Kaz Dağları'ndaki kültürün bekçileri kim?

Kibele kültüründe, Frigyalı rahiplerin psişik yeteneklere sahip olduklarını, tılsımlı taşlar kullandıkları, bu taşların en ünlüsü de Kibele kara-taşı olarak biliniyor. Hatta Kibele'nin olmadığı yerlerde karataşa tapınılırmış. Sarı Kız'ın babasının mezarının olduğu yer, Kaz Dağı'nın zirvesi, Kara Taş Tepesi olarak adlandırılıyor. Kendi mezarının bulunduğu yerde de, eteğinde taşıdığı taşlarla yaptığı söylenen kocaman bir kaz avlusu var. Taşlar tılsımlı(mı) acaba?

Yayınlanma: 22.11.2008 - 15:42
Abone Ol google-news

“Işık insanlarından başlayarak, Ma’yı, Paris’i, Sarı Kız’ı, Bakire Meryem’i, Kibele ve Kara Taşını, Zeus’u, Afrodit’i barındıran bu kültür kazanından günümüze ne kalmış diye soracaksınız biliyorum”

Kaz Dağının zirvesinde, Sarı Kız türbesinde oturmuşum. Oturmuş da esen rüzgârın araladığı ayak izlerinden geçmişe bakmışım… Manzara kadar muhteşem bir örgü! Masal gibi…

Yıllar yıllar önce buralarda ışık insanları olarak anılan Luwiler yaşarmış. Günümüzde izleri var mı acaba dersiniz?

“Bu dağın bilinen ilk adı Ma” dedi rehber, “Karşıda ki dağ ise Madra, yani Ma’nın kocası. “ Bilinen en eski ana tanrıçadan, Anadolu’nun bereket tanrıçasından bahsediyordu.
Daha sonraki dönemlerde, Zeus yaşar buralarda. Bu dağlara kendini yetiştiren İda’nın adını verir. Truva savaşına yol açan bir aşk hikayesi. Kahramanı Paris. Annesi ona hamileyken, bu çocuğun Truva’nın felaketine neden olacağı rüyasını görür. Bebek dünyaya gelince, adamlarına teslim eder, götürüp öldürmeleri için. Bebek o kadar güzeldir ki; acır, öldüremezler. Bırakırlar İda’nın tepesine; kurtlar, kuşlar yesin diye. Ama  Paris yaşar ve çoban olur dağlarda. Sonunda da tarihin ilk güzellik yarışmasında, Afrodit’ten aldığı rüşvet karşılığında, dünyanın en güzel kadını olduğunu söyleyerek elmayı ona verir. Bu yarışma Truva’nın mahvına yol açacak olayları tetikler.

Yıllar sonra bakıyoruz ki, dağ Müslüman Türklerin eline geçince hikâyenin kahramanı çoban Paris’ten, kaz çobanı olan Sarı Kız’a dönüşüyor. Hacca giden baba, dönüşünde kızı ile ilgili duyduğu namus hikâyeleri nedeniyle kızını öldürmek üzere Kaz dağına çıkartır. Öldüremez, kurda kuşa teslim eder. Öldürdüm, diye geri döner. Dağda eren Sarı Kız, yolunu kaybedenlere rehber olur. Bu hikâyeleri duyan baba dağa çıkar, kızını bulur. Bakar ki kız ermiş, yaptığına pişman olur ve oracıkta ölür. Sarı Kız da babasının ölümüne dayanamaz, hemen can verir. Babanın öldüğü tepeye Karataş tepesi deniyor. Kaz Dağının zirve noktası. Karşı tepesi de Sarı Kız tepesi. Her sene 15 Ağustos'ta Sarı Kız anmalarının yapıldığı tepe... Türkmenler ve Yörükler bu bölgeye gelerek, çadırlar kuruyor, kurbanlar kesiyor, adaklarını yapıyorlar. Kadınların geleneksel giysileri içinde katıldıkları bu törenler tam görsel şölen.

Biz dönelim gene hikâyenin ardındakilere... Türkmenler Horasan’dan geliyor. Horasan, ışığın doğduğu yer demek. Sarı Kız, ışığın doğduğu yerden geliyor demek ki. Üstelik Sarı Kız, bakire. Hıristiyan kültürünün Bakire Meryem’ini çağrıştırdı değil mi?  15 Ağustos Katolik cemaati tarafından Meryem Ana’nın göğe yükseliş günü olarak kabul ediliyor. Binlerce kişinin katıldığı törenlerle kutlanıyor.

Luwiler Hititlerle aynı dönemde yaşamış demiştim hani. O zamanlar ana Tanrıça Kibele hakim Anadolu’ya. Kibele’ye genellikle dağ zirvelerinde tapınılırmış. Doğa ile özdeşleştirilmiş, vahşi hayvanlarla, özellikle leopar ile ilişkilendirilmiş. Kaz dağlarının eteklerindeki tarihi Anthandros kentinde yapılan kazılarda çıkan ilk yamaç evinin, zemin mozaiklerinden en önemlisi Anadolu leoparına ait! Anthandros’un da Lelegler tarafından kurulduğu yazılı bir yerlerde.

Lelegler de yuvarlak iç içe geçmiş surlardan oluşmuş yapılar varmış. Surların içinde çobanların, ortada ise koyunların yaşadığı sanılıyor. Babakale tarafına düşerse yolunuz yuvarlak ağılları görebilirsiniz. Bunları alıp eve çevirenler bile var. Belli ki Lelegler kesinlikle geçmiş buralardan ve kalmış bizlere kadar!

Ayrıca Kibele kültüründe, Frigyalı rahiplerin psişik yeteneklere sahip olduklarını, tılsımlı taşlar kullandıkları, bu taşların en ünlüsü de Kibele kara-taşı olarak biliniyor. Hatta Kibele’nin olmadığı yerlerde karataşa tapınılırmış. Sarı Kız’ın babasının mezarının olduğu yer, Kaz Dağının zirvesi, Kara Taş Tepesi olarak adlandırılıyor. Kendi mezarının bulunduğu yerde de, eteğinde taşıdığı taşlarla yaptığı söylenen kocaman bir kaz avlusu var. Taşlar tılsımlı acaba?

Evet, şimdi gelelim kazlara. Eski mezar taşlarına baktığımızda üstlerinde kaz ayağı sembolünün çizildiğini görüyoruz. Neden kaz ayağı? Yapılan araştırmalara göre kazlar çok yüksekten uçabiliyorlar. Dünyanın en yüksek tepesinin bulunduğu Himalaya’ların bile üstünde uçtukları gözlenmiş. Demek ki ruhların o kadar yükseğe çıkmasını dilemiş eski insanlar ve bu dileklerini böylesi basit bir sembolle dile getirmişler. Kazların bu kadar yüksekten uçabilmesinin nedeni ise akciğer yapılarının yüksek oksijen taşıyabilme kapasitesi.  Kaz dağı dünyada en yüksek oksijen oranının bulunduğu söylenilen bölge!
Işık insanlarından başlayarak, Ma’yı, Paris’i, Sarı Kız’ı, Bakire Meryem’i, Kibele ve Kara Taşını, Zeus’u, Afrodit’i barındıran bu kültür kazanından günümüze ne kalmış diye soracaksınız biliyorum.

Gözlemlerim bana bu dağdaki kültürün bekçilerinin Türkmen köyleri olduğunu söylüyor. Atadan görerek ve nedenini hiç sorgulamadan tekrarladıkları ritüelleri var.  Sarı Kız efsanesinin peşinden giderken, “sarı”nın ışığın rengi olduğunu,  “kız” kelimesinin erdemi temsil ettiğini fısıldıyor Türkmen asıllı rehber kulağıma. Işığın erdemini içinde taşıyan bir köyde katıldığım Hıdırellez kutlamaları başka bir zamana taşıdı beni.
Yolunu bir daha asla bulamayacağım çamlı bir tepede, dede ziyaretine gittik. Onlar rengarenk ve tertemiz giysileri, tencereleri, kuruyemişleri, kahveleri, cezveleri, çaydanlıkları ile düştüler yola. Bense tüm merakımla. Dede deyince bir ata mezarı düşündüm. Meğer değilmiş. Köylülerden biri bir ışık görmüş dağda. Işığı gördüğü yeri taşla çevrelemiş, bakıma almış. Çevresinde köydeki aileler için ocaklar açılmış. Her ailenin yaygısını sereceği, ateşini yakacağı yer belli. Bu bölgeden tek bir dal bile götürmüyorlar evlerine. Her şey dedeye ait burada. Işığa yani. Öte tepede de bir ışık dedesi varmış. Bu ışıklar birbirlerini ziyaret ederlermiş. Soruyorum, anlatıyorlar gördükleri ışıkları. Sordum, çağlar öncesinde oralarda yaşayan ışık insanları, Luwileri, bilen kimse yoktu aralarında!
Bu arada bir kitap okudum beslendiklerimizin önemi ile ilgili. Altın olan topraklarda ki yeşillikleri yemenin insan bedeninin ışık taşıma kapasitesini artıracağını yazıyor. Altın madencileri tüketim toplumunun hırslı arzuları ile bu topraklara saldırırken, bizi ışığa taşıyacak yeşillikleri de ortadan silip süpürecekler anlaşılan. Ya da Sitchin’in Sümer yazıtlarından derlediği bilgilerdeki Annunakiler gibi altınları kullanarak ışık olup gidecekler. Kimbilir?

O eski kültürlerin mirasını; yazısız bir tarih, yaşam içinde kendini canlı tutarak bugüne taşıyor. Belli ki bize anlatmak istedikleri var.  Ne olduğunu bulmak benim harcım değil. Ben sadece ayak izlerini takip edip, duyduklarımı gördüklerimi paylaşayım istedim. Henüz dillenmemiş olanları da siz bulun isterim. Sizin oralarda hangi kültürlerin mirası yaşanmada?

www.biryolcu.com/organik


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler