Erol Taş'ın başına gelenler benim de başıma geldi

Suat Karausta, Muhteşem Yüzyıl'da bostancıbaşı Zal Mahmut'ı canlandırıyor. Rolünün hakkını veriyor. Sinsi, ürkütücü ve karanlık bir bostancıbaşını günümüze taşıyor. Şehzade Mustafa'yı boğma sahnesinden sonra da bu yüzden sokakta hayatı biraz zorlaşmış. “Erol Taş'ın başına gelenler benim de başıma geldi” diyor Karausta, “ama bu tepkiler iyi bir iş çıkardığımızın da kanıtı”

Yayınlanma: 01.06.2014 - 13:21
Abone Ol google-news

Suat Karausta Türkiye coğrafyasının pek çok yerinde sahne almış. Muhteşem Yüzyıl'la görünür olsa da arkasında ciddi bir mazisi var. Tiyatro sayesinde kendini tanımış, pusulası da hep tiyatro olmuş. Karausta, Ankara'da yaşıyor. İstanbul'un yorucu garipliğinden uzak kalmayı deniyor. Popüler kültürün de insanın ömründen çaldığını düşünüyor. O yüzden temkinli.

 -Suat Karausta kimdir?

İşçi Haydar ve ev hanımı Türkan'ın üç çocuğunun ilki olarak 1973 yılında Ankara'da doğdum. Eğitimimi Ankara'da tamamladım, Ankara Deneme Sahnesi'inde tiyatro yaptım. AÜDTCF Tiyatro Bölümü’nü bitirdim ve Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda göreve başladım. İpsala Sınır Kapısı'ndan, Siirt'in ilçelerine, oradan Diyarbakır'a ülkenin en ücra coğraflarında tiyatro yaptım. Tadı anlatılmayacak bir şey bu, bununla gurur duyuyorum. Ve en önemlisi kendini bu süreçte tanıdım, varoluş serüvenimi değerlendirdim. Köylerde tiyatro yaparken bizden ilham alan çocuklar en büyük mutluluğumdu hep. Tiyatro insanın yaşamanı değiştirir, kanınıza girmesin işte bir kere! Ayrıca “İyi ki İstanbul'a gelmemişim” dedim kendime hep. Sonra Ankara Devlet Tiyatrosu'na tayin oldum ve orada kaldım. Acı tatlı çok şey yaşadım, bunlarla büyüdüm.


-Tiyatroyu, tiyatro gibi yaşama şansınız olmuş.

İpsala Sınır Kapısı'ndan Erzincan'a, Toros'lardan Karadeniz'in yaylalarına devlet tiyatrosu aşkın ve barışın efendisidir. Bizim yaptığımızı özel bir tiyatronun yapması da zaten mümkün değil. Devletin eli nereye ulaşıyorsa, biz gittik. “Devletin tiyatrosu olmaz” diye bir şey yok, “devletin tiyatrosu olur”. Olmayan olan iktidarın ve hükumetin tiyatrosudur! Tiyatro hükümetlere hizmet etmez, iktidarlara oynamaz. Sol veya sağ fark etmez sanatın işleyişine karıştılar mı iktidarlar, o işten de hayır gelmez. Zaten çatışma ve suistimal de burada ortaya çıkıyor. Tabii muhafazakar tiyatro hiç olmaz. Sanat doğası gereği özgür ve muhaliftir, estetiktir. İşte tüm bu bağlamda devlet tiyatrosuna yapılan tüm müdahalelerin yanlış olduğunu düşünüyorum.

- Peki, İstanbul macerası nasıl başladı?

 İstanbul'da her şey çabuk değişiyor ve ilişkiler her anlamda sıkıntılı. O yüzden gelmemek için uzun süre direndim. Muhteşem Yüzyıl oyuncularından Fatih Al ve Tolga Tekin bir oyuncu arandığını bana ilettiler ve projenin genel koordinatörü Nermin Eroğlu ile görüştüm, kabul edildim.

-Muhteşem Yüzyıl'daki Zal Mahmut özel bir karakter. Şehzade Mustafa'nın infazı ile hedef oldu! Bu role nasıl bir hazırlığınız oldu?

Zal Mahmut için tipten karakteri yakaladık. Evet, sıradan bir karakter değil, her bölümde bir şekilde görünüyor. Sinsi, eylem adamı, karanlık bir bostancıbaşı. Onu canlandırmaya çalışırken bu adamın ne yiyip ne içtiğini bile düşündüm. Zal; güçlü, kudretli demek aynı zamanda. Zaten o yüzden Şehzade Mustafa'ının cellatları alt etmesinden sonra hünkar ona sesleniyor. Koyu karanlık bir adam Mahmut. Konuşmuyor fazla, gözleriyle oynuyor. İnandığına bağlı, sadık ve gözü kara. Aynı zamanda kendini koruyan da bir zekası var. İçindeki kötülüğü yüzüne yansıyor. Bir yandan da şehzadeyi boğana kadar hep taraf değiştirme hissiyle izlettirdi kendini.

-Bu coğrafyanın insanı bazı konularda çok duygusal. Şehzade Mustafa ölümü sonrası dua okutan, dava açan, türbe ziyaret edenler oldu. Size tepkiler nasıldı?

“Şehzade Mustafa ölmeseydi biz daha yakışıklı olurduk” diyen var! Bunu ciddi ciddi söylüyorlar bir de... Nasıl açıklarsın bunu? “Ellerin kırılsın, nasıl kıydın!” diye ağlayan, sonra da öfke ile laf atanlar da oldu. Yani Erol Taş'ın başına gelenler benim de başıma geldi.

-Dizi sona yaklaşıyor. Sonrasında hayatınız nasıl devam edecek. İstanbul'a gelmemekte kararlı mısınız?

Gelmeyi hiç istemedim, hala da istemiyorum. İstanbul güzel ama çok yorucu. Ben buradaki ilişkileri sevmiyorum. Buranın zemininde bir gariplik var, kapitalizmin ezici üstünlüğü sanırım bu. Evet, popüler kültürün içindeyim ama bu insanın ömründen çalıyor. Ben bu hırsızlığa göz yumamam! İstanbul'da çalışırım ama yaşamam. Zaten biz büyük rolleri oynayanların yanında benzin fiyatına çalışıyoruz.

-Bir de müzik yaptığınızı duydum. Nedir işin aslı?

Bir çok müzik enstrümanı çalıyorum. Nefeslilerle başladım işe, hiç eğitim almadım. Bir müzik aleti ile yalnız kaldım mı onunla güzel bir ilişki kurar ve anlaşırım. Şu an on parmak piyano çalıyorum. Ney, duduk ve bağlama ailesini iyi bilirim. Flüt ailesi de keza öyle. Ben oyunculuğa başlarken içimde her şeyin olması gerektiğini düşünüyordum. O yüzden içimde müzik var, dans var. Bir yandan da Alevi Bektaşi bir ailenin çocuğuyum, müzik ruhumuzda işlenmiş zaten.

-Memleketin hali sizi nasıl etkiliyor?

İnsan her sabah morali bozuk kalkar mı? Artık mutsuz uyanıyoruz, depresif  yaşıyoruz. Çünkü hukukla ve adaletle insan güzelleşir. Hukuk ve adalet yoksa, tecelli etmiyorsa o ülkede huzur ve mutluluk olmaz. Saygı, sevgi, hoşgörü bitti. Büyük bir öfke var, herkes saldırgan. Bize bırakılan bu güzel mirası hak etmiyoruz. İyi, doğru ve güzel Tanrı'nın emirleri... Ama riyamız çok fazla! Ama elbet her şey birgün değişecek.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon