Eco ile gençlik ve kitaplar üstüne...

Enver Aysever

Yayınlanma: 10.06.2019 - 10:42
Abone Ol google-news

1) Umberto Eco ile tanışma düşüm İstanbul ziyareti sırasında gerçekleşti. Çeşitli toplantılara katılacağını öğrendim önce, basına söyleşi vermeyecekti. Hazırlanan pop programa nasıl dayandığını merak ediyordum aslında. -Büyük yazarın, bunca ilgiden sıkılacağını kestirmek güç değil. Mizacının insan canlısı olmadığına kalıbımı basarım. Kariyer planlaması yapan kimi yerli kültür esnafı için fotoğraf verme önemliydi. -Okumaya ömür vermiş insan, elinde kitap olmaksızın zaman yitirince -evet bunun adı yitirmektir- öfkeli olur. Nasıl olduysa, aniden basına söyleşi verme kararı alındı. Ben de sıraya girdim.

2) Kapıda biriken kalabalık endişe vericiydi. -Kaçı Eco kitabı okumuştu söyleşiye gelenlerin? Ülkem adına kaygılanmam, utanç hissiyle içimin kavrulması ayrı sorun. Sıra bana geldiğinde, kapıyı hafif tıklatıp sessizce girdim içeri. Sessizdim, Eco uyuklamaktaydı. İtalyan Konsolosluğu’nda bir odaya kapatılmış, ardı ardına gelen, eli kameralı insanlara kaygılı, sıkkın gözlerle baktığını düşündüm. -İnsan böyle durumlarda diğerlerinden farklı olduğunu hissettirmek ister. -Açtı gözlerini, yanımda çevirmenim olduğu halde çıkmıştım huzura; “İstanbul’u nasıl bulduğumu, Türkleri sevip sevmediğimi sormayacaksınız değil mi?” dedi mırıldanarak. -Fırsat elime geçti ya, iyi okuru olduğumu anlatmaya çalıştım.

3) Süzdü beni; “sor bakalım” der gibi baktı, patlattım: “Bunca uyarıcı varken, telefon, televizyon, bilgisayar, sosyal medya ve daha neler, insanlar niçin kitap okusun?” Tereddüt etmeden, sanki hep sorum üstüne kafa patlatmış gibi yanıtladı: “Bir ömrüm var ve ne denli renkli kılmaya çalışsam da sınırlı. Edebiyat bana başka hayatları sürme olanağı veriyor. Bundan yararlanmak istemiyorsa insanlar onlarda sorun var demektir.” Okumanın diğer tüm etkinliklerden etkili olacağını vurguladı. Ne tiyatro oyunu izlemek, ne sinema filmi içine düşmek, ne de başka türden deneyimler “okuma”nın yerini alamazdı.

4) Çok zamandır ara kuşak olmanın bunaltısını derin hissetmeye başladım. -Bilişim çağına doğmadım, kıyısından yetiştim, tam olarak ne halt edeceğini bilmeyenler için söylüyorum bunu. Alışkanlıklarımın gülünç sayılması canımı sıkıyor. Bir kahveye sığınıp, hele de deniz kenarıysa, elimde kitap saatlerce devrilerek okuma özlemi duyuyorum. Buna “özlem” diyorum, çünkü okuma işi benim açımdan pek öyle güzel dekor eşliğinde yapılan eylem değil, tüm günümü, zamanımı alıyor. Hatta uykuya dalarken, sıradaki düşü beklerken ve uyandığımda; hangi kitabın neresinde olduğumla meşgul olmaya devam ediyorum, dahası aniden yataktan fırlayıp kütüphaneye tırmanmışlığım çoktur. Ne olacak kitaplar ve insanlar arasındaki ilişki

Eco’nun gülerek okuduğum enfes “Somon Balığıyla Yolculuk” denemelerinin dışında, acil gereksinim duyduğum “ne olacak kitabın geleceği” sorusuna yanıt, Jean Pierre Carrier ile birlikte yazdıkları “Kitaplardan Kurtulacağınızı Sanmayın”a getirdim konuyu. Her okuma/kitap tutkunu için, yakın gelecekte tabletlere hapsolmuş, tutsak kitap fikri endişe vericidir. Kitabın nesne ve varlık olarak değerini, yaşamsal önemini kavramadan yaşam sürecek kuşaklara acıyorum. Ölecek mi kitaplar?

5) Sanırım her yazar “kitaplar” üstüne düşünür. Eco’nun başyapıtı “Gülün Adı”nda on dördüncü yüzyılda bir manastırda işlenen cinayet yine kitaplar üstünden gelişmez mi? Bilim ve din üstüne derin hesaplaşma, müthiş kurguyla sunulur okura. Sınırlı söyleşi zamanında konuyu o denli derinleştiremedim. Eco: “Dünyanın fişi çekildiğinde, elimizdeki elektronik cihazlar değersizleşecek, anlamı kalmayacak” diyor kitaplardan söz ederken, söyleşimizde yineledi. Yalnız şunu da ekledi: “Kalın bir kitabı uçak yolculuğu sırasında yanıma alacak kadar ahmak değilim. Uçakta tabletten okuyorum. Ama mutlaka basılı halini edinirim, evde oradan okurum, kütüphaneme yerleştiririm.” Kitap güvenilir, kalıcı olan. Öyle olmasa, halen dünyanın dört yanında kütüphaneler tüm ihtişamıyla yerlerini korumazdı. Rahat soluk alıyorum.

6) Bir söyleşide Eco: “Neden roman yazıyorsunuz” sorusuna, “Canım istediği için” yanıtını vermişti. Patlattım kahkahayı. Şimdi kişisel gelişim safsatası kurslarla karışan “yazarlık atölye”lerinde, heveslilere hap anlamlar arayan kimi “yürütücüler” –bu da yeni kavram, atölye yürütücüsü, ben koymadım adları- sadece bu yanıtı verip toplantıyı sonlandırabilirler. Canımız istediği için yazmak ve elbette okumak haklı, iyi gerekçedir.

7) Eco’nun kendini “genç romancı” sayması yadırgatıcı gelir ilkin, oysa geç yaşta ilk romanı kaleme almıştır, o halde gençtir. Yazarlık ömrü diye bir şey varsa eğer, ki vardır, bunu kurmaca ile başlatmazsanız yanılırsınız. Eco, muhtemelen hayli sıkıldığı üniversite yaşamından sıyrılıp, romancılığa geçişle birlikte yeni özgürlük alanı sezmiş olmalı. Matrak, yaşamı mizahla anlayan, anlatan kalemi var Eco’nun. Bizde ağır abi pozlarıyla ortada salınan, içeriği zavallı metinlerle büyük şöhret yakalayıp, bir de üstüne gevezelik edenlerden farklı biri. Mütevazı biri mi Eco? Bence hiç değil! Her yazar vaktini çalanlardan yaka silker, sıkılır, o gün neden bu basın buluşmalarını kabul etti emin değilim; yine de Orhan Pamuk’la söyleşi vermek, Elif Şafak’la çay içmekten daha sıkıcı olduğunu sanmıyorum sorularımın. Bir gün önce onlarlaydı da, aklıma geldi!

(Cumhuriyet Pazar)


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler