Ekonomik Büyüme ve Gerçekler

Yayınlanma: 23.05.2012 - 06:10
Abone Ol google-news

Türkiye’nin bu iç tüketim artışına dayalı, tasarruf etmekten çok dışarıdan kaynak aktarılarak yürütülen bugünkü büyüme modelini uzun süre devam ettirebilmesi mümkün değil. Mümkün olsa bile istenmemeli. Bu yaklaşımın dışa bağımlılığı giderek arttırmanın ötesinde, ekonomiyi dış dünyadaki dalgalanmalara ve uluslararası sermaye hareketlerine karşı korumasız bıraktığı gerçeği unutulmamalı.

Standard and Poors adlı, bizim de anlaşmalı olduğumuz bir değerlendirmekuruluşunun Türkiye ekonomisinin görünümünü durağana çevirmesi hükümeti, daha doğrusu Başbakanı fena halde hiddetlendirdi. Oysa yakın geçmişte Standart and PoorsTürkiyenin kredi notunu yükselttiği zamanlar bizim yetkililerden övgü alıyordu.

Aslında Başbakan yabancıların Türkiye ekonomisine iyimser gözle bakmalarına alışmış. Türkiyeye dışarıdan bakanlar çeşitli nedenlerle olumlu gelişmeleri abartıyor, sorunları ise görmezden geliyor. Siyasal kimliği olanların nezaketen söylediklerini fazla ciddiye almamak gerekir. 2001 yılında Türkiyeyi ziyaret eden Dünya Bankası Başkanı, Ecevit hükümetinin politikalarını göklere çıkartmıştı da, aradan iki ay geçmeden ekonomi derin bir bunalımın içine düşmüştü. Ancak daha iyi bilmesi gereken bazı Batılı iktisatçıların aşırı iyimser yorumlarını anlamak kolay değil. Bu kişilerle ne zaman bir araya gelsem bana Türkiyenin örnek büyümesini övüyor, kendilerine katılıp katılmadığımı soruyorlar. Bir süre konuştuktan sonra ne kadar yüzeysel düşündüklerini sanırım onlar da anlıyor.

Yanlış anlaşılmasın. Türkiye ekonomisinin son on yılda büyümediğini savunmuyorum. Ancak büyümenin iktidarın göstermeye çalıştığı boyutlarda olmadığı da gerçek. Başbakanın yaptığı gibi dolar bazındaki rakamları kullanarak, AKP iktidarı döneminde milli gelirimizin ikiye katlandığını söylemek yanıltıcı. Doğru olanı milli gelirdeki değişmeyi sabit fiyatları esas alarak hesaplamak. Öyle yapıldığında, 2002 yılındaki milli gelire 100 dersek 2011 yılı sonunda ulaşılan rakam 158. Yani artış yüzde 50nin biraz üzerinde. Çok sayıda ülke aynı dönemde bunun üzerinde bir büyüme sağlamış. Öte yandan, başta sanayi üretimi rakamları olmak üzere 2012 yılının verileri ekonomide büyümenin ciddi biçimde hız kestiğini gösteriyor.

Tartışmayı daha sağlam bir zemine oturtabilmek için 2000li yıllarda gerçekleşen büyümenin itici gücü üzerinde durmak gerekir. Ancak o zaman geleceğe yönelik bekleyişler daha gerçekçi olacaktır. Türkiye ekonomisinde büyümenin, uzun süredir dışardan gelen paraya dayalı iç talepteki artıştan kaynaklandığını bilmeyen kalmadı. 2000’li yıllar uluslararası alanda sermayenin bol olduğu bir dönem. Türkiye yürüttüğü yüksek faiz-düşük kur politikası ile yüksek nema arayan kısa vadeli sermayenin çekim merkezlerinden birisi oldu. Durum bugün de fazla farklı değil. Yaşanmakta olan kriz nedeniyle Batının merkez bankaları kendi ülkelerinde faiz oranlarını neredeyse sıfır düzeyine itmiş bulunuyor. O nedenle de enflasyona göre faizlerin nispeten yüksekliği Türkiyeyi bu çeşit sermaye için çekici kılmaya devam ediyor.

Özellikle son on yıldır, Türkiye, kaynaklarının çok üzerinde tüketen bir ülke görünümünde. Her yıl dışarıdan ne kadar kaynak aktarıldığının göstergesi dış açık. Son dönemde gayri safi milli hasılanın yüzde 10una kadar çıkan açıklar ekonominin geleceğini tehdit eder boyutlara ulaşmış durumda. Günümüzün dünyasında bunun başka bir örneği yok. Ekonomi bakanımız Zafer Çağlayana kalırsa her şey çok normal detek sivilcedış açık. Eğer iktidar Bakanın sivilce diye tanımladığı açığın kaşına kaşına büyük bir yara hale geldiğini görmüyorsa işimiz zor demektir.

Öte yandan, dışarıdan gelen para dahil, elimizde avucumuzdakini hızla tükettiğimiz için toplum olarak ürettiğimizin giderek küçülen bir kısmını tasarruf ediyoruz. 1998 yılında yurtiçinde gerçekleşen tasarruflar gayri safi milli hasılanın yüzde 24.3ü kadardı. Yani ülkede üretilenin yaklaşık dörtte birini tasarruf ediyorduk. Bu oran 2000li yıllarda büyük düşüş gösterdi. Resmi kaynaklara göre 2010 yılında tasarruflar gayri safi milli hasılanın yüzde 14ünün altına indi. 2011 yılında tasarrufun bu oranın da gerisinde kaldığını resmi ağızlardan duyuyoruz. Oysa 2000li yıllarda örneğin Çinde tasarruf oranı yüzde 45in üzerinde; Malezyada yüzde 43, Güney Korede yüzde 32.

Türkiyenin bu iç tüketim artışına dayalı, tasarruf etmekten çok dışarıdan kaynak aktarılarak yürütülen bugünkü büyüme modelini uzun süre devam ettirebilmesi mümkün değil. Mümkün olsa bile istenmemeli. Bu yaklaşımın dışa bağımlılığı giderek arttırmanın ötesinde, ekonomiyi dış dünyadaki dalgalanmalara ve uluslararası sermaye hareketlerine karşı korumasız bıraktığı gerçeği unutulmamalı. Ancak iktidarın bu modelden vazgeçmek gibi bir kaygısı olmadığı da çok açık.

Baran Tuncer İktisatçı


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler