Festivalden bazı filmler

38. İstanbul Film Festivali’nden bir seçki...

Yayınlanma: 18.04.2019 - 22:27
Abone Ol google-news

3 gün önce sona eren 38. İstanbul Film Festivali, bir bakıma seçim, sayım ve mazbata beklentisiyle geçen gergin günlere biraz ilaç oldu. Festivalin bende en çok iz bırakan filmlerinden, François Ozon’un “Yüzleşme” adı yakıştırılmış “Grace a Dieu”sü (Tanrıya Şükür), Katolik kilisesinde yüzyıllardır yaşanmasına karşın öteden beri hep görmezden gelinmiş ve yadsınmış o malum çocuklara cinsel taciz olaylarını, yer yer bir belgesel ciddiyeti taşıyan, apaçık anlatımıyla konu edinen, salt bu tabuyu sorgulayışıyla bile önem kazanan, özelikle cesur senaryosu, işlek montajı ve başarılı oyunculuğuyla çok etkileyici bir filmdi. Lyon’daki saygın bir din adamının çocukken sürekli cinsel tacizlerine maruz kalmış ama şikâyetinden sonuç alamayarak büyümüş Alexandre (Melvil Poupaud) aynı ruhbanın tacizlerine uğramış, mağdur arkadaşlarıyla (Denis Menochet, Swann Arlaud) bir araya gelip kamuoyuna açıklamalar yapıp sorumlular için ceza davası da açınca, zor durumda kalan kilise yetkilisi bir kardinal tacizi örtbas etmeye çabalarken ağzından kaçırdığı “Tanrı’ya şükürler olsun ki suçlama için zamanaşımı dolmuştu” sözleriyle skandal durumu açık seçik ortaya koyuyordu. Berlinale’nin Gümüş Ayı’sı sayılan jüri büyük ödülüne layık bulunan “Yüzleşme” Ozon’un en iyi filmlerinden biri olarak yer etti belleğimizde.

Özel bir kız çocuğu
Alman yönetmen Nora Fingscheidt’in ilk uzun metrajı “Oyunbozan” (“Systemsprenger”), travmatik öfke patlamaları yaşayan, tacize de uğramış, 9 yaşındaki sevgiye aç, özel bir kız çocuğu olan Benni’nin (küçük Helena Zengel ödüllük performansıyla filmin lokomotifi) hikâyesiydi. Çaresizlik içindeki annesinin uzman hekimlere gösterdiği Benni’yi tedavi ettirme çabalarının yeterli olamadığı film, sağlık sisteminde arıza bir vakayı yansıtırken en büyük desteği müthiş oyuncusu H. Zengel’in yorumundan alıyordu.

Ortodoksların, okunup üflenmiş bir haçı atıldığı sudan ilk çıkarmak isteyen genç erkeklerin yarıştığı, geleneksel dinsel ritüelini, 34 yaşındaki eğitimli ama işsiz ve evde kalmış bir kız olan, polisçe de gözaltına alınan Petrunya’nın (Zorica Nusheva) kazandığı, faşo erkeklerin saldırısına uğrayınca da bir özel kanal sunucusunun olayı tüm ülkeye duyurduğu “Onun Adı Petrunya” (“Gospod, postoi, imeto i’e Petrunija” / Tanrı vardır adı da Petrunija’dır) yönetmen Teona Strugar Mitevska imzalı, dinsel gericiliği teşhir eden, kiliseye, medyaya, yargıya yaptığı göndermeleriyle ve kadının dik duruşunu önemseyen yaklaşımıyla da, dikkate değer bir Makedon yergisiydi.
Artvinli köylü bir babayla, kentli ailelere evlatlık, hizmetçi, çocuk bakıcısı ve karı olarak verilmiş, farklı yaşlardaki 3 kızının hikâyesini kırsal-kent ilişkileri ve sınıf çelişkileri üzerinden anlatan, yoksullukla çaresizliğin dizboyu gittiği “Kız Kardeşler”, zaten “Tepenin Ardı”yla çokça beğendiğim ama “Abluka”sını göremediğim bir yönetmen olan Emin Alper’in üçüncü filmiydi ve anlatımı, oyunculukları, mekân seçimleri bakımından epeyce göz dolduran, en başarılı işlerinden biriydi kanımca ve sonuçta festivalden en iyi film dahil 4 ödül alarak çıktı.

‘Dişil Haz’ kaçırılmamalı
Son olarak İsviçreli yönetmen Barbara Miller’in günümüzde, 5 ayrı ülkeden, 5 farklı din ve kültürden kadının, ataerkil toplumlardaki o belirgin kadının cinselliğine yönelik saldırılara cesurca başkaldırılarına kamera tuttuğu, Japonya’dan Hindistan’a, Somali diasporasından Brooklyn’deki Hasidik toplumuna ve Avrupa’ya dek uzanan o erkek egemen zihniyetin uzantısı, hakaret, aşağılama, tehdit, ve dışlamalara karşı verdikleri tepkisel mücadeleleri vurguladığı “Dişil Haz” (“Female Pleasure”) belgeselinin de kuşkusuz festivalin kaçırılmayacak filmlerinden biri olduğunu belirterek bitireyim.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler