Türkiye, kadın ve erkek diye ikiye mi bölünecek?

Gelin, kadının evde oturup geleceğin dünyasında yaşayabileceğimizi düşünenlerle ortak bir hayal kuralım... Kadın olgusunu bir iç kavga, laik- Müslüman perspektifinde görmenin bir aptallık olduğunu kavramak için, bir fırtına gibi gelen 21. yüzyılda Türkiye büyüklüğünde bir ülkenin nasıl yaşayacağını sorgulamak temel işimizdir.

Yayınlanma: 24.10.2008 - 12:54
Abone Ol google-news

Özellikle gazetelerin sürekli vurgulayarak halkı içine hapsettikleri konu ve kavramların içerik ve kapsamı çağdaş toplumlarla aramızdaki farkı açıklamak açısından aydınlatıcıdır. Köylülükten kentliliğe, folklordan uygarlığa geçmekte zorlanan toplumun idaresi de kendine uygun.

Bu, genel çizgileriyle işleyen bir demokrasi modelidir. Örneğin oy atarken kadınlar kocalarını, aşiretler ağalarını, tarikatçılar şeyhlerini dinlerler. Bir bölüm halk da sadaka ekonomisine bağlıdır. Oyların kukla ipleriyle kontrol edildiği bir demokraside eğer çağdaş bir kalite aranırsa bunun en önemli göstergelerinden biri toplumun ilgilenip sorduğu sorular ve onlara verdiği yanıtlar olduğu savlanabilir.

Bunun tersi de doğrudur. Çağdaş toplumların tartışabildiği soruları soramamak ve yanıtlayamamak da aynı şekilde gelişmemişlik göstergesidir.

 

Siz ne düşünüyorsunuz?

Alman Spiegel dergisi geçenlerde Alman kamu oyunun dikkatine sunulan üç konu sunmuştu:

1. Erkekler mi, kadınlar mı daha iyi şef oluyor?

2. Bankaların batmasında suç kimin?

3. Partisiz seçmen, partilere alternatif olabilir mi?

Bu üç soruyu Türkiye ortamında kendimize sorsak ne olur? Kadınları paketlemek ve evlere hapsetmek isteyenlerin çokça olduğu bir toplumda kadın’ın erkek’ten daha iyi idareci olup olmadığı sorulabilir mi? IMF’nin jest ve mimiklerine bakarak hareket eden bir hükümetin idare ettiği bir toplumda kapitalizme, Amerikalıların bile söylediği ‘tefecileşmiş, yağmacı kredi sistemi’ desek, yıllardır tersini dinleyen bir kamuoyu ne der? Televizyonun mütebessim liberal ekonomi yorumcuları bir yıl önce neler söylediklerini acaba hatırlarlar mı? Partisini bir futbol kulübü olarak kabullenen insanlara politik bilinci uyanmış bağımsız seçmenin varlığını anlatmak kolay mı?

Bu üç konuyu Türkiye’de kırsal-kültür-egemen medya düzeyinde tartışmanın yaratacağı kafa karmaşası açık. Fakat kadın sorunu gelecek açısından bir ölüm-kalım sorunudur. Henüz herkesin türban takıp, çarşafa girmemiş olduğu Türkiye’de bu çok ağırlıklı olguyu tartışmak zorundayız. Olasılıkla Türkiye’nin en büyük sosyal ve kültürel sorunu budur.

Geçen gün Emre Kongar kadın örgütlerinin, kadın hareketlerine duyarsızlığı ile ilgili haklı bir eleştiri yazmıştı. Türkiye’nin yaşamı bu bağlamda büyük çelişkilerle doludur. Sabancı Holding başkanı bir kadın, TÜSİAD başkanı bir kadın. Kısa bir süre önce Anayasa Mahkemesi başkanı da bir kadındı. Kadın başbakanımız oldu. Kadın rektörlerimiz, dekanlarımız, başhekimlerimiz, profesörlerimiz, avukatlarımız, hâkimlerimiz, orta ve ilk öğretimde yüz binlerce öğretmenimiz, subaylarımız, polislerimiz var. Kadın iş gücü erkeğe yakın, toplamın %40’ı oranında. Türkiye ile karışlaştırılacak bir başka İslam ülkesi yok. Burada Cumhuriyetin devrimsel başarısı açık.

 

Üretim sorunu

İslam ülkelerinin gelecekteki temel sorunu, nüfusun yarısının katılmadığı üretim sorunudur. Dünya daha kalabalık ve daha aç olduğu, susuz ve enerji kısıntısı içinde yaşadığı zaman, kadına özel elbise giydirseler de, Müslüman toplumlar onu üretim sürecine katmak zorundalar. Müslüman kadının bugünkü durumu kentlileşememiş ülkelerle, petrol mirasyedisi olan ülkelerde iç açıcı değil. Petrol bittiği zaman bütün Arap ülkeleri Dubai gibi olmayacak.

Almanlar seksen milyonluk bir Almanya üzerinde gelecek planlarken, Türkiye kırk milyon erkek üzerinde gelecek hesabı yapabilir mi? 100 yıl önce nüfusun %90’ı köylerde yaşarken tarımsal üretim köylü kadının sırtındaydı, köylü kadınlar tarlada çalışırlardı. Köyler kentlere taşındıktan sonra bu katkı çok azaldı.

Dünyaya at gözlüğü ile bakıp nesnel olarak değerlendiremeyenlerin anlamadıkları ama içinde yaşadıkları evrensel bir olgu var. Kadın politikada, eğitimde, sporda, ticarette erkek kadar yer alıyor. Kadın çağdaş dünya yaşamı ile bütünleşmiş bir imgedir. Türkiye’nin kadınları da bu imgenin içinde yetiştiler. Türbanlı bir kadın 19. Yüzyılın gravürlerinden çıkmışa benziyor.

Evet, kapalı kadın bir Türkiye gerçeğidir. Fakat bunu din bağlamında tartışmak anlamsızdır. Kuran tartışılamadığı için Kuran’dır. Ama kaza, ölüm, üretim, mutluluk ve konfor insanların tartışmak zorunda olduğu yaşamsal gerçeklerdir.

 

Kadınsız dünya hayali

Gelin, kadının evde oturup geleceğin dünyasında yaşayabileceğimizi düşünenlerle ortak bir hayal kuralım:

Önce büyük mağazalar ve alışveriş merkezlerinden başlayalım. Buralardaki kadın satıcıları evlerine gönderelim, yerlerine bıyıklı gençleri koyalım. Sonra bankalardaki kadın memurları ayıklayalım, yerine kabak kafalı genç adamları koyalım. Sonra ilköğretim öğretmenlerinin kadın olanlarını evlerine gönderelim, yerlerine imam hatip okulu mezunu erkekleri yerleştirelim.

Sonra sırasıyla kadın avukatları, doktorları, mimarları, mühendisleri, devlet dairelerinde çalışan sekreter ve müdürleri evlerine gönderelim, ya da onlara, yerlerine yeterli erkek bulana kadar, şimdilik, uzun pardösüler ve türbanlar giydirelim. Sonra turistik otellerde çalışan kadınların hepsine, turistik olsun diye, şalvar giydirip başlarına da güzel yemeniler bağlatalım. Yüzlerine tül peçeler de takarsak daha gizemli olur. Sonra kadın askerleri, kadın polisleri terhis edip evlerine gönderelim.

Kuşkusuz daha önce toplumun ahlakını bozan kadınlı reklamları ortadan kaldırmamız ve modellik mesleğini yasaklamamız gerekir. Avrupa’dan gelen dergilerin de, Suudi Arabistan’da yapıldığı gibi, kadın resimli olanlarının mahzurlu olanlarını keserek sansürden geçirmemiz gerekir. Bu büyük bir iş alanı açacaktır. Önemli bir makalenin ilk sayfasının arkasında bir kadın resmi varsa o sayfa okunmayacak. Ben 1986 da Suudi Arabistan’da çalışırken buna bir çare bulamamışlardı.

Turizmi bu koşullarda gerçekleştirmek için bütün otellerin çevresine ciddi bariyerler çekilmesi, etraflarına da nöbetçi konması gerekecektir.

Köktenci bir deney olarak, Beyoğlu ve Bağdat Caddesi’ni açık saçık giyinen kadınlardan temizleyip, Fatih Çarşamba’sından çarşaflı bindirilmiş kıtalar getirmeyi de deneyebiliriz. Böylece Beyoğlu Beyoğlu olalı görmediği kadar İslami bir çehreye bürünecektir. Bu değişikliğin fotoğraflarını Avrupa Birliği’ne gönderirsek bizim ne kadar ciddi olduğumuzu anlayıp birliğe hemen alacaklardır.

Fakat bu değişikliğin köklü olmasını sağlamak için elinde sopa bir mutavva (din polisi) örgütünün kurulması gerekir. Kuşkusuz bir anayasa değişikliği de gerekecektir. Açık saçık, ahlak bozucu görüntüleri engellemek için İran’daki gibi, yabancı televizyonların, internet’lerin yasaklanması gerekecektir. Sayısı artacak işsizler ordusunun etrafa saldırmaması, tahrik olmamasına dikkat etmek zorunda kalacağız. Kadın üretimden çıkınca Türkiye’nin ortalama geliri en az %30 azalacağı için hükümetler maaşları da en az o kadar azaltmak zorundalar.

 

Gerçekleşme olanağı var mı?

Bu senaryo, çağını yaşamakta güçlük çekenlerin durumunu anlatmaya çalışan bir parodidir. Bir hayal. Fakat nasıl olacağını düşünmeseler bile bunu düşleyenler etrafımızda var. Türkiye’nin nüfusunun bir yüz yıl öncesine göre neredeyse on kat arttığını düşünüp, basit bir hesap yapamayan sayısı bu toplumda hâlâ kabarık.

Böyle bir köktenci değişikliği kuşkusuz ne AKP, ne dünya, ne de vatandaş hayal ediyor. Ne de gerçekleşmesi olanağı var. Fakat pek çok insanın, her an boğazları sıkılacakmış gibi bir halleri var. Etrafımda ‘İran’da nasıl oldu?’ diyen pek çok aydın var. İran’ın Türkiye’den ne kadar geri ve Şiiliğin nasıl örgütlü olduğunu ve Türk toplumu ile İran toplumları arasındaki farkları bilmiyorlar. Gerçi Türkiye gericinin gericisi de barındırıyor. Fakat bu tür gerici dünyada her yerde var.

Kadın olgusunu bir iç kavga, laik- Müslüman perspektifinde görmenin bir aptallık olduğunu kavramak için, bir fırtına gibi gelen 21. yüzyılda Türkiye büyüklüğünde bir ülkenin nasıl yaşayacağını sorgulamak temel işimizdir.

İki temel sorun var: Birincisi üretimin en üst düzeylerde olması ve içeriğinin yeni teknolojilere uymasıdır. İkincisi, insan özgürlüğünün elden kaçırılmamasıdır. Çünkü özgür olmadan, bilgiyle donanmadan üretimi arttırması olasılığı yok. Ne yazık ki uygarlığın kadının özgürlüğüne kavuşması (emancipation’u) ile paralel geliştiğini hâlâ öğrenememiş olanlar İslam dünyasını yönlendiriyor. Bu ikisinin birbirine bağlı olduğunu göremeyenlerin çağdaş dünyayı anlamaları olanaksızdır. Bu, sayı saymayı bilmemekle aynıdır..

Çağdaş dünyayı erkek kadar kadın da yaratıyor. Önce sayısal olarak buna mecburuz. Kadının rolü dünyada görsel olarak daha fazladır. Kadın öğretmenin duyarlılığına, kadın hemşirenin şefkatine gereksinmemiz var. Suudi Arabistan’da ordunun hastanelerinde çalışmak için Filipinlerden Katolik hemşireler getiriyorlardı. Allah Müslüman kadınları başkalarından eksik yaratmadığına göre onları bu hale sokan ancak budala insan yorumları olabilir.

Her bankonun arkasında kadına, tebessümü ve inceliği ile gergin dünyayı yumuşatmak, insancıllaştırmak, güzelleştirmek için gereksinmemiz var. Bunları toplum olarak algılamakta geç kaldığımız oranda, çekilecek sıkıntıların doğasını görsel olarak dünya basınından izlemek olası. Ama okuma-yazma bilmeyen dünya basınını izlemiyor. O zaman Emre Kongar gibi sormalı: Partiler, sivil toplum kuruluşları oturup hiçbir şeye ses çıkarmayan sözde aydınlar sahiden varlar mı?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler