Turgut Özakman'ın kaleminden 'Mustafa'/ 9

Birdenbire onuncu yıla ve Atatürk’ün coşku, sevinç, gurur dolu onuncu yıl söylemine geçiliyor. Hani Türkiye’de her şey berbattı, perişandı, Atatürk’ü kandırmışlardı? Biri yalan söylüyor. Atatürk mü, Can Dündar ve ekibi mi? Filmin geneline bakarak kararı sizler verin. Yine filmde “devrim çocuklarını yedi” deniyor. Suikastçılara ceza verilmesini “devrim çocuklarını yedi” diye anlatmak yakışıksız bir yakıştırma olur.

Yayınlanma: 29.12.2008 - 11:24
Abone Ol google-news

Film, 1930 tarihine kadar Türkiye’de hiçbir şey yapılmamış izlenimi veriyor

‘Türk mucizesi’ yok sayılıyor

Atatürkün üzüntüsü sırf bu sahne ile sınırlı değildir. Duruma birçok kez üzülmüştür. Başta o, herkes ülke hızla kalkınsın, her sorun bir an önce çözülsün, uygarca, insanca yaşayışa kavuşulsun istiyor ama bütçe küçük, yama büyük, dert çok, istek çok. Hepsi ideal fedailerinin ıstırabını yaşıyor. Ne yapılıyorsa o küçücük bütçe ile, o dar uzman kadrosuyla yapılıyor. Sorunların kaynağını Cumhuriyette bulanlar o dönemi ve neler başarıldığını hiç bilmeyenlerdir. Bilgisizliğin sefasını sürüyorlar. Durumun daha iyi anlaşılması için birkaç bilgi notu daha:

a. Atatürk neredeyse durmaksızın yurdu gezmekte, durumu incelemekte, yetkililerle konuşmaktaydı. Durumu en iyi izleyen insandı. Cumhurbaşkanı olduktan sonra mesela Adanayı 9, Balıkesir’i 7, Bursayı 13, Çanakkaleyi 5, Edirneyi 3, Eskişehiri 10, İzmiri 7, Kayseriyi 4, Konyayı 6, Mardini 3, Mersini 6, Samsunu 3, Sıvası 4, Trabzonu 4 kez ziyaret etmiştir.

 

Çok şeyler yapıldı 

b. Bu olayın tarihi 1930dur. Filmdeki sunuş, bu tarihe kadar sanki Türkiyede hiçbir şey yapılmamış gibi bir izlenim veriyor. Hayır! Çok şey yapılmıştı, yapılıyordu. Bu dönem, dürüst Batılı gözlemcilerin Türk Mucizesi diye nitelikleri her alanda kalkınma dönemidir. İlkele yakın bir miras kalmıştı Cumhuriyete: Zavallı bir tarım, sıfıra yakın bir sanayi, ekonomi bakımından yarı sömürge. Kişi başına milli gelir 4 lira. İşgalciler savaş sırasında ve çekilirken birçok şehirlerimizi, kasabalarımızı, köylerimizi yakıp yıkmışlar. Milyondan fazla insanımız aç ve açık. Tek kuruş borç almadan, ortaçağdan çıkmak ve yaraları sarmak için dev gibi hizmet aşkıyla büyük çabalar harcanmıştır.

Yeri gelmişken söyleyeyim: Yakılan, yıkılan on binlerce camiyi de cumhuriyet yaptırmıştır. Cumhuriyete kanat gerenlerin hepsinin hayatı bir destandır. Okullar yapılıyor, demiryolları millileştiriliyor (6 yılda 1.800 km. yeni demiryolu da yapılmıştı), veremle, sıtmayla mücadele ediliyor, elektrik santralları kuruluyor, yetişmeleri için her konuda yurtdışına öğrenciler yollanıyor, kadın-erkek eşitliği sağlanıyor, sanayi kuruluyor, bilim, sanat ve spor destekleniyor, yargıda ikilik kaldırılıyor, uçak fabrikası açılıyor, Ankara ve İstanbul radyoları yayına geçiyor, baraj yapımına başlanıyor, bütçede denklik korunuyor, yeni devlet birimleri kuruluyor (mesela Merkez Bankası, İstatistik Enstitüsü, Meteoroloji G.Md.lüğü), eşkıyalığın kökü kazınıyor, daha neler neler... Cumhuriyet bütün bunları kendi yağıyla kavrularak, borçsuz başarmıştır ve hep daha iyisini, güzelini, ilerisini istemiştir. Yapılanları bu yüzden hep yetersiz görmüştür. Bu tutku şimdi de olsa!

c. Lozanı imzalamak zorunda kalan Batı emperyalizmi yoksul Türkiyeye kredi vermemiştir. Bu süre içinde iki kez kısmi seferberlik ilan edilmiş (Şeyh Sait isyanı ile Mussolininin Doğu Akdenizle ilgili açıklaması üzerine) ve dünyayı sarsan büyük ekonomik bunalım (1929) başlamıştır. Başarı bunlara rağmen sağlanmıştır.

İşte böyle.

Filmde bunların hiçbiri yok.

 

Atatürk’ü kurtuluş yolunda terk ettiler

Birdenbire onuncu yıla ve Atatürkün coşku, sevinç, gurur dolu onuncu yıl söylemine geçiliyor. Hani Türkiyede her şey berbattı, perişandı, Atatürkü kandırmışlardı? Biri yalan söylüyor. Atatürk mü, Can Dündar ve ekibi mi? Filmin geneline bakarak kararı sizler verin. Yine filmde devrim çocuklarını yedideniyor. Suikastçılara ceza verilmesini devrim çocuklarını yedidiye anlatmak yakışıksız bir yakıştırma olur. İttihatçılar davasında idam edilen dört İttihatçıdan biri dışındakiler Anadoluya geçmiş, Milli Mücadeleye katılmış bile değillerdi. Hiçbiri devrimin içinde, yanında yer almadı. Bunlar için de devrimin çocukları demek komik kaçar.

Devrim çocuklarını yedi deyişiyle Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy düşünülüyorsa, gerçek şudur: Bu isimler Milli Mücadele döneminin önemli isimleridir. Hizmetlerini büyük saygıyla anarız. Fakat Cumhuriyetin ilanı üzerine muhalefete geçerler. Çağdaşlaşma atılımında, bu amaçlı devrimlerde emekleri ve kararları yoktur.

 

Adıvar: Paşa haklıymış 

Devrim çocuklarını yememiş, bu kimseler baş seçtikleri Atatürkü asıl kurtuluş yolunda terk etmişlerdir. Birkaç bilgicik: Karabekir Paşa ve söz konusu kimseler, kendilerinden oluşacak bir olağanüstü kurul tasarlamış, her şeyin bu özel kurulun onayı ile yapılmasını istemişlerdir.

Yasal anlayışa aykırı olan bu öneri elbette kabul edilmemiştir. (İnönü, Hatıralar, 2.c., s. 171 vd.)

Karabekirin anılarında çok saydığım askeri kişiliğine hiç yakıştıramadığım birçok siyasi saptırma ve çarpıtma var. Siyaset bazı askerlere hiç yaramıyor. (Meraklısı için: Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, s. 617-639) Rauf Orbay padişahlıktan yanaydı. Refet ve Ali Fuat paşalar, Büyük Taarruz öncesi kendilerine önerilen ordu komutanlığını reddetmiş, kıyıda kalmayı istemişlerdir. Tarihin akışını hiç anlamamışlardı.

Atatürke küsen Halide Edip Adıvar bile Sabiha Sertele, M. Kemal Paşa haklıymışdiyecektir. (Aktaran Yıldız Sertel, Cumhuriyet gazetesi, 4 Şubat 1997) Refet ve Ali Fuat paşalar, daha sonra Atatürke sokularak milletvekili olmuş, sofrasında yer almışlardır. (1935-1932)

 

Atatürk'ün heykelleri

Atatürkün ilk heykeli Sarayburnundaki heykeldir. (1926) Heykelci Canonica değil, Avusturyalı Heinrich Krippeldır. Konya Atatürk, Samsun Atatürk, Ankara Zafer, Afyon Zafer anıtlarını da Krippel yapmıştır. Pietro Canonica Mussolini iktidara geldiği sırada 53 yaşında, dünyaca ünlü bir heykel sanatçısıydı. KısacasıMussolininin heykeltıraşı değildi. Bu nitelemenin amacı ne? İyi niyet bu anlatımın neresinde?

Canonicanın yaptığı ilk heykel Ankara Etnografya Müzesinin önündeki atlı heykeldir (1927). Bunu Sıhhiye Meydanındaki mareşal üniformalı heykel, Taksimdeki Cumhuriyet Anıtı ile İzmirdeki atlı Atatürk anıtı izlemiştir. Hiçbir heykel Atatürk istedi diye dikilmiş değildir.

İllerin, belediyelerin, derneklerin ya da gazetelerin istemesi, önayak olmasıyla yaptırılmıştır. Atatürk döneminde yukarıda saydıklarımızın dışında yanılmıyorsam başka bir heykel yaptırılmadı. Atatürk heykelleri ve büstleri furyası çok sonra, 1960larda başlamıştır. Atatürkün Canonicaya model durduğu, Canonicanın da güya heykelin eskizini çizdiği sahne Mussolininin heykeltıraşı nitelemesini daha da düşündürücü yapıyor. Bu sahnede Atatürkü oynayan aktör Mussoliniye benzetilmiş, onun ünlü kibirli, şişkin duruşuyla duruyor. Bu çirkin sahnenin yönetmeni kim? Can Dündar mı, bir başkası mı? Kimi kınayacağımı bilmek istiyorum.

Atatürk ve zafer heykellerinden böyle mi söz edilmeliydi? Bu ne ham, bu ne görgüsüz anlatım! Anıtlar toplumların tunçtan, mermerden bellekleridir. Heykelin put sanıldığı bir toplumda bu heykeller, hem ciddi bir devrimdir hem de kadirbilme anıtlarıdır. Tabii anlayan için.

 

(Yarın: Film bu sahneyle bitseydi)


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler