'Babamın Hayalleri' ve 'Ümidin Cüreti'

Demokratik kültürün köklü olduğu Batılı ülkelerde siyaset hayatına atılmak isteyen kişiler genellikle kamunun beğenisini kazanmak amacıyla seçim zamanına yakın bir tarihte fikir ve eylem planlarını içeren bir kitapla seçmenlerin karşısına çıkarlar. Bu tür kitaplarda ele alınan ekonomik ve toplumsal sorunların çözümünün, belli bir parti ya da şahsın kazanmasına bağlı olduğu vurgulanır. 2008 ABD başkanlığı seçiminde Demokrat Parti'nin adaylığına seçilen Barack Obama, bu konuda farklı bir yol benimsemiş...

Yayınlanma: 23.10.2008 - 13:26
Abone Ol google-news

Afrika'da İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bağımsızlığa kavuşan Kenya'nın tanınmış bir kabilesinden gelme siyah bir baba ile ABD'nin Kansas eyaletinden gelme beyaz bir annenin çocuğu olan Barack Obama, kendi yolunu çizebilmek için, henüz Harvard Üniversitesi'nde bulunduğu sırada kendisini özel ve kamusal yaşamda rahatsız eden, tedirgin kılan kimlik sorunlarını yazıya dökmek ihtiyacını duymuştur. Başka bir deyimle okurların karşısına bütün çıplaklığı ile çıkmayı yeğlemiştir. Bu amaçla 1995'te Harvard Hukuk dergisinin editörlüğüne ilk defa bir Afro-Amerikalının seçilmiş olmasının taşıdığı derin anlamı açıklamak üzere 'Babamın Hayalleri'Irk ve Kimlik Mirasının Öyküsü' (Dreams From My Father'A Story of Race and Inheritance) adlı kitabı kaleme almıştır. (1) Kitabın özelliği Amerikan toplumunda günümüze dek süregelen ırkçılığın bireyi ta küçük yaştan itibaren nasıl örseleyebileceğini, nefsine karşı güvenini 'yoğun bir karşı koyma istenci göstermedikçe' nasıl yıpratılabileceğini çok renkli bir şekilde ortaya koymasıdır. Okuyucu zaman zaman bir toplum bilimci, sosyal psikoloji uzmanı ile karşı karşıya kalır; sonra yine bir adamın, melez bir erkeğin, ülke olarak benimsemiş olduğu Amerikan toplumunu tüm günah, haksızlık, sömürü ve hatalarına rağmen nasıl sevebileceğini anlar.Obama'nın bu kitabı, yer yer lirik bir roman kıvamı taşır. Yazar, alışılmayan bir açıklık ve samimiyetle eylemlerinin, hatta korkularının hesabını vermeye çalışır. Obama yaşamı boyunca, annesini ve kendisini terk eden, ancak on yaşında iken bir ay süre ile görebildiği babasını anlamaya çalışmıştır. İkisi beyaz diğer ikisi Afrikalı olan dört kadından kardeşleri olan Obama, babası bir trafik kazasında ölünce bu kıtaları aşan geniş aileyi daha yakından tanımaya çabalamıştır. Hayatında ilk defa Afrika'ya, Kenya'ya gidip Luo kabilesinin karmaşık hısımlık ağlarını anlamaya çalışmış ve sonunda kimliğinin, aidiyetinin, annesinin kendisine telkin ettiği şekilde Amerika'nın köklerinde gömülü olduğuna kanaat getirmiştir.

 

Barack'ın çocukluğu...

Barack'ın çocukluğu çok dalgalı geçmiştir. Anne tarafından büyükbabası Kansas eyaletinde mobilya satıcılığı yaparken hayatta yükselme şansını bir kez daha yakalama isteğiyle çalıştığı şirketin Hawai adalarında açmakta olduğu şubeye naklini kabul eder ve ailesi ile çok farklı bir iklim ve kültür çevresine yerleşir. Barack'ın babasına gelince, o Afrika'nın ünlü Masai kabilesinin bir kolu sayılan Luo'lardandır. Nairobi'de devam ettiği misyonerler okulunda gösterdiği başarı ve beyaz bir kadın öğretmenin desteği ile bir Amerikan üniversitesinde yüksek öğrenim görmek üzere burs kazanır ve böylece Hawai üniversitesine kaydolur. Dunham'lerin kızları Ann 'Barack'ın annesi' o sırada 18'ine yeni basmış, önyargısız bir genç kızdır. Üniversitede bir Rus dili kursuna yazılmıştır. Aynı kursu seçmiş olan Hüseyin Obama uzun boylu, yakışıklı siyah bir delikanlıdır. Alışılanın aksine Ann'in ailesi Afrika'dan gelmiş delikanlıya konukseverlik göstermiş, onu evlerinde ağırlamışlardır. Bu arkadaşlık kısa zamanda büyük bir aşka dönüşür. Kansaslı ailenin önce karşı koymasına rağmen genç çift evlenir. Barack Obama işte bu evliliğin ürünü olarak 1961'de dünyaya gelir. Ancak oğul Obama henüz iki yaşında iken baba Obama ailesini bırakıp kendisine Harvard'da öğrenim görmek üzere verilen burstan yararlanmak üzere ABD'ye gider, daha sonra da ülkesi olan Kenya'ya döner.Barack'ı tek başına yetiştiren annesi Stanley Ann, o sırada yirmi yaşındadır. Henüz 24 yaşına geldiğinde (Barack altı yaşındayken) bu kez Lolo adlı Endonezyalı bir gençle hayatını birleştirir ve çocuğunu Endonezya'nın başkenti Cakarta'ya götürür. Çeşitli ırklara mensup bireylere karşı daha hoşgörülü davranan Hawai adalarından farklı olarak Cava, Borneo, Sumatra, Bali gibi büyük ve sayısız küçük adalardan oluşan Endonezya, farklı kültürler barındıran ancak ağırlıklı olarak Müslüman bir toplumdur. Bağımsızlığa kavuştuktan kısa bir süre sonra tarafsızlar blokunda yerini alan Sukarno yönetimi, komünistlere karşı gösterdiği sempati yüzündan CIA'nın örgütlediği bir darbe ile düşürülmüş, yerine Suharto getirilmiştir. Tasfiye hareketi yerli milislere yaptırılmıştır; bilanço yarım milyonu aşan ölü ve kayıptır. Deneyimsiz olan Obama'nın annesi bu gerçekleri yavaş yavaş öğrenir. Ailenin gelirini arttırmak için Endonezyalı işadamlarına İngilizce dersi vermeye başladığı Amerikan büyükelçiliğinde hükümetteki rüşvet ve yolsuzluk haberlerini öğrenip bunları evde aktardığında, kocasından hiçbir yanıt alamaz. Çok geçmeden, ikinci kocasının ABD'de tahsilde olduğu sırada hükümet tarafından geri çağrıldığını ve sürgün edilmemek ya da hapse atılmamak için iktidarın teşvik ettiği rüşvet çarkına kapıldığını anlamakta gecikmez. Evliliği derin bir sarsıntı geçirir. Stanley Ann, kesin bir kararlılıkla oğlunu Amerikalı olarak yetiştirme kararı alır. Oğlunu pahalı, özel bir okula gönderemediği için, yerli okula gitmezden önce, aylarca her sabah saat dörtte uyandırıp mektuplaşma yolu ile Amerikan okul standartlarına uygun dersler verir. Ann bu arada Amerikan toplumunda ırkçılığa karşı yürütülen mücadeleyi yakından izlemiş, bu akımın gönüllü destekçisi olmuştur. Ona göre siyah olmak büyük bir mirasa sahip olmak, özel bir kısmete ulaşmak ve ancak siyahların başarabileceği görevlere aday olmaktır. Kendilerini terk eden babayı eleştirmeyip onu oğlunun gözünde hep yüceltmiş, bu arada oğluna ırkçılığın neden olduğu kötülüklerden bahsetmiştir. Çocuk Obama da gerçekleri yavaş yavaş anlamaya başlar. Noel babanın neden hep beyaz olduğunun, TV programlarında siyah adamların neden hep yeraltında çalıştığının, Cosby'nin neden hiçbir zaman beğendiği beyaz kıza kavuşamadığının ayırdına varır.Özel ve kamusal yaşamdaki bu gelişmelerin etkisiyle Barack'ın annesi ikinci eşinden de ayrılır. Barack, ilk önce annesi ve Endonezyalı sayılan kız kardeşi Anna ile öğrenimini Cakarta'da sürdürür, ancak daha sonraları antropoloji alanında alan çalışması için yeniden Asya'ya dönen annesinden de ayrılıp okulunu dedesinin yanında, tamamlamaya çalışır.Barack'ın dedesi Gramps torununun karakterinin oluşumunda iz bırakan önemli bir rol oynamıştır. Obama dedesini şöyle betimler: 'Tipik bir Amerikalı idi, özgürlük ve ferdiyetçilik ilkelerini coşku ile benimsemişti, önüne çıkan yeni bir fırsata sarılmakta bir an tereddüt etmezdi. Düşünülmeden yapılan hareketlerin kişiyi McCarthysm gibi bir jurnalciliğe ya da İkinci Dünya Savaşı'ndaki kahramanlıklara götürebileceğini hesaplamazdı. Kendini özgürlükçü, hatta bohemvari sayardı. Arada bir şiir de yazardı. Sevdiği müzik cazdı, en iyi arkadaşları mobilya sektöründeki Yahudilerdi. Kurumsallaşmış dinlerle başı hoş değildi, ailesiyle ancak bir süre tüm Hıristiyan öğretilere açık bulunan Üniter kilisesine devam etmiş, kızının Afrika'dan gelen siyah bir öğrenci ile arkadaşlık etmesini yadırgamamış, aksine çevresi bulunmayan bu delikanlıya evini açmıştır. Özetle atipik, hümanist, düşünceli, orta sınıfa mensup, girişimciliğe bel bağlamış bir Amerikalı idi....'Barack Harvard Üniversitesi'nin Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra, bir süre Chicago'da alt gelir Afro-Amerikalıların yaşadığı yoksul semtlerde sosyal çalışmalar yapar. Bu sırada Illinois eyaletinin senato üyeliği seçimlerine katılmaya karar verir. İşte bu sırada yapmak istediklerini 'Ümidin Cüreti' (The Audacity of Hope )(2) adlı ikinci kitabında kaleme alır. Önsözünde kendini şöyle tanıtır: 'Demokratım, kamuoyunda tartışılan konuların çoğunda görüşlerim Wall Street Journal'den çok New York Time'de çıkan başyazılar ile örtüşüyor. Varlıklı ve nüfuzlu politikalara karşı öfke duyuyorum. Devletin herkese eşit fırsatlar sunması gereğine inanıyorum. Devletin inanmayanlara benimkiler dahil dinsel inançların benimsetmesime çalışmasını kuşku ile karşılarım. Dahası var: Ben kendi özgeçmişimin tutsağıyım. Ben Amerika'nın deneylerini karma bir mirasa sahip, siyah bir adamın gözleri ile değerlendiriyorum. Bana benzer sayısız kuşağın horlandığını, ayırımcılığa tabi tutulduğunu, ırk ve sınıfsal aidiyetin bundan sonra da yaşamlarımızı belirlemeye devam edeceğinin farkındayım.(3) Ayrıca partimin zaman zaman dogmatik, duyarsız olduğu kanısındayım. Serbest piyasa, rekabet ve girişimciliğe ina-nıyorum, ancak hükümet programlarının ilan edildiği gibi yürütülmediği kanısındayım. Sırf ırka, toplumsal cinselliğe, cinsel yönelim ve mağduriyete dayalı bir politikayı reddediyorum.Küreselleşme bugünkü hızı ile devam eder ve hiçbir şey yapmazsak, yetiştiğimiz Amerika'dan çok farklı bir ülke ile karşı karşıya kalacağız. Halen ekonomik ve sosyal açıdan çok daha ayrışmış bir millet oluşmaktadır. Tabakaların birinde piyasada satın alınabilen her şeyi 'özel okul, özel sağlık hizmetleri, özel güvenlik, özel jet- satın alabilen, kendi içinde kapalı alanlarda yaşayan giderek zenginleşen bir bilgi sınıfı yer alacaktır. Diğer tabakada ise vatandaşlar düşük ücretli işlerde, daha uzun iş saatleri, sağlık, çocukların öğrenimi ve emeklilikleri için giderek daha çok çalışmak zorunda kalan, aşırı yük altında bunalan bir kamusal sektörün aksıyan hizmetlerine bağımlı kalacaktır.'(4)

 

Irkçılık ve inanç

Barack'ın zihnini sürekli işgal eden ve zaman zaman sıkıntılara sokan iki ana konudan birisi ırkçılık, diğeri inancıdır. Babası Hüseyin Obama Müslüman olmasına karşın Barack, Hıristiyanlığı seçmiştir, şu kadar ki mensup olduğu kiliseyi de zaman zaman eleştirmiş, her türlü dini bağmazlığa karşı koymaktan çekinmemiştir.Kitabında Amerikan toplumundaki acı gerçeklerin altını çizer okurlarına: Çocuk ölüm oranından, azami yaşam süresinden söz ediyor; istihdamdan evsahipliğine dek siyah ve Latin kökenli Amerikalıların beyazlara kıyasla bir hayli gerisinde yer aldıklarını hatırlatır. Amerika'nın her yöresindeki şirket yönetim kurullarında azınlıkların hemen hiç temsil edilmediklerini belirtir. ABD senatosunda üç Latin, Hawai'den gelen iki Asyalı ve tek bir Afrikalı Amerikalı bulunmaktadır. Duyduğu derin acıyı şöyle ifade eder: 'Amerikan toplumunun renklere karşı kör olduğunu ileri sürmek, tarihi inkâr etmek demektir! Ortalama siyah adamın karşılaştığı onur kırıcı muamelelerinin bir kısmına ben bugün de hedef olmaktayım. Bir mağazaya girdiğim zaman güvenlik görevlileri beni sıkı bir göz hapsine alıyorlar, bir lokantanın önünde arabamın getirilmesini beklerken beyaz bir çift bana araba anahtarlarını atarlar, polisler durup dururken arabamı durdurmaya çalışırlar. Ben siyahların her an duydukları acı ve öfke nedeniyle nasıl yutkunduklarını bilirim! (5)Irk sorunu konusunda açık düşünebilmek için dünyayı ikiye bölünmüş bir ekrandan görmek gerekir: Geçmişin günahlarını kabullenmek ve günümüzün çıkmazlarını yeis ve umutsuzlukla karşılamamak. Düne göre ırk ilişkileri alanında büyük değişiklikler oldu, fakat bunlar daha iyi olmak için yeterli değildir.'Obama'nın çocukluk anıları onu siyasi değişikliklere karşı çok duyarlı kılmıştır. Çocukluğunda beş yıl geçirmiş olduğu çok etnikli, renkli, hoşgörülü Endonezya'nın içinde yaşadığımız küreselleşmiş düzenin sonucu olarak nasıl otoriter bir topluma dönüştüğünü çok açık bir özeleştiri yolu ile ortaya koymaktadır: 'Biz son elli yılda tüm ulus ve uluslararası anlaşmazlıklara Soğuk Savaş'ın prizmasından baktık. Amerikan usulü kapitalizm ve çokuluslu şirketleri durmadan öne sürdük. Çıkarlarımıza hizmet ölçüsünde istibdat, rüşvet ve çevresel bozulmayı destekledik. Soğuk Savaş sona erince Internetin tarihsel anlaşmazlıkları sona erdireceğini sandık. Rekorumuz karışıktır, yalnız Endonezya'da değil, bütün dünyada.'(6) Amerikan ulusu önceleri dünyada olup bitenlere karşı taraf tutmayan bir seyirci olmaya karar vermişti. O zamanki düşüncelere göre kader Amerika'yı, eski dünyayı düzeltmeye değil, aksine yeni bir dünya kurmak için yaratmıştı. Fakat daha Thomas Jefferson ilk başta sadece on üç eyaletten oluşan birliğin genişlemeye mahkûm olduğunu belirtmişti. Önce Louisiana satın alındı, sonra sıra Meksika'dan toprak koparmaya, iç savaş yolu ile esareti kaldırmaya ve böylece piyasaya gereken işgücü sağlamaya geldi. Bu tarihten sonra Amerika gözlerini sınırların ötesine çevirdi. Amerika'ya Pasifik'te bir üs sağlamak üzere Hawai ilhak edildi, İspanya-Amerika savaşı ABD'ye Puerto Rico, Guam ve Filipinler üzerindeki denetimi sağladı. Amerika sistematik bir sömürgecilik yapmamakla beraber yabancı ülkelerin içişlerine hep müdahale etti.Evet, Amerika İkinci Dünya Savaşı'nda faşizmi yenmiş, Soğuk Savaş'ı sona erdirmiş, ekonomik kalkınmasını başarmıştır. Fakat Amerikan politikacıları Sovyetler'in tehdidini, Çin ve Kuzey Kore'de komünistlerin iktidarı ele geçirmesinden sonra dünyanın her yerindeki milliyetçi hareketleri, etnik anlaşmazlıkları, sağ veya soldaki politikalara hep Soğuk Savaş'ın gözlükleri ile bakmaya alışmıştır. İşte bu yüzden yıllarca komünizme karşı koymak şartıyla Mobutu gibi hırsızları, Noriega gibi katilleri destekledik, İran'da demokratik yoldan seçilmiş politikacıları gizli operasyonlarla devirdik.'

 

'Niye Irak'ı istila ettik?'

Ve Barack devam ediyor: 'Columbia üniversitesinde okurken Ronald Reagan'in Güney Afrika'nın 'apartheid' rejimini nasıl desteklediğini, El Salvador'un ölüm mangalarını nasıl finanse ettiğini dehşetle izliyordum.Aradan on beş yıl geçti, niye Irak'ı istila ettik de Kuzey Kore veya Birmanya'yı değil? Niye Bosna'da müdahale ettik, fakat Darfur'da seyirci kaldık? Ekonomisini liberalleştirmiş, fakat siyasi hakları tanımayan Çin'e nasıl bir muamele yapacağız? Cebimde bir reçete yok, fakat bazı konularda görüşlerim netleşti:Dünyada olup biten anlaşmazlıklar karşısında tamamen kenara çekilemeyiz.Günümüz güvenlik sorunu yirmi beş yıl öncesine kıyasla çok farklı. Bugünkü tehdit küresel ekonominin uluslararası yol haritasına uyum göstermediği, 'zayıf ya da çözülmüş devletlerden', orada egemen olan keyfi idare, rüşvet ve kronik şiddetden geliyor. Biz bir üçüncü dünya savaşını gözeterek yapılmış ve 2005'te 522 milyar dolarlık bir savunma bütçesine sahip olmamalıyız.' Barack Obama ikinci kitabını şu fikirlerle sonuçlandırır:'Biz başkalarına silah ve Washington'la iyi geçinmeye niyetlenen partilere para aktarmak suretiyle demokratik bir rejimi empoze etmekten vazgeçmeliyiz. Hürriyet seçimden daha önemli bir kavramdır. Seçim bir araçtır, bir sonuç değil: Dünya halkları 'Elektrokrasi'den(7) çok yaşanabilir bir yaşama kavuşmak isterler: Gıda, barınma, elektrik, sağlık hizmetleri, çocuklarının eğitimi onların başlıca istekleridir. Caracas, Cakarta, Nairobi veya Tahran'daki insanların kalplerini ve düşüncelerini kazanmak istersek, seçim sandıkları dağıtmak yeterli değildir. Biz Amerikan ilaç şirketlerinin patentlerini korumak uğruna Brezilya'nın, milyonların yaşamını kurtarabilecek AİDS ilaçlarını daha ucuza imal etmesini engelledik. IMF ve Dünya Bankası'nın her ülkenin kalkınması için tek tip bir formül olmadığına kanaat getirmeliyiz.'Görülüyor ki 2008 Kasım ayının birinci salı günü Amerikan seçmenleri sandık başına gittikleri zaman, iki yaşamsal seçenek karşısında kalacaklardır: Tercihleri Irak savaşına oy vermiş, Amerika'nın genişletmeci, hegemonyal gücünü sürdürmek isteyen bir adaydan mı, yoksa azgelişmiş ülkelerin sorunlarını bizzat yaşamış, ırka dayalı ayırımcılığın acılarını çekmiş, daha insancıl, daha eşitlikçi, toplumsal adaleti ön planda tutacak bir adaydan mı olacaktır? Bu tercih yalnız ABD'yi değil, küresel düzenin tümünü ilgilendirmektedir.

 

(1) Barack Obama, Babamın Hayalleri, Irk ve Kimlik Mirasının Öyküsü, Çev. İstem Erdener ve Zeynep Arıkan, 20008, Istanbul: Pegasus Yayınevi(2) Barack Obama, The Audacity of Hope ' Thoughts on Reclaiming the American Dream,2006, New York: Three Rivers Press. Bu kitap henüz Türkçede yayınlanmamıştır.(3) Barack Obama, The Audacity of Hope, Sh.10(4) Barack Obama, The Audacity of Hope, Sh.148(5) Barack Obama, The Audacity of Hope, Sh.232-233(6) Barack Obama, The Audacity of Hope, Sh.280(7) 'Elektrokrasi' terimi ile oy verme makineleri kullanan ülkeler kastedilmektedir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler