İstanbul Barosu’nun tek kadın başkan adayı: Savunma zorda

"Çağdaş Avukatlar Grubu ve Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu, Türkiye’nin sorunlarının ağırlığı karşısında en doğru olanı yaparak, birleştiler.Zaten birlikte çalışıyorlardı. Adaylığım konusunda görüş birliğine varmaları gurur verici.”

Yayınlanma: 15.10.2016 - 22:18
Abone Ol google-news

İstanbul Barosu'nun yeni yönetimi, 23 Ekim Pazar günü belirlenecek. 26 yıllık avukat Several Ballıkaya Çelik, tek kadın aday olarak, 140 yıldır süren erkek başkan geleneğine son vermek üzere yola çıktı. Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar Grubu’nun adayı olan Ballıkaya, Türkiye’nin, avukatlık yapmanın en zor olduğu dönemi yaşadığını söylüyor. “Avukatın itibarı adliyelerde sıfırlandı. Bırakın bir sulh ceza hakiminin odasına girmeyi, kalemlerde bile hakarete uğruyorsunuz. Cezaevlerinde, mikrofondan gelen ses ‘bu konuyu konuşamazsınız’ diye müdahele geliyor” diyor. Ballıkaya ile mesleğe başladığından beri görev yaptığı Bakırköy’deki ofisinde buluştuk. Savunma hakkına vurulan darbeleri ve baro yönetimini masaya yatırdık.

Avukatların yaşadığı sıkıntılarla başlayalım. Günay Dağ’ın Maltepe Çocuk Cezaevi’nde müdürün odasında, gardiyanlarca dövülmesi neyin göstergesi?

Günay Dağ’ın gördüğü şiddet, avukatların geldiği son nokta. Adliyede avukatın itibarı bir süredir tamamen sıfırlanmış durumda. Avukat, sulh ceza hakimiyle görüşemez, odasına giremez, dosya içeriği hakkında bilgi alamaz. Kalemlerde bile hakaretlere maruz kalır. Cezaevlerinde avukat ve müvekkil görüşmesi dinlenir, kaydedilir. Yanlarında gardiyan durur. En vahimi de, mikrofondan gelen ses, ‘bu konuşmayı yapamazsınız’ diye müdahale eder. Bu bir facia. Yüzyıllar boyu mücadeleyle kazanılmış olan savunma hakkı, ortadan kaldırılmış durumda. İstanbul Barosu'nun tepkisizliği, bu durumun sebeplerinden biri...

Baro yönetimini en çok hangi noktada eleştiriyorsunuz?

İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ı biz en son İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı ile yaptığı protokolde gördük. O protokol ‘avukatlar geçerken, x ray cihazı ötmeyecek’ diyordu. Şu anda Çağlayan adliyesine girmek avukatlar açısından en büyük stres nedenlerinden biri. Çantanızı aratmak istemediğinizde, güvenlik görevlisi tarafından sürüklenerek dışarı atılabilirsiniz... Ben de Çağlayan’a girerken büyük bir stres yaşıyorum gerçekten. Baronun, avukatın bu hale düşürülmesine karşı tutum alması gerekirdi. Başkan 'arama değil tarama' dedi ama yapılan bir arama. 'Avukatın hakkını, adliyeye girerken, koruyamazsanız, hiçbir yerde koruyamazsınız' dedik. Siz kendi hakkınızı savunmadan başkasının hakkını savunma şansına sahip değilsiniz.

 

‘Avukatlar aransa ne olur?’ deniliyor. Avukatın böyle bir ayrılacağa tabi tutulması eleştiriliyor...

Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. Bu konuda bir hakimin ayrıcalığı olmayabilir ama avukatın ayrıcalığı olmak zorunda. Avukatın ‘savunma belgelerini, üzerini arayamazsınız’ derken, avukatın üstlendiği görevi koruyorsunuz. Avukat savunmanın hakkını korumakla yükümlü olduğu için ayrıcalıkla donatılmış vaziyette. Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeler var. Bu yanlış algının düzeltilmesi lazım. Avukatın hakkının korunması, toplumun savunma hakkının korunması demek. Şahsına bir lütuf değil.

Çantasını aratmadana geçen avukat adliyede neler yaşıyor?

Güvenlikte saldırıya uğruyor. Arama noktasında bekletiliyor. Hakkında soruşturma açılıyor. Tutanaklarla, 'memura mukavemetten' yargılanıyor. Şu an yüzlerce avukat hakkında açılmış dava var. Aramaya itiraz ettiği için, savunma hakkını korumak adına adliyede eylem yaptığı için. Avukatlığı hakkıyla yapmak istediği için... Ancak, avukatların uğradığı şiddete dair açılan tek bir dava yok. Dosyalarda darp raporları dahi olsa fark etmiyor. Arkadaşlarımızdan Anayasa Mahkemesi'ne başvuranlar oldu. Baro, yargılanan avukatların davasına bile müdahil olmuyor. Yalnızca bazılarına gözlemci gönderiyor. Yani, avukatın durumu şu an çok zor. Müvekkilini savunurken, kendini de savunmak zorunda. Özellikle 2013 yılından beri, avukatları birbirlerinin avukatı olmak durumunda.


Mahkemelerin durumu ne? Yargıç olmadığı için duruşmanızın boş geçtiği oldu mu?

Şu anda avukatlık yapan herkesin denk gelmesi lazım. Özellikle İstanbul mahkemelerinin büyük bir çoğunluğu hakimsiz. Yargının işleyişi tamamen bitmiş durumda. Öğleden sonra, diğer mahkemelerin hakimleri bulunabilirse, duruşma ertelemek üzere görevlendiriliyorlar. Bir avukat arkadaşımız, geçtiğimiz günlerde, ‘Sakarya’dan atama yapıldı, hakim gelecek, duruşma yapacak’ diye saat beşe kadar bekliyor. Hakim gelmiyor. Kalemden duruşmanın ertelendiğini öğreniyor. Sulh ceza mahkemeleri iktidarın en yakın takibi altındaki yerler. Bir sulh ceza mahkemesi bir kentle ilgili bütün hayatı durdurabilecek kadar yetkiye sahip. Aktif bir itiraz prosedürü yok. Ona yaptığınız itirazı başka bir sulh ceza hakimi inceliyor. Bir anda, 3 bin 500 hakim görevden alındı. Yerlerine henüz stajlerını tamamlamamış hakimler atandı. Hakim bağımsız olmazsa adil yargılanma olanağı yok demektir. Hakimlerin de en yoğun idare baskısı yaşadığı dönem de bu dönem. Bir yüksek yargı mensubu, 'cüzdanımızla vicdanımız arasında sıkıştık' dedi. Yüksek yargı başkanları çay toplamaya gitti. Adli yıl Saray'da açıldı... Sonra, kuralar Saray'da çekildi. Savunma çökmüş, hakim, savcı bağımsızlığı bitmiş durumda. Barolar bile biat ederse, hakim ve savcıların tarafsız olmasını nasıl bekleyebiliriz?

 

Mesleğe başladığınız günleri düşündüğünüzde neler hissediyorsunuz?

Mesleğe 1990’larda, DGM’de başladım. Gözaltında kaybedilen müvekkillerim oldu. İdam cezası verilen dosyalarım oldu. Geldiğimiz nokta o kadar ağır ki; DGM’de bile bu derece, avukatları savunmanın dışına atmaya çalışan bir tutum yoktu. Öğrenciyken, insan haklarını savunacağım demiştim. Bu düşünceyle devam ettim. İlk başladığınızda, çok şeyi değiştirebileceğinize inanıyorsunuz. Şimdi, maalesef çok karamsar bir tablo gördüğümü söyleyebilirim. Hukuk sisteminin yok edildiği bir durumla karşı karşıyayız. Ne yazık ki etki gücümüz son derece azalmış durumda. Şunu da görmek gerekiyor, adalet sadece mahkeme salonunda yaptığınız iyi savunmayla çıkmıyor. Bu bir bütünün parçası. Adaletin o salonlardan çıkması için başka araçların da olması gerekiyor. Dolayısıyla avukatlığı böyle yapmak zorunda kaldık. Toplumsal mücadelenin de parçası olduk. Adalet dışarda da olursa ancak mahkeme salonlarında oluyor. 90’lı yılları, şu günlerde yeniden yaşıyoruz. Cezaevinde, emniyette çok büyük işkence uygulaması var. Bu kabul edilemez. Barolar, kime yapılırsa yapılsın, işkenceye, yaşam hakkı ihlaline karşı çıkmak zorunda. Adil yargılanmayı savunmak zorunda. Yasa bunu söylüyor ama barolar suskun. İstanbul Barosu yönetimi, ‘laikliği savunacağız’ diyerek en çok oyu aldı. Laiklik bildirisi dağıtırken gözaltına alınan avukata destek olmadı. 'Bütün okullar imam hatip olacak' denirken, laik eğitim yapan Eğitim-Sen'li öğretmenler uzaklaştırılırken, proje okul dayatması varken baro nerede?

OHAL'in sonu ne olacak?


Uygulama sokağa çıkma yasaklarıyla başladı. Mevcut yasalarda buna olanak sağlayan bir düzenleme yoktu. Darbeye karşı ilan edilen OHAL'in özeti bence Cumhurbaşkanı'nın açıklamalarında gizli. ‘Olağan dönemde yapamadıklarımızı rahatlıkla yapabiliyoruz' dedi. 30 gün gözaltı süresi, muhalif kanalların kapatılması, Eğitim-Sen'li öğretmenlerin açığa alınması... Alevi kanalının FETÖ ile ne ilgisi var? OHAL tüm kesimlere nüfuz etti. KHK ile Meclis devre dışı bırakıldı. Buna karşı çıkan yok. Adalet Bakanlığı'nın taslağı da OHAL'in olağan hale getirileceğinin işareti. Buna gerçekten karşı çıkmazsak sürekli OHAL'de yönetileceğiz.


Takip ettiğiniz çok sayıda toplumsal dava var. Ama içlerinden biri 16 yıllık Hayata Dönüş davası... Dava ne aşamada?

O dava Türkiye yargılamasının fotoğrafı. Biz operasyon günü, 19 Aralık 2000’de yaptık ilk suç duyurumuzu. 'Tek yönlü şiddet kullanılarak insanlar öldürüldü', 'kurtarılmaları mümkündü' dedik. Önce, mağdurlara dava açıldı. 'Memura mukavemet, isyan, isyana teşvik, kamu malına zarar vermek' suçlarından... Onların davalarının beraatle bitmesine bile izin verilmedi. Uzatıldı zaman aşımıyla bitirildi. Yıllarca operasyon birimi Ankara Jandarma Komando Taburu personelinin kimliklerini öğrenemedik. Şu an, Bayrampaşa Cezaevi davası, Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde sürüyor. 34 erin davası sürerken, operasyon ekininden 106 kişi de dosyaya eklendi. Sanıkların tümü tutuksuz. Cumhurbaşkanı'na hakaretten bile insanlar tutuklanırken... Mahkeme, savunmalar için bile hiçbirini duruşmaya çağırmadı. Tufan planı yıllar sonra ortaya çıktı. Aslında 200 kişinin ölebileceğini öngörmüşler. Keşif sonrasında gördük Bayrampaşa'yı. Bütün demirler erimişti. Başka şekle bürünmüştü. Kimya mühendisleri, erime için 'bin derece ısı gerekir' dediler. Böyle bir ateş içerisinde bırakıldı insanlar. Bu kadar yıldan sonra bile biz mağdurların yüzlerine bakamıyoruz. Bilmiyorum, mahkemeler bakabiliyor mu?

 

Kadın başkan baroyu nasıl değiştirecek?

İstanbul Barosu dünyanın en büyük barolarından biri. 140 yıllık. Şimdiye dek, hiç kadın başkan tarafından yönetilmedi. Kadın başkan adayı bile çok az. Kadınlar yönetmediği gibi, yönetim kurulları da çoğunlukla erkek. Aktif görevlerde erkekler var. 36 bin üyesinin 16 bin 500’ü kadın olan bir baronun büyük bir eksiği. Biz başkancı değil kolektif bir yönetim anlayışına sahibiz. Kurullarda yüzde 50 kadın kotamız var. Yapılacak çok iş var. Baro, staj ve stajyer arayanları bir ilan tahtasında duyuruyor. Bir erkek avukatın ‘genç, prezentabl kadın stajyer’ aradığına dair ilanı var mesela. Baro müdahale etmiyor. Bunun cinsel sömürüye yol açacağını öngörmüyor. Bana göre bir disiplin suçu. Kadın avukatların, hamilelikteki ve doğum sürecindeki güvencesizlikleri, bugüne dek baronun gündemine girmemiş. Uzun mücadeleler verilmiş konularda geriye dönüş var. Cezaevine girişte ince arama dayatılıyor, emniyette cinsiyetçi yaklaşımlar söz konusu. Yönetime gelelim, bambaşka bir İstanbul Barosu olacak. Baro, başka bir Türkiye’ye geçişin önemli araçlarından biri olacak.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler