Çevrecilik ölecek

"Doğanın dilinden göç ettik. İnsanı ezberledik. Kokuları, tatları, bakışları, duruşları, hisleri, kitleleri, diğer canlıları, dağları ve nehirleri okumayı unuttuk. Okuyamadığımız için, tümünü hızla yok ediyoruz"

Yayınlanma: 18.08.2008 - 10:04
Abone Ol google-news

Doğanın sağlığı, insan sağlığının temel koşulu olarak kabul edilecek. Daha çok insan kendi besinini kendisi yetiştirmeye başlayacak. İnsanlar ‘fittness center’a gitmek yerine şehrin tarlalarında çapa yapacak ve tohum ekecek.

2030 yılına kadar dünyanın modern toplumlarındaki “çevre” algısında devrim yaşanacak. Çevre yakın bir zaman içinde ‘bizim dışımızdaki’ varlıklara atfedilen elit bir değer olmaktan çıkacak. Giderek artan bir ivmeyle doğa ve insanın birbirine bağlı olduğu gerçeği kavranacak. Toplumun küçük bir kesimine atfedilen ‘çevrecilik’ ölecek, onun yerine herkesin parçası olduğu ‘doğa kültürü’ yeşerecek. İnsan, yediği her lokmayı, aldığı her nefesi ve içtiği her damla suyu aslında doğadan aldığını hatırlayacak.

Geleneksel taş, kerpiç ve ahşap mimari doğayla daha uyumlu olduğu için yeniden yaygınlaşacak, betonarme yavaş yavaş tarih olacak. Yaşamsal ihtiyaçlar, giyecek, su, enerji, yerel ölçekte üretilmeye başlanacak. Kırsal yaşam ve kent yaşamı arasındaki sınır eriyecek. Hastaneler ve hastalıklar azalacak. Bu dönüşüm, büyük şirketlerin ve devletlerin değil, bir dizi yerel girişimcinin önderliğinde olacak ve tüm dünyaya yayılacak.

İnternet ve iklim değişikliğinin etkileri bu yaygınlaşmada büyük rol oynayacak. Şirketler ‘çevreci’ görünmek yerine, doğayı koruyan üretim süreçlerinin peşine düşecek. Doğaya saygılı olanlar değil, onu yok edenler parmakla gösterilecek ve ayıplanacak. Temel eğitim anlayışı tümüyle değişecek. Eğitim, yalnızca aklın değil, vicdan ve bedenin de eşit oranda eğitimi üzerine odaklanacak. Bu nedenle aile içi eğitim daha ön plana geçecek. Türkiye, henüz kırsaldan geçişini tamamladığı için dünyadaki bu değişime büyük katkı koyacak ve belli alanlarda öncülük edecek. İnsanlar mutlu günlerini doğa bayramlarıyla kutlayacak.

Kelimeler zindanı

Hangi kelime sıcak bir gülüşün yerini tutar? Hangi cümle bir nehir gibi işitilir? Hangi mesaj aşkın dokunuşu kadar beklenir? Hangi kitap kopyalanmaz?

Bu macera biz altı yaşlarındayken başlar. Sokak gider, sıra gelir. Top oynamak biter, yazı gelir. A, B,C, alfabenin 29 harfi. Derken heceler, kelimeler. Cümleler. Ne olursa bundan sonra olur. Öğrenilen her cümle ve içindeki her bilgi yavaş yavaş içimize işler. Her biri, doğamızdan bir parça götürür. Altı yaşından üniversiteden mezun olana kadar hiçbir şey üretemeyiz. Sabah sekiz, akşam beş. Hep aynı hareket. Sonuç: Sıraya yapışmış bir beden. Rekabete yenik düşmüş bir vicdan. Bilgi çöplüğüne dönmüş bir akıl.

Doğanın yarattığı bir varlık bundan daha fazla doğasından arındırılmış ve yok etmeye hazır olabilir mi? Beden ve vicdanın tecrit edilmesiyle kontrolsüz kalan akıl, artık her duyduğuna ve okuduğuna inanabilir. Beden süslenmesi gereken bir eşyadır, vicdan ise eski zamanların meselesidir. Asıl olan, akıl gücüyle kazanılması gereken paradır. Bedenini kullanarak ekmeğini kazanan köylüler, uzağımızdaki terli ve tozlu kişilerdir.

Akıl zenginlerini doyurmak için tozlandıkları çoğu zaman hatırlanmaz. Sofraya konan salata ve meyvedeki emeği hiç kimse konuşmaz. Onun yerine, ezen cümleler için savaşılır. Yaşamı kelimelerin arasına hapsetmiş olmanın ağır sonuçlarını hemen her zaman görmezden geliriz.

Daha çok konuşarak, televizyonla uyuşarak, fitness salonlarına yazılarak veya enerji haplarına servet yatırarak sorunu çözmeye çalışırız. Ancak bir türlü sonuç alamayız. Beden ve vicdanın tecrit edilmişliği, bizleri bir türlü rahat bırakmaz. Sema gösterileri, içimizi hoş eder.

Çünkü orada yok ettiğimiz doğamızı, vicdanı ve bedeni mutlak uyum içinde görürüz. Greenpeace?in eylemleri konu ne olursa olsun hep haber olur.

Toplum, bedenini ve vicdanını korkmadan harekete geçiren eylemcileri gıptayla izler. Bir an için bile olsa kendini onların yerine koyar. Rahatlar. Kadınların kendilerini buldukları dönüm noktası anne olmalarıdır. Nihayet erkeklerin yorucu dünyasından ?izin? alarak unuttukları beden ve vicdanlarıyla baş başa kalırlar.

Doğanın dilinden göç ettik. İnsanı ezberledik. Kokuları, tatları, bakışları, duruşları, hisleri, kitleleri, diğer canlıları, dağları ve nehirleri okumayı unuttuk. Okuyamadığımız için, tümünü hızla yok ediyoruz. Kırgın kelimeleri duyuyoruz da, onlardan evvel gelen uzak bakışlara tepki vermiyoruz. Gazetelerde ?Nehirler boşa akıyor? diyene inanıyoruz da, Dicle’nin sesini duymuyoruz. ? Mesaj göndermedin? diye kızıyoruz da, hasret yüklü bir kucaklaşmayı bekleyemiyoruz. Kitapları bir hazine gibi saklıyoruz, ama yazılmış ve yazılacak tüm kitapların tek suretlik kaynağını, doğayı, el birliğiyle yok ediyoruz. Kelimeler zindanı, bizim zindanımız. Yok mu içimizde bu zindandan kendini kurtaracak bir yiğit?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler