AB'nin yanlı tutumu sürüyor...

AB'ye tam üyelik konusunda zihinlerden dışlanan Türkiye, artık raporlardan da dışlanıyor. Türkiye'ye karşı her alanda ikili ve yanlı tutum sergileyen AB, küresel güç iddiasını sürdürmeye çalışıyor. Ancak gerçekler ters yönde...

Yayınlanma: 22.12.2008 - 15:18
Abone Ol google-news

Uluslararası ilişkilerde siyasal birlik olmak bir yana ortaklık veya işbirliği durumlarında bile eşitler arasında karşılıklılık ilkesi geçerlidir. Ancak ortak ve eşit üyelik için Türkiye ile katılım müzakereleri yürüten Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı tavrı tıpkı Kıbrıs “sorunu” gibi mevcut durumun sonsuza kadar devam etmesi isteğinin tezahürüdür. Son olarak 10 Aralıkta toplanan AB Dışişleri bakanlarının aldıkları kararları değiştirmeden onaylayan AB liderleri bu mesajı net olarak onaylamışlardır. “Katılım” ve “üyelik” gibi daha önceden kullanılmış, resmi belgelere girmiş, hatta müzakerelerin ismi ve hedefi olarak açıklanan kelimelerin kullanımından bile kaçınılarak hazırlanmış bu rapor sadece bu özelliği ile bile gereken mesajı, okumak isteyenlere, iletmiştir. Acil yapılması gerekenler olarak sunulan ve AB’nin ivedilikle ve kararlılıkla yapılmasını istediği ve hiç değinmediği konular birlikte analiz edildiğinde satır arası okumaya veya dilinden ve tarzından sonuç çıkarmaya gerek kalmayacak kadar açık anlatılmıştır. Ayrıca tam üyelik ve katılımdan söz edilmezken AB’nin bu reformları Türkiye’nin “nesi” olarak istediği de kafaları karıştırmaktadır. Fransa gibi Türkiye’nin tam üyeliğine tamamıyla karşı çıkan bir ülkenin başkanlığı döneminde hazırlanan ve kabul edilen rapor herhalde sadece AB’nin iyi niyetleriyle ve ABD’den öğrendiği demokrasi ihracı çalışmaları sebebiyle yayınlanmıştır. Zaten Avrupa tarihi “diğerlerinin” iyiliklerini düşünmekle ve yardım çabalarıyla doludur! Afrika, Güney Amerika ve Hindistan yarımadasındaki onlarca devlet bu iyilik çabalarından tarihin her döneminde yararlanmışlar ve Avrupa’nın ne kadar yardımsever olduğunu görmüşlerdir!

 

 

Yine yeni bir rapor

AB dışişleri bakanlarını buluşturan Genel İşler Konseyi kararlarında “genişleme stratejisi” başlığı altında Türkiye’nin adı hiç geçmezken Batı Balkanlar için güçlü ifadeler kullanılmıştır. Türkiye başlığında ise taahhütlerin somut ve elle tutulur eylemlere dönüştürülmesi istenmektedir. Kabul edilen bu raporun ayrıntılarına geçecek olursak; bir dizi acil olarak yapılması istenen reformlar vardır. Bunları genel olarak sayacak olursak; yargı reformu, yolsuzlukla mücadele, azınlık hakları, kültürel hakların güçlendirilmesi, kadın hakları, çocuk hakları, sendikal haklar ve ordu üzerindeki sivil kontrol şeklinde sıralanmıştır. Her konuda yapılacak işlere ve yasalarda yer alacak ve çıkarılacak kelimelere kadar anlatan AB, terör saldırılarını ve terörist örgüt PKK’yı sadece kınamakla yetinmiştir. Ancak insan haklarına, orantısız güç kullanımına, uluslararası hukuka saygı gösterilerek terörle mücadele edilmesini istemektedir. Kıbrıs sorununda da Rum kesimi ile ilişkilerin normalleşmesinde Türkiye’nin herhangi bir adım atmadığını vurgulayarak bir an önce çaba sarf etmesi gerektiği bildirilmiştir.

Geçen yılki raporda çok daha güçlü ifadeler ile tam üyelik konusu vurgulanmışken bu yıl kelimesinin bile geçmemesi sadece Fransa’nın dönem başkanlığı ile alakalı olamayacak kadar ciddi bir dönüşümdür. Ayrıca 2 Aralıkta Hollandalı Parlamenter Ria Oomen-Ruijten tarafından hazırlanan Türkiye raporunda da yargı bağımsızlığı ve AB sözleşmelerinde açıkça vurgulanan adil yargılama hakkının ötesine geçerek Ergenekon davasının kararlılıkla sürdürülmesi ve şimdilik sadece iddia düzeyindeki devlet içerisinde çete yapılanmasının çökertilmesi ifadeleri haddini aşan sözleri nedeniyle Türk halkında antipati yaratmış olan Joost Lagendijk tarafından bile eleştirilmiştir. AB’nin benzer raporlarının hepsi bir arada düşünüldüğünde tek doğrunun demokrasi ve hukukun üstünlüğü olmadığının görmek mümkündür. Demokrasiye sonsuz saygı duyduğunu deklare edenler İrlanda halkının kararını yok saymakta, oylamayı tekrar ettirmeye çalışmakta ve İrlanda’nın birlikten çıkması gerektiğini bile söylemektedirler. Filistin’de seçimle işbaşına gelen Hamas’ı tanımayarak, insan hakları konusunda dünyanın en sabıkalı devleti olan İsrail’i stratejik ortak ve müttefik olarak ilan etmekte herhangi bir sakınca görmemişlerdir. Ek olarak 9 Aralık günü AB Dışişleri bakanlarının aldıkları kararla birlikte bu ilişki ve ortaklığı resmiyete döken AB, Türkiye’de ise insan haklarının yılmaz savunucusu rolüne soyunmaktadır. Alınan karara göre Avrupa ve İsrail güçlü bir partnerliğin yanında stratejik ortak ve müttefik olarak ortaya çıkıyorlar. İnsan haklarına, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne bu kadar inanan ve savunan AB’nin İsrail ile böyle bir ortaklığa başlaması hangi konuda ne kadar saygıdeğer olduklarını da göstermektedir. Aslında bu davranışı yadırgamamak ve bundan ders çıkarmak gereklidir. Çünkü dünya tarihi devletlerin, milletlerin, grupların ve bireylerin çıkar çatışmalarıyla doludur. Bu nedenledir ki AB’nin bu taraflı davranışları sadece kendi çıkarları doğrultusundadır ve normaldir. Normal olmayan Türkiye’nin ulusal çıkarları doğrultusunda hareket etmemesidir. Birliğin bu güne kadar siyasi olarak bütünleşememesinin sebebi de ulusal çıkarlardır. Çünkü birlik üyelerinin ulusal çıkarlarının uyuşmadığı durumlarda ortak bir hareketin oluşması mümkün olmamıştır.

 

 

İdealizm bitti

Küresel güç olabilmek için oluşturulan birliğin ulusal çıkarların etkisinde kaldıkça bu hedefine ulaşması mümkün değildir. Dolayısıyla “ekonomik dev-siyasi cüce” tanımlaması uzunca bir süre geçerliliğini koruyacaktır. ABD Ulusal İstihbarat Konseyi tarafından hazırlanan “Global Trends 2025” raporunda da üye devletlerin çıkar çatışmalarının 2025 yılında da devam edeceği ve bu nedenle AB’nin sorunlarını aşamayacağı öngörülmektedir. Bu tehlikenin farkında olan AB de Gürcistan-Rusya savaşı ve küresel mali krizden sonra bir strateji değişikliğine gitmeye başlamıştır. Çok derin değişikliklerin yaşanacağı bu süreçte AB de kendi önlemlerini almaya çalışmaktadır. Her ne kadar çifte standartları ve taraflı politikalarını eleştirsek de genelde idealist bir politika izleyen AB artık realizme kaymaya başlamıştır. Bunun en açık örneklerini İsrail ile yakınlaşma, Rusya karşısındaki tutumu ve Çin ile olan ilişkilerinde görebiliyoruz. Bu realizme geçiş sürecinde AB bünyesinde var olan sorunları tespit etmiş ve aşmaya çalışacaktır. Ancak AB küresel oyuncu olma amacıyla girişilen yolda yapısal olarak çok büyük sorunlar yaşayacaktır. Çünkü askeri açıdan çok güçlü olmak gerekirken AB’de çok yaygın bir anti-militarist söylem ve taraftarları vardır. Devletlerden oluşan bir yapının tek devlet gibi hareket etmede yaşayacağı zorluklar, üyelerin çıkarlarının her zaman paralel olamayacağı gerçeği de bu güçlüğe eklenince gerçekten çok büyük bir sorun görünümü alıyor. Yaşlanan ve verimsizleşen nüfusuyla AB’nin bu sorunları rahatça aşacağını söylemek hayalcilikten başka bir şey olmaz. Kissenger’ın “AB’yi aramak istesek hangi numarayı çevireceğiz?” sözü geçerliliğini korudukça bu problemlerin çözümü de mümkün olmayacaktır.

 

TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler