Turgut Özakman'ın kaleminden 'Mustafa' / 7

Filmde Cumhurbaşkanı olunca önemli bir işi kalmadığı, bu nedenle alfabe, dil ve tarih gibi konularla ilgilendiği söyleniyor. İstenildiği kadar yumuşatılarak söylenilsin, bu bakış şunu bir daha gösteriyor: Can Dündar ve ekibi, Atatürk'ü de bilmiyor dönemini de, programını da, projesini de, bu projenin anlamını da, neden gerektiğini de...

Yayınlanma: 27.12.2008 - 07:44
Abone Ol google-news

Cumhuriyet coşkusu yok, halk yok, devrimler yok ama Atatürk’ü anlatmayan şeyler çok.

 

Hangi birini düzelteyim

- Filmde Cumhuriyet dönemi nasıl anlatılıyor?

- Mudanya, saltanatın kaldırılışı, Lozan, Cumhuriyet, devrimler dönemi donuk bir üslupla ve hızla özetlenip geçiliyor. Yine halk yok, halkın desteği yok. Halkın desteği olmadan Kurtuluş Savaşı verilir mi, bu büyük atılım gereçekleşebilir mi? Serbest Parti olayı yok. Eski düşman Venizelosun Atatürkü Nobel Barış Ödülüne aday göstermesi yok. Montreux yok. Dış politika hiç yok. Cumhuriyet Mecliste büyük coşkuyla, sevinç gözyaşları, kucaklaşmalar, çığlıklarla kabul ve ilan edilmiştir. Gelibolu Milletvekili Celal Nuri İleri bu olayı büyük bir heyecanla ve çok güzel anlatıyor. ( Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi, 3/1, s. 24 vd. ) Ama filmde bu coşku verilmiyor, Atatürk yeni diş yaptırmış, daha alışamamış, cumhurbaşkanı seçilince bu yüzden kısa konuşmuş, bu anlatılıyor!

Can Dündar ve ekibince Cumhuriyetin ilanı ile ilgili en önemli ayrıntının bu olduğu anlaşılıyor. Kronoloji yanlışları da var. Mesela saltanatın kaldırılışı sırasında Atatürkün Karma Komisyonda yaptığı ihtilalci konuşma, başka zamana kaydırılmış. Anlamı değişmiş. Bu dönem Atatürkün önderliğinin, devlet adamlığının, devrimciliğinin, öğretmenliğinin, düşünürlüğünün devleştiği dönem! Ama filmde bu yok.

 

Filmdeki Atatürk

- Neler var?

- Özet olarak aktarıyorum: Atatürk, medreseleri kapatarak ilkokulda Kaymak Hafız adlı öğretmenden yediği dayağın intikamını almış, bütün gücü elinde toplamış, sözü kanunmuş, Mussolininin heykeltıraşı Canonicaya heykellerini yaptırarak memleketi heykelleri ile doldurmuş, cumhurbaşkanı olunca ciddi bir işi kalmadığından alfabe, dil ve tarih konularıyla ilgilenmiş ya da oyalanmış, dalkavuklara inandığı için işler iyi gidiyor sanmış, aldanmış, gerçeği öğrenince çok üzülmüş, İzmir suikastını vesile ederek muhalefeti temizlemiş, devrim çocuklarını yemiş, sözü kanunmuş, her gün bir büyük şişe rakı, 3 paket sigara içiyormuş, kadın düşkünüymüş, çevresinde dostlarından pek azı kalmış, gittikçe yalnızlaşmış, kimsesiz, yapayalnız ölmüş.

Bu özeti yaparken bile içim bulanıyor. İşte Can Dündarın ve ekibinin anlattığı, bazılarının desteklediği ve beğendiği film ve filme göre Atatürk ve dönemi bu.

Bu iddiaların hangi birini düzelteyim?

Doğrusu, öğrenin de gelindeyip geçmekti. Ama susmaya hakkım olmadığını düşünüyorum. Özellikle genç öğretmenleri ve sevgili öğrencileri düşünerek.

Medreseleri kapatarak, Kaymak Hafızdan yediği dayağın intikamını almışmış. Buyrun, psikolojik bir çözümleme örneği! Koca eğitim devrimini bu basitliğe indirmenin yersizliğini kendi de fark etmiş olmalı ki bu cümleyi yazdığına pişman olduğunu söylüyor.

Ya öteki cümleler? Sistematik olarak, severek, önem vererek, saygıyla okuyup incelese, Atatürkü ve o dönemi kavramaya çabalasa, öteki cümleleri yazdığına da çok pişman olacağına inanıyorum. \t

 

İsteği kabul olmadı

Atatürk sevgi, saygı, minnet ve hayranlık halesiyle çevriliydi. Ama bütün gücü elinde toplamış değildi. Bütün güç ne demek? Bütün güç sözünün içine icra, yasama ve yargı girer. Bütün bu erkler elinde miydi? Söz konusu bile değil. Sistemin kurallarına ve gereklerine büyük saygı duyardı. Meclise çok büyük önem verirdi. Bu cümle yetersiz incelemenin, üstünkörü anlatımın bir yeni örneği. Bakınız: Atatürk 1924 Anayasasında cumhurbaşkanına Meclisi fesh etme ve yasaları veto edebilme yetkilerinin yer almasını ısrarla istemiş ama isteği kabul olunmamıştır. Oysa 1924 en kudretli zamanıydı.

1938 yılı Kasımına kadar TBMMden 3.500 kanun geçmiştir. Devrim kanunları ile birlikte Atatürkün cumhurbaşkanı olarak toplantı dönemleri başında Mecliste yaptığı konuşmalarda kanunlaştırılmasını tavsiye ettiği konuların sayısı 100’ü bulmaz. Kanunlaştırılmasını tavsiye ettiği konuların çoğu da, konuşmalarında hükümetin isteği ile yer almıştır.\t

 

Sözü kanun değildi 

Sözü kanun değildi. Sözü kanun olsa toprak reformu kanunu Meclisten geçerdi. Sözünün kanun olduğunu iddia etmek o dönemi hiç bilmemektir. Atatürkün Türkiyeyi çağdaşlaştırma gibi büyük bir programı vardı. Onu gerçekleştirmek için türlü yollar, yöntemler denemiştir. Çağdaşlaşma programı bazı önemli devrim kanunlarının çıkarılmasını gerektiriyordu. Atatürk bu konuları halkla, yetkililerle, uzmanlarla, bilginlerle, gazetecilerle konuşuyor, tartışmaya açıyor, kamuoyunu tartıyor, hazırlıyor, konuyu olgunlaştırıyor, başbakanı ve ilgili bakanı ikna ederek, hükümetin konusu haline getiriyordu. Kanunu Meclise hükümet sunardı.

Genel sekreterlerinin anıları okunursa, hiçbir yetkiliye emir vermediği, yetkisine karışmadığı da anlaşılır.

(Önemli bir eser: Prof. Dr. Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye, Kırmızı Yay. İst. 2007)

Atatürk’ün projelerini bilmiyor

Filmde Cumhurbaşkanı olunca önemli bir işi kalmadığı, bu nedenle alfabe, dil ve tarih gibi konularla ilgilendiği söyleniyor. İstenildiği kadar yumuşatılarak söylenilsin, bu bakış şunu bir daha gösteriyor: Can Dündar ve ekibi, Atatürkü de bilmiyor, dönemini de, programını da, projesini de, bu projenin anlamını da, neden gerektiğini de. Bunlar tarih denizine girip de hiç yüzmemişler, kıyıda ayaklarını ıslatmışlar sadece.

Alfabe devrimi yapıldığı sırada okur yazar erkek oranı yüzde 7 , kadınlarda bu oran binde 4 idi. 600 yıllık bir imparatorluğun ana vatanındaki halkın eğitimi bu acıklı düzeydeydi.

Alfabe devrimi sayesinde okur yazar oranı büyük bir hızla artacaktır. Millet mektepleri, art arda açılan kız ve erkek okulları, sanat okulları, öğretmen okulları, eğitmen kursları ve bu kursların devamı olan Köy Enstitüleri olgusu, bu büyük devrimin dallarıdır.

Filmde kullanılan sade, yalın Türkçe de, dil devriminin eseridir. Yoksa Hacivat üslubu ile konuşacaklardı.

 

Tarih araştırmaları Atatürk'le başladı 

Türk tarihi ve Anadolu hakkındaki ciddi araştırmalar hiç kuşkusuz Atatürkle başlamıştır. Bu çaba, çok kapsamlı, çok ciddi, çok anlamlı, Batı emperyalizmine karşı savunmayı da amaçlayan bir çalışmadır:

Özetleyeyim: Rumeliyi bizim sanıyorduk. Atatürkün dediği gibi, bir gün geldi sopayla kovulduk’. Sevr ve eki olan Üçlü Anlaşma, Anadoluyu da parçalamak, Türkleri Anadolu ortasına sürüp hapsetmek istiyordu. Doğuda Ermenistan, Kürdistan kurulacaktı. Edirne, Tekirdağ, Kırklareli ile İzmir çevresi Yunanlıya verilmişti.

İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve çevresi işgalcilerin denetimi altında bir kurul tarafından yönetilecekti. Doğudan batıya kadar bütün güney Anadolu çıkar bölgeleri olarak İngiliz, Fransız ve İtalyanlara ayrılmıştı. Bu barbar anlayış Lozanda da talihini denedi ama sonuç alamadı. Atatürk ve arkadaşları emperyalizmin her oyununu görmüş, yaşamış, acısını tatmış, akıllı, uzak görüşlü, yurtsever, uyanık insanlardı. Hep tetik durdular. Bu parçalayıcı, barbar anlayış, Atatürk zamanında, fırsat bulunca yeniden ortaya çıkmak için geri çekildi (Bu anlayış yine tırnaklarını gösteriyor).

Bu büyük çalışma belki şöyle özetlenebilir: Anadoluyu bir bütün olarak korumak, vatanımıza geçmişiyle birlikte sahip çıkmak, millete özgüven vermek. Türk Tarih Kurumu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Etnog-rafya Müzesi, her ilde art arda açılan müzeler, kazılar, çeviriler, kongreler, kitaplar ( Tarih I,II,III ve IV), tezler ve halkevleri bu çabanın parçalarıdır.

Acaba anlatabildim mi?

 

Beş yıldızlı bir çarpıtma

Filmde özet olarak, Atatürk dalkavuklara inandığı için işlerin iyi gittiğini sanıyordu, aldanmıştı, gerçekleri öğrenince çok üzüldüdeniliyor. Bu iddianın kaynağı Genel Sekreter Hasan Rıza Soyakın anılarının 2. cildinin 405-406. sayfalarıdır. Atatürk İzmir-Aydın-Ispartayı ziyaretten sonra 6 Mart 1930 günü, Antalyaya gelir. Atatürk o gün çok yorgundur.

Yalnız kalınca Genel Sekreteri H. Rıza Soyaka dert yanar: Her yerde dert, şikâyet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi manevi bir perişanlık içinde. Ferahlatıcı pek az şeye rastlıyoruz. Mateessüf memleketin hakiki durumu bu işte. Bunda bizim günahımız yok. Uzun yıllar, hatta asırlarca dünyanın gidişinden gafil, birtakım şuursuz idarecilerin elinde kalan bu cennet memleket, düşe düşe şu acınacak duruma düşmüş.”

Şöyle devam eder: İleri milletler seviyesine erişmek işini bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkânsızdır. Biz şimdi o yol üzerindeyiz. Kafileyi hedefe doğru yürütmek için insan takatinin üstünde gayret sarf ediyoruz.

Hasan Rıza Soyaka göre Atatürkün gözleri dolmuştur, hafifçe elleri titriyordur. Atatürk bu konuşmayı şöyle bağlayacaktır: Yeise değil hatta ufak bir tereddüte dahi düşmeye yer yoktur. Halimizi bilmekle beraber, cesaretimizi kaybetmemeli, ümit ve şevk içinde yolumuza devam etmeliyiz. Er geç fakat muhakkak gayemize varacağız.

Filmde anlatılan sahnenin aslı bu.

Ne yalan söyleyen dalkavuklar var, ne Atatürkün durumu bilmediği, ne kandığı, ne kandırıldığı, ne birdenbire bilmediği gerçekleri öğrenince üzüldüğü. Sahne bütünüyle saptırılmış. Üzülmesi çok soylu, çok saygı uyandırıcı değil mi? Bu sevgi, şefkat sahnesinden, dalkavuklarla çevrili, aldatılan, gerçeklerden habersiz, gafil bir adam hikâyesi çıkarmak için ne olmalı, nasıl olmalı?

Beş yıldızlı bir çarpıtma!

(SÜRECEK...)


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler