İlhan Erdost’u Kim Öldürdü? Melekler mi? Şeytanlar mı?

“Mamak Askeri cezaevi”, “Raci Tetik”, ve “İlhan Erdost’un Öldürülmesi” üzerine basına ve tv haberlerine yansıyan yanıltıcı yayınları düzeltmek amacıyla, yeniden yazıldı.

Yayınlanma: 05.05.2019 - 13:03
Abone Ol google-news
İlhan’ı üzerine uzattıkları battaniye ile aldı götürdüler. Beni, İlhan’ın son nefesini aldığı Mamak Askeri Cezaevi C-Blok F-Koğuşundan aldılar, götürdü G- Koğuşunda boş ranzaların olduğu bir yere koydular. Cuma, cumartesi, pazar. Pazar günü, öğleye yakın, beni hazırlamalarını söylüyor nöbetçi erler, bana bakmakla görevlendirilen tutuklulara. Elbiselerimle yatıyorum zaten. Paltomu giydiriyor tutuklu arkadaşlar.

Boyun bağımı sarıyor, şapkamı örtüyor, telörgülere kadar götürüyorlar. Oradan nöbetçi erler alıyor beni. Ellerim kelepçeye sığmıyor. Üstten tutturuyorlar. Askeri Savcılığın odasına götürüyorlar. Başsavcı Hakim Albay Nurettin Soyer’in masasının üzerinde, “ölü” İlhan Erdost’un “Onur Kitabevi” kaşeli kimliği. Tutamıyorum kendimi.

Hakim Albay Soyer, bir süre bekliyor, “İfade verebilecek misiniz Muzaffer Bey!” diyor. İfademi tutanağa yazdırıyor. Ertesi gün, dava dosyası kendisine verilen Askeri Savcı Binbaşı Sezai Aydınalp, dün ifadeniz alınırken, ben de oradaydım, sizi dört erin dövdüğünü söylemiştiniz. Dün bana verdiğiniz ifade de dört er tarafından dövüldüğünüzü söylediniz. Binbaşı Aydınalp, Cezaevinden gelen yazıda, üç erin muhafız olarak görevlendirildiği yazılı dedi. Orada ayakta bekletilen assubaya dördüncü eri sordu.

Astsubay kekeleyerek, önceden kurulmuş gibi, “Bütün kutsal değerlerim üzerine yemin ederim ki, keşif de yaptırabilirsiniz, arabanın kapısı dışardan açılıyor, araba hareket ettikten sonra bindiyse biri bilemem.” dedi. Pazartesi, 10 Kasım. Öğleden sonra, gene savcılığa götürdüler. Askeri Savcı, dördüncü eri bulduğunu söylüyor. Onbaşı Ahmet Şeker, görevli olmadığı halde muhafız erlerle birlikte A- Bloka giren, onlarla birlikte bizim eşyalarımızı arayan, onlarla birlikte araca giren, onlarle birlikte bizi dövmeye başlayan dördüncü er konusunda, Askeri Yargıtaya verdiği dilekçesinde şunları yazmıştı:

“Olaydan sonra “sabahleyin savcılığa çağrılacaksınız’ diye astsubay Şükrü Bağ geldi. Bizleri toplayarak talimatlı ifadeler vermemizi ve Kısmet Çağlar’ı olaya hiç karıştırmamamızı söyledi.

Beni dört gün sonra saldılar. İlhan’la üç gün birlikte olduğumuz, ve buradan gözaltına alındığımız nizamiyenin önüne bıraktılar beni. Nizamiye çıkışında bekleyen amcama, “İkimiz gittik, yalnız geldim” diyebildim. Ertesi sabah, GATA morgunda imam yıkarken buldum İlhan’ı. Aldım getirdim Hacı Bayram Camisine. Aldım götürdüm Karşıyaka Mezarlığına, hafifçe sağına yatırdım. 0 Ankara Sıkıyönetim komutanlığı, 10 Kasım 1980 günü, akşam geç saatlerde yayınlanan haber bülteninin sonunda, “Muhtelif suçlardan sanık olarak 8 Kasım 1980 tarihinde gözetim altına alınan İlhan Erdost Reo aracı içersinde gözetim yerine götürülmekte iken muhafız erlerden birinin başına vurması sonucu beyin kanamasından vefat etmiştir. Bu olayla ilgili olarak bir assubay ve 8 er komutanlıkça gözetim altına alınmıştır. Olayın soruşturulmasına Sıkıyönetim Askeri Savcılığınca devam edilmektedir.” ifadeleri vardı.

Yanlış: 8 Kasım günü değil 7 Kasım günü gözetim altına alındık, İlhan 7 Kasım akşamı öldürüldü.

Yanlış: “Muhtelif suçlardan sanık” değil, Komutanlık yazısındaki söylemiyle, sahibi oldukları İlkyaz Basımevinde çok sayıda yasak yayın bulundurmaktan gözaltına alındık. Biz 7 Kasım günü gözaltına alındık, gözaltına alındığımız tarihten 10 GÜN ÖNCE, aynı komutanlık İlkyaz Basımevinin açılmasına karar vermiş, ama karar İlhan öldürüldükten sonra tebliğ edilmişti. Ayrıca, “çok sayıda yasak yayın” bulunduğu gözaltı kararında yazılıdır, ama basımevini açma kararında böyle bir açıklama yoktur. Açmayı tebliğ eden 1 Şube memuru, şu ya da bu nedenle tek bir yayın almamıştı. Çünkü tasfiye halinde olan basımevinde kapağı geçmemiş Okulun Toplumsal İşlevi ve Halit Çelenk’in İdam Gecesi Anıları’ndan başka kitap yoktu. Bunlar da kısıtlı yayın değildi.

Yalan: Çünkü, Sıkıyönetim Komutanlığının bizim yakalanmamız yazısında, “Hiçbir delil bulunmadığı takdirde derin uygulama yapılması” emri vardır. Yani bize (Emniyette, yani “Derin Uygulama Laboratuvarı” DAL’da) ağır işkence yapılması emredilmiş, işkence ile “delil üretilmesi” istenmişti. Basımevinde yasak yayın bulunmadığı için, Sıkıyönetim Askeri Savcısı bizim için gözaltı kararı çıkartmamış, direnmiş, Komutanlık, bize derin uygulama yapılması, yani “anamızın ağlatılması” için bizi yeniden yeniden emniyete geri göndermişti.

Yalan ya da yanlış: Ne diyor Komutanlık: “reo içinde gözetim yerine götürülmekte iken muhafız erlerden birinin başına vurması sonucu beyin kanamasından vefat ettiği” yazılıdır. Raci Tetik, Milliyet’te yayınlanan görüşmesinde, kardeşim yayıncı İlhan Erdost’un Mamak Askeri Cezaevinde dövülerek öldürülmesini, “Daha önce birçok eyleme katılmış, aşırı sağcı bir er ile acemi bir astsubayın işi olduğu” sözlerinden, Sıkıyönetim Komutanlığının, İlhan Erdost’un reo aracı içinde gözetim yerine getirilmekte iken muhafız erlerden birinin başına vurması sonucu vefat ettiği” söylemi, birbirini naksetmiyor, birbirinin yalanını ve kasıtlı yanlışını açığa vuruyor. Sıkıyönetim Komutanlığının “muhafız er”, Raci tetik’in anlatımındaki “Daha önce birçok eyleme katılmış, aşırı sağcı bir er”di. Yani “muhafız” değildi. İlhan “muhafız erlerden birinin başına vurması sonucu” değil, bir darp sonucu değil, üç muhafız ve bir muhafız olmayan dört er tarafından yarım saat

araç içinde, araçtan indirildikten sonra araç önünde, F koğuş avlusunda bu dört er tarafından öldüresiye dövülmüş, İlhan araç içinde, araç ile F koğuş kapısı arasında, F koğuş avlusunda üç kez yere düşmüş, koğuşa girdikten birkaç dakika sonra ölmüştü. Komutanlığın müşfik ifadesiyle “vefat etmişti”. İlhan Erdost’un aynı cezaevi içinde dövülerek öldürülmesini Cezaevi müdürü Raci Tetik “daha önce birçok eyleme katılmış, aşırı sağcı bir er ile “acemi bir astsubayın işi” olarak nitelemesine gelince... Milliyet’te (20 Eylül 1988) açıklanan yazımda, bu “acemiliği” şöyle açıklamışım: “Raci Tetik, “acemi bir astsubay” diyor Şükrü Bağ için. Astsubay Şükrü Bağ ilk tutuklandığında tahliyesi için bir dilekçe verdi. Bu tahliye dilekçesine, birliğin “komutanı” olarak Raci Tetik. “Verilen bütün emirleri zamanında ve eksiksiz yapan bir astsubay olduğunu” (12 Kasım 1980 günlü dava dosyası, 49 sıradaki yazı) belirten mütalaasını eklemişti; tutuklandıktan beş gün sonra tahliye edildi. Beş gün sonra tahliye edildiğini üç ay sonra iddianame ile birlikte öğrenecektik. Sorabilir miyiz İlhan’ı kim öldürdü? Başbakan Bülent Ulusu, ilk basın toplantısını yapıyor. Orhan Duru, 7 Aralık 1981 günlü Milliyet’te yayınlanan “Bütün Soruları Yanıtladı” haberinde, “Yabancı gazetecilerin İlhan Erdost’un öldürülmesi konusu üzerine” yönelttiği sorulara, Başbakan Ulusu’nun yanıtı şöyle: “Memleket düşman kamplara ayrılmıştı. İki ayrı zihniyete bölünmüştü. Olayı güvenlik kuvvetlerine yaygınlaştırmamak lazımdır. Bir zihniyette olan bir kişinin şahsi davranışıdır. Şimdi mahkemeye intikal etmiştir.” Bir kez daha sormak gerekir: Bu bir kişi kimdir, bir kişinin şahsi davranışı ne demektir! Sıkıyönetim Komutanlığı açıklamasında var: Bir erin fevri hareketi, ve bir dipçik darbesi. Ne kadar dikkatle yazılmış! Komutanlık bildirisinde: beyin kanamasından öldüğü belirtiliyor. Komutanlık açıklamasından bir gün önce verilmiş bir otopsi raporundan alınmış bu, belli. O raporda, yedi kaburga kemiğinin kırık ve bütün vücudun ağır ve çok sayıda darp iziyle sarılı olduğu da yazılı. Bir erin bir dipçik darbesiyle öldüğü gibi bir açıklama yeterli olabilir mi? Dövülmemiz sırasında, “dipçik” yani “tüfek” yok, cop var, tekme var, yumruk var.

Soruyu yeniden sormam gerekiyor: İlhan’ı kim öldürdü?

Milliyet’te (20 Eylül 1988’de) yayınlanan açıklamamı niçin yazmıştım! Gene Milliyet’te, dizi olarak yayınlanan Raci Tetik’le yapılan görüşmede, cezaevinde ölenlerin, öldü mü, öldürüldü mü sorusuna verdiği yanıtların ardından, “İlhan Erdost” sorulmuş. Raci Tetik, “O bir talihsizlikti.” yanıtını vermiş ve şöyle açıklamış: “Daha önce birçok eyleme katılmış, aşırı sağcı bir erle, acemi bir astsubay yapmış.” “Daha önce bir çok eyleme katılmış aşırı sağcı bir er” dediği “Kısmet Çağlar”. “Acemi Astsubay” dediği Şükrü Bağ. Ama Kısmet Çağlar’ın hangi eylemlere katıldığı araştırılmamış bile. Arabanın içini anlatmıyorum. İlhan’ın düşmüş olmasını, düştüğü yerde tekmelenmesini. Çünkü, Askeri Yargıtay Beşinci Dairesi, erlerin öldüresiye dövdüğünü kabul edecek, ama, bizi bindirdikleri reo aracının, dışarıya ses ve görüntü vermediği için, acemi astsubayın bizi dövülürken görmediğine, dövme seslerini ve dövülme seslerini duymadığına hükmedecek, son karar böyle verilecek.

Bana bugün de soruyorlar? Niçin suç duyurusunda bulunmadığımı. Uzatmayayım. “Suçları ve suçluları özgür iradesiyle sorgulayacak, sorgulayabilecek tek adres, kanları dökülen, canları alınan halkın kendisidir.” Evren ve şürekası için suç duyurusunda bulunmadım ama, “suç duyurumu” yaptım. Şu sonuca vardım: İlhan’ı bir astsubay ile dört er öldürmedi yalnızca. Raci Tetik, Recep Ergun, Kenan Evren de öldürdü. Yalnızca bunlar mı? 1947 Yardım Andlaşmasıyla, ulusal bütünlüğümüzü korumak ve özgür ulus olarak varlığımızı sürdürmek için yarım yüzyılı aşkın bir süredir bize yardım elini uzatan ve elimizle birlikte kolumuzu koparanlar tarafından öldürüldük. Abdi İpekçi bu. Doğan Öz bu. Bahçelievler bu. Maraş bu, Sivas bu, Uğur Mumcu bu, İlhan bu. Not: 7 Kasım (2012) İlhan’ın mezarında özeti sunulan konuşma metnidir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler