanan kriz sıradan bir finans krizi olmanın ötesine geçti'

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, son günlerde Türkiye'nin çeşitli yörelerinde yaşanan terör olaylarından dolayı milletçe derin bir acı yaşandığını belirterek, ''Bu hafta hayatlarını kaybeden askerlerimiz ve yine terör kurbanı masum genç kızımız için Allah'tan rahmet, ailelerine sabır, yaralılara acil şifalar diliyorum. Ülkemizde bir an önce sağduyunun hakim olduğu ortamın oluşmasına ihtiyacımız var. Biz bu süreçte elimizden gelen gayreti göstermeye, üzerimize düşeni yapmaya hazırız'' dedi.

Tüm bu yaşananların hala süren ve Türkiye'yi de etkileyen ekonomik kriz koşullarında gerçekleştiğini ifade eden Yalçındağ, yirmi gün sonra bitecek 2009 yılının hem dünyada hem de Türkiye'de derin izler bıraktığını söyledi. Yaşanan krizin sıradan bir finans krizi olmanın ötesine geçtiğini, küresel ekonominin yeniden yapılanmasının önünü açtığını kaydeden Yalçındağ, gelişmiş ülkelerin daha önce benzeri görülmemiş bir parasal genişleme politikasıyla krizin derinleşmesine ve finansal sistemin çökmesine engel olmaya çalıştıklarına değindi.

Şimdilik, bu yolun işe yaradığının, bu yaklaşımın işlerin daha kötüye gitmesini engellediğinin görüldüğünü belirten Yalçındağ, şöyle devam etti: ''Ancak ekonomik büyümenin yeniden sağlanmasının ve işsizlik oranının düşürülmesinin tahmin edilenden daha uzun süreceği anlaşılıyor. Üstelik krize karşı önlem almakta gösterilen uluslararası dayanışmanın krizden çıkışta gösterileceğinden de emin değiliz. Çünkü toparlanmanın zamanlaması ve kuvveti ülkeden ülkeye değişiyor. Erken toparlanan ülkelerde ekonomi politikası hızla normale dönerken, faizler normal seviyelerine çıkarken, toparlanmanın geciktiği ve zayıf olduğu ülkelerde gevşek para ve maliye politikalarına devam ediliyor. Değindiğim ayrışma, iyiye gidişin hızlı olduğu ülkelerde cari açığın artması ihtimalini doğuruyor. Bu da bizi korumacılık riski ile karşı karşıya bırakıyor. Diğer taraftan, Asya kıtasındaki ekonomik büyüme dünyadaki yapısal dönüşümün ipuçlarını yansıtıyor. 2009 yılında gelişmiş ülke ekonomileri derin bir resesyona girerken, Asya kıtasının dünya ekonomisinin lokomotifliğini yapması bekleniyor.''
 

'Kendi stratejilerimizi üretmek zorundayız'

Yalçındağ, geçtiğimiz günlerde Türkiye'de yapılan IMF-Dünya Bankası toplantılarında bir yandan krizden çıkmak için neler yapılması gerektiğinin, diğer yandan yeni dönemde rekabet ve paylaşım sorunlarının dünya ekonomi gündeminde daha önemli bir yer işgal edeceğinin konuşulduğunu hatırlatarak, ''Önümüzdeki dönem, kendi yönünü çizebilecek güçte olan tüm ülkelerde, nasıl daha rekabetçi olunacağı, inovasyon konusunda ne tür adımlar atılabileceği, geleceğin dünya ekonomisinden alınan payın nasıl artırılabileceğinin tartışıldığı bir dönem olacak. Biz de ülke olarak, bu tartışmalara katılmak, bunları iyi izlemek ve kendi stratejilerimizi üretmek zorundayız'' diye konuştu. Bundan 11 yıl önce TÜSİAD'ın, önemi giderek daha da iyi anlaşılan bir demografi raporu hazırladığını anımsatan Yalçındağ, önümüzdeki yıl bu raporun Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu işbirliğiyle güncelleştirileceğini bildirdi. Türkiye'nin demografik bir fırsat penceresine sahip olduğunu vurgulayan Yalçındağ, bu dönemde Türkiye'nin işgücünü verimli şekilde kullanabilir, teknolojik yenilikleri üretim sürecine katabilir, yaratıcı olabilir ve verimliliğini daha da artırabilirse dünyadaki yeni ekonomik yapılanmada öne çıkabileceğini, refahını yükseltebileceğini belirtti.

Yalçındağ, ''Hedefimiz, Ar-Ge süreçlerinde yer alan, küresel üretim çarkının içinde sıfırdan yatırım yapılmaya değer bir ülke olabilmektir. Bunu gerçekleştirmek, yani küresel sermayeyi Türkiye'yi de sırtlayacak şekilde harekete geçirmek istiyorsak o zaman bu amaca uygun bir hukuki yapıya sahip olmamız gerekir'' dedi. Şu sıralarda ekonomideki belirsizliklerin ışığında Türkiye'nin bir yandan güncel sorunlara çözüm bulmaya çalışırken bir yandan da önündeki on yıllara hazırlanması gerektiğini düşündüklerini dile getiren Yalçındağ, şöyle konuştu: ''Bahsettiğim hazırlık, Orta Vadeli Program sınırlarının ötesinde Türk ekonomisinin topyekun kurgulanmasına yönelik olmalı. Bu amaçla bir yandan dünya iş bölümünde nerede konumlanacağımızı düşünürken, eğitim sistemimizi, eğitim felsefemizi 21. yüzyılın taleplerine uyarlamamız gerekecek. İş dünyası ile eğitim sistemimiz ve bilim dünyası arasındaki bağları güçlendirerek, sinerjiyi artırmak öncelikli hedeflerimizden olmalıdır.''

 

İklim Değişikliği Konferansı

Arzuhan Doğan Yalçındağ, Kopengah'daki uluslararası iklim değişikliği konferansına işaret ederek, iklim değişikliği ve bunun dünya için yarattığı tehlikelerin farkında bulunmamanın artık mümkün olmadığını, TÜSİAD olarak bu konuyu önümüzdeki dönemde sıkça gündeme getirmeyi umduklarını söyledi. Kopenhag'da küresel, gerçekçi, hakkaniyetli, farklı şartları ve imkanları dikkate alan esnek bir anlaşmaya varılması dileğini ifade eden Yalçındağ, ''İş dünyasının bu süreçte tehditleri, fırsatları ve potansiyeli iyi değerlendirerek doğru zamanda doğru adımlar atarak düşük karbonlu ekonomi modeline geçişte öncü rol oynaması gerektiğine inanıyoruz. Ülkemiz için düşük karbonlu kalkınma plan ve stratejilerini geliştirerek bu alanda teknoloji ve yatırımları teşvik etmeye yönelik çalışmaları hızlandırmalıyız'' diye konuştu.

İklim meselesinde olduğu gibi ekonomi ile bağlantılı her konuda dünyadaki gelişmeleri yakından ve dikkatle izleyerek uzun vadeli yapısal değişimlerin tespit edilmesi gerektiğine dikkati çeken Yalçındağ, konuşmasını şöyle sürdürdü: ''Bunu başardığımız ölçüde hedeflerimizi ve stratejilerimizi, gerçekçi bir perspektifle saptayabiliriz. Saptanan hedefe ulaşabilmek için de siyaset anlayışımızı kalkınma sorunumuza göre kurgulamamız gerekecektir. Siyaset kurumundan beklentimiz, gündelik sorunların ötesinde toplumun müreffeh, huzurlu ve demokratik bir geleceğe kavuşması için şart sayılan toplumsal projeleri detaylarıyla ortaya koymasıdır. Böylesine kapsamlı bir çabanın ise ancak demokratik bir ortamda kamuoyunun da katıldığı bir tartışma ile gerçekleştirilebileceğine, ortaya konacak toplumsal projelerin ancak bu şekilde kalıcı olacağına inanıyoruz. İlk bakışta anlaşılmasa bile, sağlıklı bir demokrasi sadece siyasi istikrarımızın değil, büyüme ve kalkınmamızın da anahtarıdır. Şu iddialı önermeyi yapacağım; küresel ekonomik entegrasyon ve rekabet gücünün yolu, daha iyi bir demokrasiden geçer. Demokratik çerçeve ve katılımcılığın önemine olan inancımız nedeniyle Türkiye'de demokrasi seviyemizi yükseltmeye yönelik tüm girişimleri önemsiyor ve destekliyoruz. Ülkemizin ihtiyacı olan demokratikleşme atılımlarını birbirinden bağımsız gibi görünen hamlelerle gerçekleştiremeyiz. Demokratikleşme hamleleri bir bütündür. Hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesi kadar hukukun üstünlüğünün tesisini, erkler arasında denge ve denetim mekanizmalarının sağlıklı çalışmasını içerir. Bu bağlamda hem temsilde adaletsizliği yaratan Seçim Yasası'nın, hem de parti içi demokrasiyi zedeleyen bugünkü Partiler Yasası'nın değiştirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu yasalarda yapılacak değişikliklerin Türkiye'nin demokratikleşme hedefinin ciddiyeti açısından bir sınav teşkil ettiği görüşündeyiz.''

'Değişen hiçbir şey gözlemleyemiyoruz'

Aslında bu söylediklerinde yeni bir unsur olmadığını, TÜSİAD olarak sıraladıkları bu görüşleri yaklaşık 15 yıldan beri dile getirdiklerini kaydeden Yalçındağ, ''Ancak maalesef bu konuda değişen hiçbir şey gözlemleyemiyoruz. Türkiye'de demokrasinin Avrupa Birliği standartlarına yükseltilmesi gerektiğini savunuyoruz. Geçen bu sürede, yaşadığımız tüm çalkantılara, karşılaştığımız zorluklara rağmen demokratikleşme yönünde ciddi yol kat ettik. Bu yolda kararlı bir şekilde devam etmemiz daha sağlıklı bir demokrasiye kavuşmamız açısından gerekli olduğu gibi, giderek gündemimizin dışına kayan AB üyelik sürecimizin canlandırılması için de şarttır'' şeklinde konuştu.

Son dönemde Türk dış politikasında tanık oldukları ve kendilerini heyecanlandıran hamlelerin dünyada ciddi yankı uyandırdığını bildiklerini dile getiren Yalçındağ, Türkiye'nin bölgesel güç olma hedefine yönelik politikasının kendi gücünün, bölgesel barış, istikrar ve refahın yaygınlaşmasıyla arttığı inancına dayandığını vurguladı. Türkiye'nin dünyanın en istikrarsız bölgelerinin ortasında, Batı müttefiki ama aynı zamanda etrafındaki bölgelerle tarihsel bağları, sosyal ağ ilişkileri olan bir ülke olduğunun altını çizen Yalçındağ, ''Türkiye, yumuşak gücünü de kullanarak çevresinde etkisini artırıyor. Yumuşak güç tanımı, ekonominin gücü ve potansiyeli, yapıcı diplomasi çabaları kadar popüler kültür ögelerini de içeriyor'' dedi. Sonuncu faktörün yani popüler kültürün çevre ülkelerde ilgi uyandırmasını, kabul görmesini Türk toplumunun yaratıcılığının ve kültürel zenginliğinin bir işareti olarak gördüklerini ifade eden Yalçındağ, bu yaratıcılığı sağlayan temel özelliğin demokrasi olduğunu vurguladı.
 

'Demokrasimizi derinleştirmenin yolu, kararlılık'

Arzuhan Doğan Yalçındağ, ''Demokrasimizi derinleştirmenin yolu ise AB üyeliğine ulaşacak yolda kararlı şekilde ilerlemekten geçmektedir. Türkiye'nin stratejik derinliği hem batılı değer ve ilkelerin, hem de bölgemizle var olan tarihsel ve kültürel bağların tümünün katkısıyla şekillenmektedir. Batılı müttefiklerimizin de Türk dış politikasını doğru okumaları, bölgesel hatta küresel barışa katkısını iyi değerlendirmeleri gerektiği kanısındayız'' diye konuştu. Frank-Walter Steinmier'i Türkiye'nin AB üyeliğinin önemini çok iyi bilen ve bunu her fırsatta desteklemiş bir dost olarak kabul ettiklerini dile getiren Yalçındağ, Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin Türkiye konusunda 1990'ların sonunda aldığı karar doğrultusunda üyeliğe destek verdiğini, bu kararın Almanya ve AB'nin çıkarlarına uygun görüldüğü için alındığını hatırlattı.

Almanya'da Yeşiller ve Sosyal Demokratlar dışındaki diğer partilerin de bu konuda benzer bir noktaya gelmeleri ümidini korumak istediklerini ifade eden Yalçındağ, AB üyesi bazı ülkelerin siyasetçilerinin de Avrupa'nın çıkarlarını daha fazla gözeterek Türkiye siyasetlerini gözden geçireceklerini umduklarını söyledi. Sonuçta Türkiye'nin AB üyeliğinin her iki taraf açısından da çok boyutlu yarar getireceğini, önemli sinerji yaratacağını ve dünya dengelerine yapıcı katkıda bulunacak bir gelişme olduğunu vurgulayan Yalçındağ konuşmasını, ''2010 yılına girerken ülkemizdeki terör olaylarının, yaşanan acıların ve kutuplaşmanın bir an önce son bulmasını, toplumsal huzurumuzun, birlikteliğimizin korunmasını diliyorum'' diyerek tamamladı.

 

Steinmeir ödülünü aldı

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneğinin (TÜSİAD) yılın son Yüksek İstişare Konseyi (YİK) toplantısı kapsamında Federal Almanya Parlamentosu SPD Grup Başkanı, Eski Şansölye Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier'e, 2009 yılı TÜSİAD Dış Politika Ödülü (TÜSİAD Bosphorus Prize for European Understanding), Devlet Bakanı Hayati Yazıcı tarafından sunuldu. Steinmeier'in, ödüle layık görülmesindeki başlıca etkenin, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği ile ilgili tartışmaların rasyonel bir zeminde yürütülmesine verdiği destek olduğu belirtildi. Toplantıda yaptığı konuşmada, Türkiye ile ilişkisine çok değer verdiğini, sadece siyaset değil başka alanlarda da Türkiye'yi desteklediğini ifade eden Steinmeier, toplantıya davet edilmesi ve bu ödülü almasının kendisi için gurur kaynağı olduğunu belirtti.

Steinmeier, Türkiye ve Almanya arasındaki dostluğu derinleştirmek istediğini dile getirerek, ''Almanya'nın bu kadar yakından bağlı olduğu başka ülke yoktur. 3 milyondan fazla Türk, Almanya'da yaşıyor, 800 binden fazla kişi Alman vatandaşı. Dünyanın hiçbir ülkesine Almanlar bu kadar sık gitmedi. Kriz döneminde bile 4 milyon Alman, tatilini geçirmek üzere Türkiye'ye geldi. Gelecekte de bu durum değişmeyecektir'' diye konuştu. Geçen yıl Türk-Alman Üniversitesi kurulması anlaşmasını imzaladıklarını hatırlatan Steinmeier, bu şekilde Alman tarihinin en karanlık noktalarına geri gidildiğini, birçok Alman akademisyenin Naziler zamanında Türkiye'ye sığındığını, bazılarının Türkiye'de kaldığını ve modern Türkiye'nin kurulmasına katkıda bulunduğunu anlattı. Steinmeier, bunun, her zaman hatırlanmayan fakat iki ülke tarihinin ortak noktası olduğuna işaret ederek, Almanya'da çok fazla bilinmeyen bu konuyu daha fazla duyurmanın, son yıllardaki görevlerinden biri olduğunu vurguladı.
 

'Türkiye, AB'de üye olarak yerini bulmalı'

Frank-Walter Steinmeier, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin dinamik olduğunu kaydederek, ''Türk-Alman ilişkilerinden konuştuğumda, ekonomide her şey gayet iyi gidiyor. Almanlar ve Alman şirketleri Türkiye'de olmaktan çok mutlu ve Türkiye'ye çok bağlı'' dedi. Avrupa ve Doğu kültürünün Türkiye'de bir arada bulunduğunu belirten Steinmeier, şu görüşleri dile getirdi: ''Avrupa'da bulunan Türkiye, Avrupa değerlerini ve İslam, Doğu kültür ve görüşlerini öyle bir şekilde yan yana getirebilir ki, insanların barış içinde yaşaması gerçekleşebilir ve demokrasiye, hoşgörüye dayalı yaşam söz konusu olur. Avrupa, bu şansı kaçırırsa korkunç tarihi hata yapacaktır. Türkiye, bu aracı rolünü daha aktif bir şekilde kabul etmekte ve kendini şu anda önemli bir istikrar sütunu olarak görmektedir.''

Steinmeier, Türkiye'nin dış politikasına değinirken, Ermenistan'la çatışmada söz konusu olanın sadece komşuluk ilişkileri olmadığına işaret ederek, ilişkilerdeki acıların yok edilmesiyle, Kafkasya'da gereken istikrar ve birlikte çalışmanın geleceğini söyledi.
Demokratik açılım çalışmalarına ilişkin olarak da Steinmeier, bu konuda bahsederken yeni yapılan saldırılardan ölenlere değinmek istediğini ifade ederek, ''Ümit ediyorum ki, sarf edilen gayretler terör hareketiyle gerileme yaşamayacaktır'' dedi.

Steinmeier, Kıbrıs konusunun Türkiye için AB konusunda engel oluşturduğunu kaydederek, önümüzdeki 1,5 yıl içinde çözüm bulunması gerektiğini, geçmişte çözüm konusunda başarılı olunamadığını belirterek, sadece Türkiye'den değil Kıbrıs Rum Kesiminden de işbirliği beklendiğini vurguladı. Steinmeier, ''Çelişki halen mevcuttur. Bunların artık diplomasiyle çözülmesini umuyorum. Baskı araçları gibi araçlardan uzak durmamız lazım'' diye konuştu.

Türkiye'nin AB'de üye olarak yerini bulması gerektiğini söyleyen Steinmeier, Türkiye'nin AB'ye ait olduğuna inandığını ifade ederek, ''Açık ve samimi konuşmamız gerek ki beklentilerin ne olduğunu bilelim. Fikir ayrılıkları olabilir, bütün bunları görüşmeliyiz. Yeni, kaçınılmaz engeller yaratmasın bunlar. Şu anda buna karşı mücadele etmemiz gerek. Bizim dostluğumuz 10 yıllarca süren gayretler sonucudur. Geri adım atmamız gerek'' değerlendirmesinde bulundu.
 

Steinmeier'in programı nedeniyle toplantı İstanbul'da yapıldı

Yılın son YİK toplantısı, genellikle Ankara'da yapılırken bugünkü toplantı, Steinmeier'in programı nedeniyle İstanbul'da yapıldı. Toplantı saat 10.00 civarında başladı ve yaklaşık 2 saat sürdü. Basına açık olarak gerçekleştirilen toplantıya, başkanlık için isimleri geçen Ferit Şahenk ile Ümit Boyner'in yanı sıra Tuncay Özilhan, Güler Sabancı, Ersin Özince, Bülent Eczacıbaşı, Erkut Yücaoğlu, Hakan Ateş, Tuncay Durak, Faik Açıkalın, Hamdi Akın, Yavuz Canevi, Aka Gündüz Özdemir, Haluk Dinçer, Cem Boyner, Ömer Dinçkök, Tayfun Bayazıt, Ali Koç ve Ali Kibar'ın da aralarında bulunduğu ekonomi dünyasından isimler katıldı.

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler