Oya Baydar'dan bir duygu güncesi: “Yetim Kalacak Küçük Şeyler”

Oya Baydar, yeni kitabı “Yetim Kalacak Küçük Şeyler”de arkamızı dönüp giderek haksızlık edeceğimiz o küçük ve güzel anlara dokunuyor. Sıcak ve duygu aktarımı sağlayan bir üslupla o anları derliyor; yetim kalmasınlar, başkalarında yaşasınlar diye.

Yayınlanma: 19.11.2014 - 12:50
Abone Ol google-news

'Anlarımızın izdüşümü bir duygu güncesi'

Oya Baydar, yeni kitabı “Yetim Kalacak Küçük Şeyler”de arkamızı dönüp giderek haksızlık edeceğimiz o küçük ve güzel anlara dokunuyor. Sıcak ve duygu aktarımı sağlayan bir üslupla o anları derliyor; yetim kalmasınlar, başkalarında yaşasınlar diye. Çünkü dediği gibi “An gelir, gitme vaktidir” ve “Yazmak, insanın var olma çırpınışından başka nedir ki zaten!” Olaylarla değil anlık duygularla anlatılan bir yaşamöyküsü, bir çeşit otobiyografik roman “Yetim Kalacak Küçük Şeyler.” Baydar'la kitabını konuştuk.

- Bir otobiyografik ruh bütünü. Geçmiş ile gün iç içe. Kronolojik olarak ilerlememekle birlikte okuma boyu yaşamdan süzülmüş “an”lar, önünde sonunda otobiyografik bir ruh bütünlüğüne varıyor.
- Otobiyografi yazmayı hiç düşünmedim. İnsanın kendi yaşamını anlatması çok iddialı bir şey, gerçeği yansıtması da pek mümkün değil. Buna karşılık anlık duygular yalan söyleyemez. Bu kitapta anlar ve anımsamalar var. Kronolojik değil çünkü anımsamalarımız kronolojik değil. Anlık duygular anımsanırken zaman sırasına sokulmaz.

- Nasıl bellek pratiği“Yetim Kalacak Küçük Şeyler-An'lar Kitabı” ve yetim kalanlar ne kadar yarım bırakılmış olan aynı zamanda? Sonra geç kalınmışlıklara nasıl dokunmalar içerir?
- Bilinçli bir bellek zorlaması veya pratiği değil. Anlarımızın duygusunu sadece kendimiz biliriz, çok özel ve mahrem. Biz bu dünyadan çekip gidince onlar da hiçliğe karışır. Bizi tanıyanlar, hatırlayanlar da bilmez o anları. Tabii ki yarım bırakılmışlıklar, geç kalınmışlık duyguları, pişmanlıklar da içerirler. Belki de yarım kaldıkları için anımsarız o anları.

“HAYATTA EN ÇOK BABAMI SEVMİŞİM”

- Hastayken başında bekleyen, “Canım kızım” diyen, annesinin alıngan bir sesle “Tek sevdiği sensin” dediği, atının üstünde üniformasını kuşanmış doludizgin giden babanız... “Benim kızım ufka at koşturan hür bir süvari olacak” diyen... Çakmak çakmak gözlerinde puslu bir nem olan babanız... Yazar ve aydın kimliğiniz babanızdan ne kadar miras? Ne kadar kaleminiz, ne denli içseliniz babanız?
- Yetim Kalacak Küçük Şeyler’i yazarken fark ettim babamın, kişiliğimin biçimlenmesinde ne kadar belirleyici etkisi olduğunu. Özgürlük duygusu, kendi mahallemden -çevremden dışlanacağımı bilsem de susmamak, doğru bildiğimi savunmak, haksızlığa, adaletsizliğe isyan... Sanırım bunları babamdan öğrendim; farkına bile varmadan içselleştirdim. İnsan sevdiği kişiye benzemeye çalışır, demek ki ben de Can Yücel’in şiirindeki gibi “Hayatta en çok babamı sevmişim.”

- Kurmay subay babanızın madalyasını bulmanız... O nasıl bir andır?
- Sanırım Dersim madalyası’ndan söz ediyorsunuz. Önce, babamın Dersim katliamında, zulmünde payı olabileceği düşüncesini reddettim. Sonra doğrudan değil ama harekât planlarının hazırlanmasında payı olabileceği gerçeğiyle karşılaştım. Karmakarışık duygular içinde kaldım. Hâlâ tam hesaplaşamadım kendimle ve babamla. O an, iç muhasebem açısından, kendimi babam üzerinden sorgulama açısından hayatımın en dramatik anlarından biri.

“KÜRDİSTAN'IN AN'LARIMDA BÜYÜK BİR YERİ VAR”

- Doğu'da yakılan dağlar, kurşun delikli ev duvarları, yıkık damlar, barakalar, hâkinin hakimiyeti, mahrumiyet... İsyan... 'Dağlar kurtuluştur, özgürleşmedir, umuttur bizim için' diyerek isyanlarını dağlara taşıyan çocuklar... İçte sızlayan yara... Doğu'nun yalnızlığı, Batı'nın gönül sağırlığına duyulan öfke... Anlatı’'nızdaki dağlar ve isyanı nasıl sorulmaz size?
- Haklısınız, galiba kitap boyunca en sık geçen sözcüklerden biri de “dağlar” sözcüğü. Çünkü dağlar isyanın ve kurtuluş umudunun sembolüdür benim için. Doğu diyerek bir coğrafî bölgeye indirgediğimiz Kürdistan’ın an’larımda büyük yeri var. Zaten kitaptaki an’lardan büyük bölümü insanların yoksulluğu, yoksunluğu ve acıları karşısındaki, insanın ezilmesi, haksızlığa uğraması karşısındaki duygu yüküyle ilgili. Bu yüzden de sadece benim özel anlarım, özel duygularım olmadıklarını, evrensel ve çoğul olduklarını düşünüyorum.

- Hayatı ölümden çekip almak... Derde, kedere bir nebze olsun derman olabilme arzusu... Bir şeylerin parçası olabilmek, ışıldayan yeni devrimler, ülküler yaratmak tutkusu, susmamak, susturulmamak içselleştirmemek bunu, ayak diremek, mücadele etmek ve unutmamak, unutturmamak... Anlatınız öznel, her safa, her cepheye bir manifesto gibi diyebilir miyiz?
- Manifesto sözcüğü çok iddialı, benim çapımı da niyetimi de aşar. Daha alçak gönüllü bir ifadeyle duygu anlarıyla yazılmış bir yaşam öyküsü diyebiliriz. Belki de biraz tedbirsizce, kendimi korumadan paylaşıma sunduğum o anlar paylaşanları da kendi anları üzerine düşündürür, kendilerini daha iyi tanımalarını sağlar.

“DEVRİM, KENDİ BAŞINA BİR UMUT DEMEK”

- İnsanın yaşamın her yönüyle, her anıyla imtihanı: sevinç, keder, direniş, mağlubiyet, zafer, umut, çöküş, aşk, ihanet; ve bir sürü önemsiz görünen, küçücük duygu kıpırtısı... Bir geçmişten bir bugünden, bir “ben”den bir “biz”den, ilmek ilmek örülen “an”ların toplamı diyebilir miyiz Yetim Kalacak Küçük Şeyler’e? Bunları aktarırken kaleminiz kavruluyor sanki.
- Tam da böyle diyebiliriz. Yürekten geldiği, yapay duygusallığa yer vermediği, nasıl hissetmişsem öyle aktardığım ve okur karşısında duygu çıplaklığına cesaret edebildiğim için, kavurucu mu bilmem ama sıcak ve duygu aktarımı sağlayan bir üslup tutturabildim sanırım.

- Mevsimler, geçişler, hele ki yaprak dökümleri... Kısasa kısas zamanların örselenmeleri, anları... Eski tüfeklerle duygudaşlık, yoldaşlık, hasret... Devrim/ devrimler hangi duygularda buluşuyor metinde ve kazanılan ve kaybedilen devrimleri nasıl anıyor ve kutsuyor metniniz?
- Siyasi anlamından, reel devrimlerden soyutlarsak, devrim, kendi başına bir umut demek. İnsanın yaşamına anlam katma çabası, geleceğe doğru atılım. Kaybedilse de kazanılsa da devrimci ruh kişiyi daha iyi insan yapar, daha sağlıklı, daha umutlu kılar. Kitaptaki anlarda yenilginin ezikliği ve kederiyle coşku, umut, sevinç iç içe. Hayat da böyle bir şey değil mi zaten?

“ANLATI BENCE ÇOK SESLİ, ÇOK TÜRKÜLÜ, ÇOK MÜZİKLİ”

- Anlatı'nın müziği Enternasyonel'de buluyor ifadesini demek yanlış olur mu? “Hüzünlü bir türkü mü oldu?” sorusuyla birlikte...
- Anlatı bence çok sesli, çok türkülü, çok müzikli. Caz da klasik Türk veya klasik Batı musikisi de halk müziği de, devrimci marşlar da, hüzünlü ezgiler de var. Ama Enternasyonal’in duygu ânının bendeki yeri çok özel. Hele “hüzünlü bir türkü”ye dönüşmesinin ardında yatan dramatik çöküşü düşünürsek.

- Ve Hrant’ın öldürülmesi... Yürekte, vicdanda, beyinde ışık çakan o an. Yiten dayanışmalar, mazinin yoldaşlıkları, komşuları, arkadaşları, tanışları... Kopuşlar... “Duyduk da duymadık!”, “Gördük de görmedik” dediklerimiz... Anlatının ruhunda bu vargılar nasıl yer alıyor?
- Çeşitli anlara, anlık duygulara dağılmış şekilde yer alıyor bütün bunlar Yetim Kalacak Küçük Şeyler’de. Uzun uzun anlatılmıyor, ağır yorumlara yer yok, ahkâm kesilecek şeyler değil. Kahrolduğunuz an, çaresiz kaldığınız an; ihaneti, kopuşu, ayrı düşmeyi kabullenemediğiniz ânın isyanı. Bence, yüzlerce sayfadan daha etkili bir duygusal paylaşım bu. Düşmanlıkları, hasımlıkları, kısır çekişmeleri aşabilmenin anahtarı: birbirimizin gözlerinin içine bakarak, birbirimize dokunarak, anlamaya çalışarak yan yana durmaktır bence.

- Sürgünlük nasıl yer alıyor ve tanıklıklar sunuyor Yetim Kalmış Küçük Şeyler'de?
- Yabancılığın ürkekliği, ötekiliğin yıpratıcılığı, ezilmişliği, sığınmacılığı kabullenemeyiş, yersiz yurtsuzluk duygusu, buna karşılık yerleşikliğe direnme, mesela bir saksı çiçek veya bir kedi almaktan duyulan korku, kitapta yazdığı gibi: “Çünkü kediler yerleşikliği sever”; köklerinden koparılmış olmaya isyan ve geride kalan her şeye özlem...

- Hapishane güncesi nasıl bir eşiktir kitapta?
- Hapishane özel bir durum, özel bir atmosfer ve kendine özgü özel duyarlılıklar yaratıyor insanda. Hapishanede ya da işkencede ya da mahkemede yaşanan anlar tabii ki yer alıyor anlatıda. Çünkü o anlar benim duygusal belleğimde de yaşamımda da önemli yere sahip.

“ÖNE ÇIKAN ANLAR ÇOCUKLUĞUMA AİT”

- Çocukluk daha engin yansıyor kaleminize. Yine kocaman bir yürek dünyasını yazıyor kalem. Bu bir yürek güncesi ve köşe bucak hem de.
- Ben de yazarken fark ettim öne çıkan anlarımın çocukluğuma ait olduğunu. Belki yaşlandığım için. Ama belki de çocukluk ve gençlik çağları duygularımızın en yoğun, en yalın, en coşkulu yaşandığı dönemler olduğu için. Metnin bir yürek ya da duygu güncesi olduğu belirlemenize katılıyorum. Bir insan yaşamının, kronolojik akış içinde olaylarla değil, yaşananlarla değil o olaylardan, yaşananlardan doğan anlık duygularla anlatılması denemesi.

- Okumayı erken söken, masalları erkenden içselleştirmiş, annesine göre inatçı, haylaz; Fransız öğretmenine göre burnu havada bir kız çocuğu. Nasıl da sevilmiş ve isyankâr, diri zihinli, sorgulayıcı, Tanrı'ya bile kafa tutmuş ve zaman zaman küstümçiçeği gibi bir çocukluk sizinki diyebilir miyiz?
- Okumayı, aklımdan değil yapayalnız geçen bir çocukluğun mecburiyetinden erken sökmek zorunda kalmıştım, kendimi eğlendirebilmek için. Annemle yıldızım pek barışmadı. Fransız rahibe okulunda bir sürü zengin ve soylu aile kızı arasında yoksul çocuk olarak burnumu havaya dikmekten başka çarem yoktu. Sorgulayıcı olmak babamdan geliyordu, biat etmemeyi ondan öğrenmiştim. Metinde çeşitli anlara serpiştirilmiş olarak aktarıyorum bunları. Nasıl bir çocukluk olduğunu, daha doğrusu nasıl bir çocuk olduğumun değerlendirmesini okura bırakalım isterseniz.

“ANLARIM BEN GİDİNCE YETİM KALMASINLAR İSTEDİM”

- Duygu dünyanızı gizlemeden, sakınmadan, böylesine çıplak ortaya koymaktan, okurla, yani ötekiyle paylaşmaktan çekinmediniz. Şimdi kitap yayımlandı, artık herkese ait. Bu, huzursuzluk yaratıyor mu sizde?
- Evet, belli bir huzursuzluğum var. Duyguların çıplaklığı bedenin çıplaklığından daha ürkütücü ve saldırıya daha açık olabiliyor. Hele ki insanların, en kötüsü de aydın kesimlerin birbirinin açığını yakalamak, zaaflarını kaşımak; duyguları, düşünceleri, siyasal, ideolojik tercihleri, kimlikleri üzerinden birbirlerini yıpratmak alışkanlığının olduğu toplumumuzda ama ben açıklığın, samimiyetin, kendini insana, okura açmanın güvenli bir liman olduğunu düşünürüm hep. Bir de belki artık yaşlandığımdan, her şeyin bütün anlarımın benimle birlikte ölüp gitmelerinden korktum. Ben gidince yetim kalmasın, birilerinde yaşasınlar istedim. Öte yandan fark etmişsinizdir, birinci tekil şahıs olarak, “ben” diyerek anlatamadığım bölümler oldu; ya küçük kız diye ya da üçüncü şahıs olarak anlattım. Bunu da bilinçli yapmadım, kalemime öyle geldi, kendimi ancak öyle ifade ettiğimde rahat hissettim. Bu da büsbütün çırılçıplak kalmamak içindi belki.

[email protected]

Yetim Kalacak Küçük Şeyler-An'lar Kitabı/ Can Yayınları/ Oya Baydar/ 316 s.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler