Nasıl Bir Anayasa?/ 2

Prof. Dr. Kaboğlu Başbakan ile Cumhurbaşkanı'nın yetkilerinin sınırlandırılması gerektiğini söyledi. Hukukçu olan CKD Başkanı Sarıhan, hazırlanan taslağı inceleyerek, yapılmak istenen düzenlemeler konusunda uyardı.

Yayınlanma: 19.05.2009 - 08:19
Abone Ol google-news

Marmara Üniversitesi (MÜ) Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin sınırlandırılması gerektiğini belirtti. Kaboğlu, “Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin dolup seçimlerin yapılacağı 2012 yılında zaten anayasal olarak yetkili bir Cumhurbaşkanlığı konumuna bir de halk tarafından seçilmenin meşruluğu eklenince Cumhurbaşkanlığı makamı çok daha güçlü bir hale gelecek. Yönetim biçiminde yörünge kayması tehlikesi doğacak. Önümüzdeki dönemlerde anayasal değişiklik yapılacaksa, gerek Başbakan gerek Cumhurbaşkanı’nın yetkileri sınırlandırılmalı” dedi. Prof. Dr. Kaboğlu, eğer Türkiye’de başkanlık ya da yarı başkanlık rejimi amaçlanıyorsa bunun adının da açıkça konulması gerektiğini belirterek “Ancak ad koymadan ‘Anayasayı revize edeceğiz’ söylemleriyle hareket etmek son derece sağlıksız. Askeri darbe olmasın derken anayasal darbe ile karşılaşmayalım” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu anayasal düzenin ancak yeni bir anayasa ile gerçekleşebileceğini belirten Kaboğlu, “1982 Anayasası’nı değiştirebildiğimiz kadar değiştirdik. Bu değişiklikler, bir evreden sonra temel sorun, içerikten çok yöntem sorununa dönüştü. Ne var ki, bu değişiklikler tutarlı ve sistematik olmadı. Diğer taraftan, hak ve özgürlükler alanını ilerletmek için yalnızca ilgili anayasa maddelerinde değişiklik yapmak yeterli değildi, bir de bu hak ve özgürlükleri korumakla görevli olan devlet makamlarının görev ve yetkilerine ilişkin değişiklik yapmak lazımdı. Bu yapılamadı” diye konuştu.


Rejim değişikliği tehlikesi

Kaboğlu, 2007-2008 yıllarında ise anayasada yapılan üç değişikliğin anayasayı bir amaç olmaktan çıkarıp “araçsallaştırdığına”, yani siyasi partilerin çıkarlarına hizmet eden bir araç haline geldiğine dikkat çekerek “2007-2008’de yapılan değişiklikler anayasayı siyasi partilerin bir tür projesi haline getirdi. Bu araçsallaştırma Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi yönünde yapılan değişiklikle de açıkça görüldü” dedi. Cumhurbaşkanı’nın 2012 ya da 2014’te görev süresinin dolmasının ardından yenisinin halk tarafından seçileceğini, ancak bu noktada bir rejim tehlikesi kuşkusunun doğduğunu kaydeden Kaboğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Zaten anayasal olarak yetkili bir Cumhurbaşkanlığı pozisyonuna bir de halk tarafından seçilmenin meşruluğu eklenince, Cumhurbaşkanlığı makamı çok daha güçlü bir hale gelecek. Bunun ardından rejimin yarı başkanlığa mı, otoriter başkancı bir sisteme mi kayacağı konusunda ciddi kuşkularım var. Önümüzdeki dönemlerde anayasal değişiklik yapılacaksa, gerek Başbakan gerek Cumhurbaşkanı’nın yetkileri sınırlandırılmalı. Bu, parlamenter rejim için gerekli. Buna karşılık, eğer Türkiye’de başkanlık ya da yarı başkanlık rejimi amaçlanıyorsa bunun adının konulması lazım. Ancak ad koymadan ‘Anayasayı revize edeceğiz’ söylemleriyle hareket etmek son derece sağlıksız.”


Yurttaşlık kavramı

Türkiye’de yeni bir anayasa yapılacaksa öncelikli konuların “anayasada yurttaşlık kavramı, merkez-çevre ilişkisi ile laiklik ekseni” olduğunu belirten Kaboğlu, özetle şunları söyledi:

“Yeni bir anayasada yurttaşlık kavramının nasıl düzenleneceği konusu birinci öncelik. Yurttaşlığı Türklük eksenine mi oturtacağız yoksa Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı şeklinde mi ele alacağız? İkinci konu merkez-çevre ilişkisi. Ankara, hep bu kadar etkili ve yetkili mi olacak, yoksa merkeziyetçi yönetim anlayışından yine tek yapılı devlet çerçevesinde kalınarak, taşraya doğru, yani âdemi merkeziyetçi bir örgütlenmeye doğru kaydırılacak mı? Üçüncü konu da laiklik ekseni... Anayasa bu dünya için mi hazırlanıyor, yoksa bir tür kutsal kitap olarak mı görülüyor? Anayasa, dünyevileşmiş bir metindir ve laiklik ilkesi ile bir yandan inanç özgürlüğünü güvence altına alırken diğer yandan belli bir dinsel inanç dışında kalan kişilerin de bu dünyayı yaşamalarına olanak tanır... İşte Türkiye’de bu üç konuda oydaşma sağlanabilmiş değil. Bu ön ve temel sorunlar üzerinde uzlaşma sağlanabilmesi ölçüsünde, bunların ardından, kadın-erkek eşitliği, sosyal haklar, yargı bağımsızlığı gibi diğer anayasal sorun ve konular gelir.”

Bu ilkelerin göz önünde bulundurulmaması halinde “anayasal darbe” olacağını ifade eden Kaboğlu, “Olağan dönemde anayasanın yenilenmesi, yine yürürlükteki anayasa ile açılacak hukuki yolla mümkündür. Eğer halihazırdaki anayasa bir kenara atılıp yeni bir anayasa hazırlanacaksa bu anayasal darbe olur. Bu anayasanın öngördüğü kurallar göz önünde bulundurularak çalışmalar yapılmalı. Bunun için usule ilişkin mevcut kurallar yetmez; demokratik oydaşma yoluyla biraz önce değinilen temel sorunlar üzerinde güven ortamı oluşturulmalı. Kurumsal olarak yeni bir anayasanın hazırlanma sürecinde, TBMM yanında temsili özelliği bulunan bir kurucu meclis oluşturulmalı, bu temsili heyetin hazırladığı taslak, yine TBMM’de teyit edilmeli ve son olarak da halkın oyuna sunulmalı” görüşüne yer verdi.
 

'AKP değişikliği kendisi için istiyor’

Cumhuriyet Kadınları Derneği (CKD) Başkanı Şenal Sarıhan, AKP’nin anayasa değişikliğini kendi önünü açmak için istediğini belirterek “hazırladığı son taslakta anayasal kurumların iktidar emrine alınmasının öngörüldüğü” uyarısını yaptı. Sarıhan, “Evet, anayasa değişikliği gereksinim. Ama ‘antilaik eylemlerin odağı olduğu’ Anayasa Mahkemesi kararı ile hüküm altına alınan bir partinin iktidarından, halk egemenliği ve kişi özgürlüğünü temel alan bir anayasa önerisi beklemek olanaksız” dedi.

CKD Başkanı Şenal Sarıhan, hukukçu kimliği ve Türkiye’nin önemli kadın örgütlerinden birinin başkanı olarak, yeni anayasa girişimlerine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Anayasaların, herkese, her yerde, her zaman uygulanmak üzere düzenlenmesi gerektiğini belirten Sarıhan, “Yeni bir anayasanın, hangi toplum için, hangi zamanda ve hangi güç dengeleri ile hazırlanacağı önemli” dedi.


AKP’nin yeni anayasa istemi

“Rejim değişikliklerinden sonra, darbelerden sonra ve halkın ortaklaşa değişiklik isteğini dile getirmesi nedeniyle” olmak üzere, 3 ayrı durumda yeni anayasaya ihtiyaç duyulduğunu belirten Sarıhan, şunları kaydetti:

“Bugün AKP iktidarının anayasa değişikliği istemi, bu üç durumdan birinin ürünü değildir. Özünde bir sıkıyönetim anayasası olan 1982 Anayasası, kişi hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi ve demokratik bir yapının yaratılması noktalarından ciddi değişiklikler geçirmiş olmasına karşın, özellikle bu alanlarda hâlâ daha ileri ve hak genişletici bir yapı için değişme ya da yenilenme gereksiniminde. Bu konuda geniş bir ittifak da söz konusu. Fakat AKP yeni bir anayasayı, eski ve geri olan bir rejim değişikliği için istiyor. 2 yıl önce ortaya çıkan taslak, AKP’nin amacını açıkça gözler önüne seriyor. Taslakta karşımıza çıkan, Cumhuriyetin bağımsızlıkçı ve aydınlanmacı kuruluş felsefesini reddeden, küreselleşme adına ulus devletten ve değerlerinden vazgeçen bir anlayıştır. Bu anlayış üzerine, kişi hak ve özgürlüklerinin, de- mokratik esasların oturtulması beklenemez. Bugün ‘antilaik eylemlerin odağı haline geldiği’ Anayasa Mahkemesi kararı ile hüküm altına alınmış olan bir parti iktidarından da halk egemenliği ve kişi özgürlüğünü temel alan bir anayasa önerisi beklemek de zaten olanaksız.”

Sarıhan, “İktidar, anayasa değişikliklerini, son derece net ve inkâr edilemez biçimde, kendi önünü açmak için istiyor. Evet, anayasa değişikliği bir gereksinim. Ancak bu değişikliğin, böylesi anlayışlarla hareket eden bir siyasi parti ile yapılması mümkün değil” görüşünün altını çizdi.

 

Anayasal kurumlar için tehlike

AKP’nin hazırladığı 20 maddelik taslağı da değerlendiren CKD Başkanı, yapılmak istenen düzenlemelerle iktidara engel olan anayasal kurumların AKP’nin emrine alınmak istendiğini, böylece buraların işlevsizleştirilip yürütmenin emrindeki kurumlar haline getirileceğini vurguladı. AKP’nin, devleti iktidar partisinin sürekli bir organı gibi gördüğünün altını çizen, bu nedenle de taslakta devlet organları arasındaki dengelerin altüst edildiğine dikkat çeken Şenal Sarıhan, amaçlanan değişikliklerin doğuracağı sıkıntıları şöyle sıraladı:

4 Yasama, yürütme, yargı arasında olması gereken özerk ve bağımsız ilişki adeta yok edilmek isteniyor.

4 Anayasa Mahkemesi yapısında amaçlanan değişiklikler, tam da yargının teslim alınması ve çoğunluk partisine tek egemen statüsünün verilmesi girişimi. Ama yargının bağımsız ve özerk yapıdan uzaklaştığı koşullarda demokrasiden söz edilemez.

4 Siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılmasıyla; gerçekten örgütlenme özgürlüğünün demokrasi temelinde genişletilmesi değil, demokrasiyi yok edecek siyasi partilere ve ideolojilere özgürce çalışma olanağı yaratılması amaçlanıyor.

4 2 yıl önceki ve bugünkü taslaklarda, özgürlük alanlarına ilişkin hiçbir çalışma bulunmuyor. Örneğin bugün geniş kadın kitlelerinin eşitlik istemi, iktidarın gündeminde dahi değil. Onlar için, toplumun yüzde 50’sini oluşturan kadınların sorunu, korunması gereken özürlü, yaşlı ve engelli sorunu ile eş olmaktan öteye gitmiyor.



‘Kuruluşlar hatta bireyler bile teklif hazırlamalı, azami uzlaşı aranmalı’

Bugünkü Meclis yapısının yeni bir anayasa hazırlamaya yeterli olduğunu, ama TBMM dışındaki partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarının da görüşünün alınması gerektiğini söyleyen Hak-İş Genel Başkanı Salim Uslu, “Çeşitli kuruluşlar hatta bireyler dahi anayasa teklifleri hazırlayıp sunabilir. Böyle bir duyarlılığın gösterilmesi gerekiyor” dedi. Uslu, ilgili kesimleri uzlaşmaya da çağırarak “Herkesin ‘yaptırmam’ demeden önce, ‘Nasıl bir anayasa yapılmalı’ sorusuna yanıt vermesi gerekir” görüşünü vurguladı.

Uslu, örgütlerinin yeni anayasa tartışmasına bakışını ve beklentilerini gazetemize anlattı. Bugünkü anayasanın, toplumun gelişmesi, değişmesi açısından iyi bir yol haritası olmadığını belirten Uslu, bu nedenle belli parçalarının değil bütününün değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Uslu, “82 Anayasası, birey merkezli değil. Yurttaşın haklarına güvence getiren, koruyan, gözeten yapısı yok. Devleti ve bürokrasiyi koruyan bir anayasa. Sivil toplum odaklı değil. Bu nedenlerle bir an önce değişmesi gerekiyor. Ayrıca fazla ayrıntılara boğulmuş, yazım dili, kötü bağlamı değişmiş bir anayasa söz konusu” dedi.

'Tam uzlaşı mümkün değil’

Uslu, bugünkü Meclis yapısının anayasayı bütünüyle değiştirebileceğine inandığını belirtirken geniş mutabakat sağlanması yönündeki isteğe de değindi ve izlenmesi gereken sürece ilişkin şunları kaydetti:

“Meclis dışındaki siyasi partilerin, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin görüşü de alınmalı. Bu kuruluşlar hatta bireyler dahi anayasa teklifleri hazırlayıp sunabilirler. Böyle bir duyarlılığın gösterilmesi gerekiyor. Diğer yandan bu uzlaşma arayışı, ‘yeni bir anayasa yaptırmam’ tavrına dönüşmemeli. Halkın gücünü artıracak bir anayasa hazırlanması noktasında, herkesin ‘Yaptırmam’ demeden önce, ‘Nasıl bir anayasa yapılmalı’ sorusuna yanıt vermesi gerekiyor. Karşı çıkanların çoğu bu soruya yanıt veremiyor. Eski öneriler hariç, sunulan yeni bir teklif de yok. Kaldı ki anayasa yapılması konusunda yüzde 100 uzlaşı aranmasının da mümkün olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu, ‘Biz yeni bir anayasa yaptırmayız’ anlamına geliyor. Uzlaşma kavramı engelleyici bir unsur olmamalı; yeterli bir mutabakatla sorun çözülebilir.”


‘Kararlı davranılmalı’

Salim Uslu, “Türkiye yeni bir anayasa yapabilir, buna kabiliyet var. Toplum da buna ihtiyaç duyuyor. Siyasi iradenin kararlı davranması gerek” derken, gündemi meşgul eden çeşitli değişiklik önerilerini de yorumladı. Ombudsmanlık kurumu oluşturulmasını doğru bulduğunu, bunun yargıdaki çeşitli sorunları çözmeye yardımcı olacağını söyleyen Uslu, Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısının artırılması ve Meclis’in de mahkemeye üye ataması konusundaki düşünceyi de destekledi. Uslu, “Birçok ülkede parlamentolar yargı kurumlarına temsilci gönderebiliyor. Bu noktada yargıda tarafsızlığın bozulacağı yönünde bir kaygı varsa; zaten şu anda tarafsız yargı tartışılıyor. Siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılması düzenlemesine de tam destek veriyoruz. Çünkü partilerin kapatılmasında demokratik ilkelerden uzaklaşılıyor” diye konuştu.


‘Sendikal hak aksesuvar olmasın’

Emek dünyasının beklentileri açısından da yeni anayasada mutlaka olmasını istedikleri düzenlemeleri aktaran Uslu, şunları dile getirdi:

“Sendikal haklar, toplusözleşme ve grev, anayasa aksesuvarı olmamalı; sağlam güvencelere kavuşturulmalı. Sendikalı olmak serbest ama uygulamada çok zor, en başta işten atılma tehlikesi var. Sosyal devlet ilkesi anayasanın başlangıç hükümlerinde yer alıyor, ama anayasanın en az ciddiye alınan ilkesi durumunda. Bu sorun çözülmeli. Sendikacılara siyaset yasağı getiren düzenlemelerin de kaldırılması gerekiyor. Yeni anayasada, haklar ve özgürlükler ‘ancak’lar, ‘ama’lar, ‘fakat’larla kullanılamaz hale getirilmemeli.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler