Tarih bilinci

Her ulus köklerini bilmeli. Yaşama biçiminden gelen alışkanlıklarla göçebe toplumlar oluşturduğumuzu, tarım devriminden sonra yerleşik düzene geçtiğimizi biliriz. İslama inanıp Anadolu'yu yurt edindikten sonra, Akdeniz'i içine alan görkemli bir Osmanlı Devleti kurduğumuzu da unutmayız. Devletin yaşaması için oğlunu öldürmeyi yasa bilen acımasız bir anlayıştan geliyoruz. Buna karşın, sultanından çobanına ozan kişiliği olan ipek gibi insanlarız. Bu ikilem insanın kendinde gizlenmesine yol açıyor.

Yayınlanma: 18.11.2008 - 14:12
Abone Ol google-news

Tarım toplumunun yaşama düzeni İslam inanışıyla bütünleşince insanlar 'kul' olmaktan kurtulamıyor. İnanmak insanı güçlü kılabilir, ama 'birey' olmak koşuluyla.Sanayi devrimine geçemediğimiz, 'işçi bilinci' edinemediğimiz için 'birey' olma olanağına kavuşamadık. Kendinde gizlenen insan kendinden kurtulamadığı, birey olarak haklarını kazanamadığı için Osmanlı toplumu gerilemeye başladı.Zaman zaman 'düzeltme girişimi'ne özenen sultanlar oldu. Bu girişimleri canlarıyla ödediler.  CUMHURİYET DEVRİMİ Cumhuriyet Devrimleri'nin etkisi 15 yıl sürdü (1923 - 1938). Oysa devrim süreklilik ister. Hele 600 yıl süren ümmetçi bir toplumdan laik bir topluma geçmek, devrimleri geliştirmeyi gerektirir.Atatürk'ün ölümünden sonra o hız kesildi.Kırklı yılların ilk yarısı 'Aydınlanma' umudunu canlı tutuyordu. Ama ikinci yarısı, Sina Akşin'in sözünü anımsayarak belirtelim; 'karşıt akımların en başta geleni 'Kısmi Karşıdevrim'in' yürürlüğe girmesiyle, o umudun kararmasına yol açtı (ULUS DEVLET ve TARİH EĞİTİMİ - A. Kadir Paksoy, 'Önsöz', Sina Akşin, Öğretmen Dergisi Yayınları, 2008).Giderek bu 'Kısmi Karşıdevrim', karşıdevrime girme eğilimine dönüştü. Kuşku yok ki Cumhuriyet Devrimi'nin temel yasalarından biri, 'Öğretim Birliği'ni sağlayan yasaydı. İnsana yapılan yatırımın geleceğimizi kurtaracağına inanan Atatürk 'yeni insan'ı hazırlamak için 'çağdaş eğitim'e gereksinim duyuyordu.'Öğretim Birliği Yasası' çağdaş eğitime olanak sağlayacaktır.Cumhuriyet Devrimlerine inanan kadrolar içinde bu gerçeği kavrayan yürekli eğitimciler vardı. Onlar da devrimlerin eğitimle yerleşeceğine inanıyordu. Atatürk bu gerçeği anlamayan arkadaşlarıyla yol ayrımına gelmişti. Onlar, bırakılmış olmanın küskünlüğü içinde, birer gizli karşıdevrimci kimliğine büründüler. Bu kimlik, onları, Atatürk'ün canına kıyma girişimine sürükledi. Devrim coşkusunun yaşandığı o ilk 15 yılda karşıdevrimciler pusudaydı. Cumhuriyeti yıkmaya yönelik parti girişimlerine izin verilmedi. 'İnsana karşın insan için' olan demokrasi anlayışı, 'ödün verme yönetim biçimi'ne dönüştü.A. Kadir Paksoy, önceleri bir 'kısmi karşıdevrim' olarak başlayan bu girişimi, tarih anlayışındaki yozlaşmada görüyor. Daha 1939'da Şemsettin Günaltay'ın kitabından 'Beşer Tarihine Giriş' bölümü ile evrim süreci bilgileri çıkarılmıştır.A. Kadir Paksoy, tarih ders kitaplarının karşıdevrimin giderek koyulaşan karanlığına nasıl sokulduğunu anlatır. Oysa tarihten yola çıkıp roman ya da oyun yazanların bile gerçekten ayrılmaması gerekir. Turgut Özakman'ın sözünü anımsayalım:'Tarih, Kutupyıldızı gibidir. Ona ulaşılmaz, dokunulmaz. Ona bakılarak yol alınır.'Ulus Devlet'i yapan özelliklerden biri de 'Tarih Birliği'dir. Ama bağımsız düşünen kimi toplumcu tarih yazıcıları, 'Yaratıcı, çağdaş bir tarih eğitimi için insanların geçmişlerine sahip çıkmak kadar geçmişlerine sahip çıkmama hakkı olduğunu' öne sürüyorlar. A. Kadir Paksoy 'ULUSAL DEVLET ve TARİH EĞİTİMİ' kitabını bu anlayışa karşı çıkmak için yazmış. Çünkü bilinçli bir tarih a nlayışı 'Ulus Devlet'in kimliğini belirleyecektir.A. Kadir Paksoy ulus devlet'in tanımını şöyle yapmaktadır:'Ulus devlet, özgür ve bağımsız bir ulusun uluslararası temsil yeteneğine sahip; ekonomik, siyasal ve hukuksal olarak en üst düzeyde örğütlenme biçimidir.'Tarih bilinci olmadan ulusal devletin anlamına varabilir miyiz?Tarih bilinci, geçmiş olayları yorumlarken nedenleri üzerinde durmamızı gerektirir. Tarih bilinci; geçmişi anlamak, güncel koşullarda yaşamayı kolaylaştırmak, daha iyi bir yarına hazırlanmak, çağdaş bir kimlik edinmek, ulusal bir anlayışa erişmek olanağı kazandırmalı.A. Kadir Paksoy Tarih Vakfı'nın kitabında 'mercek', 'belge', 'tarih yazmak' bölümlerini övgüye değer bulsa da, Kurtuluş Savaşı'na 2 sayfa ayrılmasını, Abdülhamit Dönemi'ni 'Çağdaşlaşma Dönemi' olarak değerlendirmesini, magazin anlayışıyla yazılmasını, üstelik bilgi yanlışları olmasını eleştiriyor.A. Kadir Paksoy, Dil Devrimi'ne karşı çıkan, bulamaç gibi bir dil kullanan Şahin Uçar'ın tarih anlayışını da yanlış buluyor.'Türk - İslam Sentezcileri'nin tarihi yanlış yoyrumladığını belirten A. Kadir Paksoy; tarihsel gerçeklere bilimsel bir yorumla bakmak gerektiğine inanır:'Bilimsel olma savındaki bir tarihçi, tarihsel olguları ayrıştırır ve yorumlarken, inançlarını bir yana bırakmak zorundadır.'Yönetim anlayışına göre tarihi çarpıtanlar Şeyh Sait Olayı ile Menemen Olayı'nı tarikat inanışı içinde yorumlamışlardır.

 

'Tarihin talihsizliği'

A. Kadir Paksoy'un birbirini tamamlayan yazıları, tarih biliminin yanlış yorumlanması yüzünden, Öğretim Birliği Yasası'nı bozacak boyutlar kazanıyor. Paksoy bu anlayışı 'Tarihin Talihsizliği' olarak nitelendiriyor. Bu anlayışın yol açacağı sonuçlar şöyledir:'- Yurttaşlık bağına dayalı ulus yerine, etnik ya da dinsel bağa dayalı millet yaratmak isteyenlerin işleri kolaylaşır...- Kimlik bunalımını yaygınlaştırır; kimine kimliğini Osmanlı'da, kimine Orta Asya bozkırlarında, kimine de Arap çöllerinde aratır...- Tarihimizle barışma(!) çabalarını artırır...- Tarihsel bilinçten yoksun, bugünü anlamak için geçmişi anımsayan değil; bugünden kurtulmak için geçmişe sığınan kuşaklar yetiştirir.'A. Kadir Paksoy bu anlayışın demokratik bilinci azalttığını; barışçı, özgür bireyler yerine, terorizme açık, kendi düşünceleri olmayan, savsözleri kullanmayı hüner bilen, 'sürü insanlar' yetiştirdiğini öne sürüyor.Osmanlı Devleti kendi tarihi ile İslam tarihine önem verir, dünyadaki tarihsel değişime önem vermezdi.Laik bir toplumda önce Devrim Tarihi'ni iyi bilmek, sonra dünya tarihindeki devrimci eylemleri öğrenmek gerekecektir.'Türk - İslam Sentezi' anlayışından yana olanlar Kuvayı Milliye'nin anti-emperyalist, ulusal niteliğini görmezden gelerek, 'ekonomik durumu iyi olan doğudaki Ermenilere, Batı'daki Rumlara karşı tepki olarak' ortaya çıktığı anlayışını öne sürüyorlar.Tarih eğitimini böyle bir anlayışla ele almak; çöken Osmanlı Devleti'ni öne çıkarma, ulusalcı güçleri küçültme çabaları, toplumsal barışı bozan, tarih bilimiyle bağdaşmayan, amaçlı davranışlardır.Eğitim insana yapılan en iyi yatırımdır, ama o insan, yarınki aydınlık Türkiye'yi kuran insan olmalıdır. Önce iç barışı sağlayan, sonra dünya barışına kendini adayan insan olmalıdır.Tarihi bilim olarak benimsemediğimiz için bu anlayış gerçekleşemiyor. 'Tarih ezeli bir tekerrürdür' sözünü dilimize öyle alıştırmışız ki, ondan nasıl ders alacağımızı bilmiyoruz.Hiç olmazsa Mehmet Âkif'in dörtlüğünü anımsayalım:'Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?'Doğrusu, A. Kadir Paksoy'un, yozlaşan tarih anlayışına eleştirel gözle bakan yazılarından yola çıkıp, asıl, Mustafa Gazalcı'nın; 'Öğretim Birliği Yasası'nı bozan, eğitimi dinselleştirmek isteyen anlayışın ele alındığı kitabı üzerinde durmak istiyordum (EĞİTİME DİNCİ ÇEMBER, Bilgi Yayınevi, 2008) Ama A. Kadir Paksoy'un tarihe bakışı, eğitim anlayışı bakımından, belirtilmesi gereken özellikler taşıyordu. Yazıyı bütünüyle ona ayırmak gerekecekti.'EĞİTİME DİNCİ ÇEMBER' ayrı bir yazı konusu olacak.

 

Açıklama

Arslan Kılıç, 22 Mayıs 2008 tarihli Cumhuriyet KİTAP'ta çıkan 'Bir Soylu Ozan Anısına' başlıklı yazım için uzun bir açıklama göndermiş. Önemli bir ameliyat geçirdiğinden açıklamayı göndermekte geciktiğini söylüyor. Öncelikle kendisine 'Geçmiş olsun' derim.26 Ekim 2008 tarihli mektubu tam olarak yazımla ilgili değil.Metin Altıok'un cenaze töreni üzerine yazdıklarım için Zeynep Altıok'un hazırladığı 'Gölgesi Yıldız Dolu' adlı kitabından yararlandım.Gene de Arslan Kılıç'ın yazısında düzeltilmesi gereken yerler var:1- Metin Altıok'un cenaze töreni yapıldığı tarihte Edebiyatçılar Derneği Başkanı ben değil, Ahmet Say'dı.2- Metin Altıok'un 'yanlış ölümü', Madımak yangınındaki haksız ölümüdür. Yaşama serüvenindeki kimi yenilgilerini, onun yanlışı olarak düşünmedim.3- Arslan Kılıç'ın, edebiyatımızın saygın bir eleştirel denemecisi olan Füsun Akatlı'ya yönelttiği eleştirilere katılmıyorum.4- Zeynep Altıok'un cenaze törenindeki davranışı yalnızca babasının ölümünden duyduğu acıya bağlanamaz. Türkçenin o iyi ozanına yakışan Türk bayrağına sarılmasıdır.Arslan Kılıç, Hüseyin Atabaş'ın SIVAS KİTABI'ndaki yazısını okusaydı, Füsun Akatlı'yı onayladığını görecekti. 5- İşçi Partisi'nin cenaze törenine sahip çıkması onurlu bir davranıştır. Doğu Perinçek sevdiğimiz bir dostumuzdur. Onun bir başına, İsviçre'de, Ermeni soykırımı dayatmasına karşı, devletimizin onurunu korurken yalnız bırakılmasını tarih unutmayacak. Eşim Prof. Dr. Leziz Onaran'ın Ankara'dan İşçi Partisi milletvekili adayı gösterildiğini de anımsatmak isterim.Ama Metin Altıok'un ozan kişiliği söz konusuyken, İşçi Partisi üyesi olması kaçıncı sırada ilgimizi çekebilir?TEORİ dergisi Genel Yayın Yönetmeni de olan Arslan Kılıç'ın kimi suçlayıcı sözlerini, geçirdiği ağır ameliyattan sonra, sinirlerinin yorgun düşmesine veriyorum.Bir Genel Yayın Yönetmeni'ne benim anımsatmam gerekmez ama, yazarlık, neler yazılacağını değil, neler yazılmayacağını bilmek işidir.

Not: 'Frankfurt Çıkartması' başlıklı yazımın adı 'Frankfurt Çıkarması' olmalıydı. Ali Dündar'a teşekkür ederim.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler