Devrimin harbi avukatı

“Adalet Savaşçısı”, Metin Ağaçgözgü ve Hasan Çelikkol’un, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin öncesi ve sonrasında binlerce devrimci ve yurtseverin savunmasını üstlenen Harbiyeli avukat Nebi Barlas’ın hayatı çevresinde kaleme aldığı bir çalışma.

Yayınlanma: 03.02.2016 - 22:36
Abone Ol google-news

1940’tan günümüze, Nişantaşı’nın renkli sokaklarından Harbiye’ye, bir gece yarısı verilen emirle elinde silah Ankara’nın karanlık sokaklarına çıkan, kurmay subaylık hayallerini cezaevinde bırakıp hukukçu olmak için yoluna devam eden idealist bir ismin hikâyesi.

Kolektif bir geçmişten süzülen bir çalışma “Adalet Savaşçısı”. Hazırlamaya nasıl karar verdiniz?

METİN AĞAÇGÖZGÜ - Nebi Abiyle geçmişimiz, 12 Eylül 1980 dönemine uzanıyor. Ben ve Hasan, cunta mahkemelerinde yargılananlar arasındaydık. Nebi Abi binlerce devrimcinin olduğu gibi bizim de avukatımızdı. Hem hukuki hem insani anlamda hep yanımızda oldu. Tutukluluğumuz bittikten sonra da İpek Sokak’taki bürosunda kendisini ziyaret ederdik. Yıllar geçti ama kendisini hiç unutmadık.

HASAN ÇELİKKOL - Nebi Abiyle hem avukatımız olması hem de dönem itibariyle yargılanmalardaki birlikteliklerimiz dolayısıyla bir yakınlığımız, büyük bir sevgi ve saygımız vardı. Aynı zamanda Kuzguncuk’a sık gelip giden Talat Turhan vasıtasıyla bir tanışıklığımız da vardı.

M.A.- 27 Kasım 2014’te kendisiyle bu söyleşiyi de yaptığımız 20-21 Mayıs Harbiyeliler Evi’nde aynı davadan yargılanan arkadaşlarla birlikte buluştuk. Orada bu kitap önerisini dile getirdik.

H.S.- “Kabul ederseniz biz yazmaya talibiz” dedik. Biraz düşündü ve bizi kırmadı. Nebi Abi ile yaptığımız nehir söyleşinin yanı sıra ailesi, arkadaşları, meslektaşları ve müvekkilleriyle yaptığımız söyleşiler ve onların yazılarından oluşan bir yakın tarih araştırması niteliğindeki kitaba Mart 2015’te başladık, Ekim 2015’in sonunda bitirdik.

'MEĞER SESSİZLİĞİ TIKLATMIŞIZ!'

- Önce biyografi gibi başlasa da kitapta aslan payı, Nebi Barlas’ın hukukçu kimliğine, özellikle darbe dönemlerindeki emsal adalet yolculuğu ve harbi mücadelesine ait.

H.Ç.- Kesinlikle! 12 Eylül 1980 döneminde neler yaşandığını büyük bir hukukçunun mücadelesiyle anlatmak, onun azim ve özveriyle bağlı kaldığı hukuk ilkelerini, kalıcı bir eserle aktarabilmeyi amaçladık.

M.A.- Evet, 12 Eylül karanlığında pes etmeyen bu cesur avukatın mücadelesinin adalet ve hukuk kavramlarının altüst olduğu günümüzdeki yeni karanlık dönemde genç kuşaklara umut taşımasını istedik. Kitaba başladıktan sonra sevinçle fark ettik ki çok geniş bir kitleyi, sessiz bir insan kitlesini ve sessizliği tıklatmış gibi olmuşuz. O acılara, haksızlıklara bir ses de biz verebilmişiz.

H.Ç.- Evet, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 darbesinden sonra yaşananlar olmak üzere iki dönemi harmanladık. Çocukluğuyla başlayıp askeri okul yaşantısıyla devam ettik. Kuleli’de Harp Okulu’nda 20-21 Mayıs 1963’te, 1468 Harbiyelinin 1’inci ve 2’nci sınıfların tamamı, Talat Aydemir ve Fethi Gürcan dönemiyle birlikte Harp Okulu’ndan tasfiye ediliyor, içlerinde yargılanan 69 kişi hüküm giyiyor ve üç buçuk yıl Balıkesir’in çeşitli cezaevlerinde kalarak süreci tamamlıyor, çıktıktan sonra hukuk fakültesine giriyor.

'TAHLİYE OLDUM VE HUKUKLA SOLUK ALDIM'

- Nebi Bey, Harp Okulu son sınıf öğrencisiyken rütbe almasına kısa bir süre kala ordudan atıldınız.

NEBİ BARLAS - Evet, 21 Mayıs 1963’te.

- Üç buçuk yıl içinde Mamak, Balıkesir, Bigadiç ve Kepsut cezaevlerinde kaldınız. Geleceğinizi belirleyen adalet mücadelenizin mesleğe adım atma anlamında ilk tohumları da oralarda atılıyor değil mi?

N.B.- Öyle, Balıkesir Jet Üssü’ne Mamak’tan getirildiğimizde Saffet Oral Paşa bize “Geçmiş olsun aslanlarım, geçmiş olsun Harbiyeliler” sözleriyle güç vermişti. Saffet Ural Paşa, sonradan CHP Bursa Senatörü oldu ve biz mektuplaşıyorduk. Mektuplarında mutlaka hukuku bitirmem gerektiğini yazıyordu. Balıkesir İnfaz Savcısı Feyyaz Oral da aynı şekilde telkinde bulunuyor, beni teşvik ediyordu. Yine o evrede okuduğum çağdaş ceza hukukunun kurucusu sayılabilecek İtalyan filozof Marki Cesare Beccaria’nın Suçlar ve Cezalar adlı kitabından da çok etkilenmiştim. O kadar ki hukukçu olmam artık kaçınılmazdı diyebilirim, 1966 Haziranı’nda tahliye olduğumda soluğu hukukta aldım ve hukukla soluk aldım yani. Beccaria kitabıyla insanların dertleriyle uğraşabilen bir hukukçunun hissedebileceği en güzel duyguları hissettirdi bana. “Beni okuyup anlasalardı doğrusu, kendilerinden korkum olurdu, lakin zalimler hiç okumazlar!” gibi pek çok ifadesi hep hatırımdadır.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde de bu kitabı da ithaf ettiğim hocam Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun ve meslekte hâkim Mehmet Karaaslan’ın desteklerini de unutamam. Yolumu aydınlattılar.

'DARBECİ DEĞİLDİK, EMRE İTAAT ETTİK!'

- Talat Aydemir davası nedeniyle cezaevinde yatan devrimci bir avukat denilince bilmeyenlerin zihninde, doğrudan darbe girişimine bizzat destek veren biriymiş gibi bir algı da oluşabiliyor. Oysa Nebi Barlas’ın durumu hiç de öyle değil.

M.A.- Bu çok önemli. Biz de ilk olarak öyle düşünmüştük fakat araştırdıkça derinlemesine öğrendik ki iki devre olarak toplam 1470 kişinin atıldığı bu darbe girişiminden toplasanız en fazla on kişi bu işten haberdar, Nebi Barlas da haberi olmayan öğrencilerden biri. O gün bir alarm veriliyor öğrenciler de nedenini bilmeden emre itaat ediyor.

N.B.- Tabii tabur, bölük komutanları var, takım komutanı var başımızda. Bizim bir darbe olduğundan haberimiz yoktu, emre itaat ediyorduk.

M.A.- İsmet İnönü ve bütün yetkililerin de Genelkurmay Başkanı’nın gelişmelerden haberi olduğunu öğreniyoruz. Ama buna göz yumuyorlar, darbe girişimi gerçekleşiyor, engelleniyor ve iki devre tasfiye ediliyor.

N.B.- 1990’da Hilton Oteli’nde düzenlediğimiz 21 Mayıs Gecesi’ne gelen emekli Orgeneral Turgut Sunalp bize, “Aranızda elebaşı olan yirmi, otuz kişiyi bulamadığımız için hepinizi harcadık” diye açık açık itiraf etmiştir. Darbe planından haberimiz yoktu. İlk olarak 20 Şubat 1963’te bir alarm verildi. Gece saat üçe kadar dershanelerde bekletildik. Ertesi gün sömestr tatiliydi, eve gönderildik. Ne oldu bitti anlamadık. Fakat döndüğümüzde bize karşı tavırlar son derece kabaydı. Yazın Menteş Kampı’nda da bu böyle devam etti. 14 Mayıs’ta İsmet Paşa’nın bir beyanatı oldu “Üç gün içinde her şey olabilir” diye.

M.A.- Cumhuriyet’in 15 Mayıs 1963 günkü manşeti aslında her şeyi ifade ediyor. Daha önce İnönü, Gürsel ve Sunal ile görüşüyor, hatta ara veriyorlar Meclis’te. Aynı gün Ankara’ya gelen NATO Başkomutanı Lemnitzer ile görüşüyor ve: “Vaziyet çok mühim ve kritiktir. Üç gün içinde çok vahim olaylar olabilir” diyor ve Emniyet Genel Müdürünü Ankara’ya çağırıyor.

'İSMET PAŞA YAŞADIKLARIMIZI ÖNLEYEBİLİRDİ'

- İsmet İnönü de Atatürk’ün askerlerinin harcanmasını istemezdi kuşkusuz.

M.A.- İsmet Paşa’nın evinin önünde nöbet tutuyor, İnönü Harbiye’ye geldiğinde bizler heyecanla, coşkuyla karşılıyorduk. İsmet Paşa olayların bu raddeye gelmesini önleyebilirdi. İsmet Paşa, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan gelen bir Garp Cephesi Komutanı. Yani lalettayin bir insan değil ki.

H.Ç.- Devlet deneyimi de olağanüstü olan bir insan.

M.A.- Şimdi Ankara Valisi Enver Kuray, Talat Aydemir’le ihtilal yapılacağını bildiriyordur, bir ay evvel rapor var, İsmet Paşa’nın beyanı var. Alparslan Türkeş’in saat 10.00’da İsmail Hakkı Yılanlıoğlu’na “Talat, bugün ihtilal yapacak” diye beyanı var. Devlet Bakanı Hasan Dinçal’a bildirilmiş, Dinçal de İsmet Paşa’ya iletmiş. Bir de hukukçu açısından onu kanıt olarak ortaya koymamız mümkün olmasa da şöyle enteresan bir şey var; Kara Kuvvetleri Komutanı Ali Keskiner, 20 Mayıs sabahı Kara Harp Okulu’nu ziyaret ediyor. Birinci sınıf talebelerinin taktik imtihanı var o gün. Bizim imtihanlarımız bitmişti, kıtaya çıkmayı bekliyoruz, kılıç takacağız, gün sayıyoruz. Orada bir taktik sorusu soruyor, çocuklar o kadar güzel cevap veriyor ki Ali Keskiner, “Harp Akademisi’nde bunu otuz kurmay subay biz üç saatte çözemedik” diyor. Onun için Genelkurmay’a ve okul komutanı Kemalettin Eken’e “Bu talebeleri izne gönderelim” diyor. Bir şey biliyorlar ki bir hazırlık ve hareket var ki bu kadar başarılı bir dönemi izne göndermeyi düşünüyorlar. İzne gönderseler zaten bu mağduriyet başımıza gelmeyecekti.

- 22 Şubat 1962’de, Talat Aydemir’lerin darbe girişiminden sonra, Başbakan İsmet İnönü’nün ve Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay’ın harekâta katılanların yargılanmayacaklarına ilişkin bir taahhütnamesi var, kitapta o da yer alıyor.

H.Ç.- Evet, belgesiyle yer verdik, Ömer Gürcan’ın kitabından aldık. Bu, Türkiye’de genel olarak belki de siyasetin nasıl işlediğini gösteriyor. Talat Aydemir ve arkadaşlarının emekli edilerek olayın üstünün kapatılmasına çalışılması.

N.B.- Türkiye tuhaflıklar ülkesi diyorum bu nedenle. Böyle bir şey olabilir mi? Başbakan ve Genelkurmay Başkanı kendini yargının yerine koyuyor resmen.

'TOPUMUZU HARCADILAR!'

- Devre arkadaşınız Vahit Özsoy’un şu değerlendirmesine de yer veriliyor kitapta: “20-21 Mayıs’ı Amerikancı anlayışla yurtsever anlayışın bir mücadelesi, bir çarpışması olarak değerlendiriyorum. Amerikancı anlayışın hâkim kılınması için yurtsever unsurların tasfiyesi ta o zaman başlatılmış, 12 Mart ve 12 Eylül uygulamalarıyla noktalanmıştır.”

N.B.- Evet. Amerikan askeri ataşesi Albay Dickson’ın ünlü raporu da bu kanımızı doğrular: “Rejime sadık olmayan devlet memurları ve subaylardan en tehlikelileri bir program dâhilinde tasfiye edilmek üzere tespit edilmektedir.” Dahli olan olmayan biz Harbiyelilerin tasfiyesinde, sonradan “bize ayak bağı olurlar” duygusu etkindi. Bizler, “kahrolsun Amerika” diyen yurtsever askerlerdik çünkü. Amerika ister mi böyle bir devre subay olsun? Topumuzu harcadılar. Albay Talat Aydemir ve Binbaşı Fethi Gürcan idam edildi.

- Mahkemeniz nasıl oldu?

N.B.- 1459 kişinin hükmü dört ayda verildi. 69 kişi ceza aldı, daha doğrusu 78 kişi ceza aldı ama dokuzunun cezasını Yargıtay bozdu. Yargılanan herkes de okuldan atıldı.

- Askerlikte uğradığınız bu haksızlıklar, sizdeki adalet duygusunu perçinleyen bir diğer nokta değil mi?

N.B.- Tabii ruhumda bu haksızlıkların izini taşıyordum. Çocuk yaşımızda ana kucağından “Ahmet ihtilal yapacak, Mehmet ihtilal yapacak” diye girmedik ki okula. Bütün gayemiz iyi bir kurmay subay olmaktı. Ulus adına yargılama yapan bir mahkeme beraat kararı veriyor ama ne idüğü belirsiz bir disiplin kararıyla bu mağduriyet yaratılıyor. Kaldı ki disiplin kurulu kararında imzası bulunan o zaman Kurmay Albay Kemal Yamak, otuz yıl sonra Gölgedeki İzler ve Bizler diye bir kitap yayımladı, orada yetmiş sayfa Harbiyelilere yapılan haksızlık diye vicdanının sesini dile getiriyor. Yaşadığım bu büyük mağduriyetin de etkisiyle kendimi hukuka adadım.

'ECEVİT MİLLETVEKİLLİĞİ TEKLİF ETTİ'

- Nasıl çalışırsınız, araştırmalarınızı nasıl yaparsınız? Bir davada ve savunmanızda en dikkat ettiğiniz noktalar nelerdir?

N.B.- Dosyayı çok iyi okurum. Müvekkillerimle politik tahliller yapmam. İfadeleri, tanık beyanlarını çok titiz okur, hazırlanırım. Apayrı renklerde şemalar yaparım. Mahkemelere şema halinde veririm bütün dosyayı.

H.Ç.- İddianamelerdeki çelişkileri çok iyi yakalıyor bu sayede Nebi Abi.

- İlk müvekkiliniz Kurmay Albay Talat Turhan. Onun yeri sizde ayrı.

N.B.- Evet, Bomba Davası’nda işte sözde Marmara Gemisi’ne bomba koyup köprüyü havaya uçurma iddiası üzerine açılan davada savunmasını birlikte hazırladık. Tutuksuz yargılanıyordu. Bir sene doğru dürüst uyumadan on klasörlük bir savunma hazırladık Kuzguncuk’ta. İnanılmaz titiz, enerjik biriydi Talat Abi. Kendime de hep örnek almışımdır. Savunmasında yer almaktan her zaman onur duydum. Talat Turhan, Türkiye’deki kontrgerillayı ortaya çıkaran kişidir. Sıkıyönetim mahkemelerinde de sonrasında da kontgerillanın, CIA güdümünde bir suç örgüt olduğunu ortaya koymuştur. Benim de 1978’de Aydınlık’ta ve Hürriyet’te “Kontrgerillacılardan hesap sorulmalıdır” başlıklı bir beyanatım yayımlandı. Bülent Ecevit okumuş, Ankara’ya davet edildim. Ecevit ve otuz beş CHP milletvekilinin huzurunda yaptığım konuşmada Türkiye’nin giderek bir polis devleti olduğunu, yargının cenderede olduğunu ifade ettim. Ecevit bana, İstanbul milletvekilliği teklifinde bulundu; kitapta ayrıntıları vardır, kabul etmedim.

'2480 MÜVEKKİLİM OLDU, İKİSİ İDAM EDİLDİ'

- En son girdiğiniz dava hangisi?

- Sarp Kuray davası. Kuray’a örgüt yöneticiliğinden müebbet vermeleri hukuksuzluğun daniskası bir karardır, o hukuksuzluk inanılır şey değildir. Neye dayanarak, bir tek delil yok.

- Sol örgüt davalarına nasıl başladınız?

- 1976’da Atilla Özkan’ın Zeytinburnu’nda öldürülmesinden sonra başladım.

- Devrimcilerin toplam kaç davasına girdiniz?

- 2480 müvekkilim oldu. TİKKO, Dev-Sol, Dev-Yol, MLSP, Çayan sempatizanları, Cepheyolu, Üçüncü Yol, Kurtuluş, Eylem Birliği, THKO, HDÖ, Acilciler...

- Müvekkillerinizin kaçı hakkında idam istendi?

- 807 ve ne yazık ki ikisi Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan, yine hukuksuzca yargılanarak ABD’ye de yaranmak için idam edildi. Türk Solu’ndan ilk idam cezası Mehmet Akoğul’a verilmişti ama yazdığım savunmayla karar Yargıtay’da bozuldu ve beraat verildi.

'12 EYLÜL MAHKEMELERİNİ ARAR OLDUK!'

- En uzun hapis yatan müvekkiliniz?

- 16 yılla Eşber Yağmurdereli.

- Bugünün 12 Eylül sıkıyönetim mahkemelerini neredeyse aratır olmasına ilişkin neler söylersiniz?

- Aratıyor maalesef. Eğer 12 Eylül’de bir İstanbul Sıkıyönetim mahkemeleri, AKP ile Cemaat’in bir dönem kol kola girerek ve kafa kafaya kurduğu özel mahkemeler gibi olsaydı İstanbul’dan rahat bin tane idam kararı çıkardı. Hukuka, savunmaya, avukatlara hiçbir saygıları yok. O dönem de berbattı elbette ama en azından mahkeme olarak savunma hakkını kısıtlayıcı hiçbir şeyle karşılaşmadık. On sene kimse benim sözümü bile kesmedi. Sarp Kuray örneğini vermiştim ya, işte orada 9. Ağır Ceza Mahkemesi ara kararına onca talebe rağmen avukatları almadı bile, tutanakları mübaşirle verdirdi yani. Böyle bir hakaret olabilir mi ya? İki defa bunu anlatamadım yahu. Sonra ara karar verildi çıktım, dedim ki “Siz bize saygı duymuyorsanız ben de size saygı duymuyorum”.

'CAN VE ERDEM SİYASİ KİNİN MAHKÛMU'

- Bugünkülerle o dönemin hukukçuları arasında ciddi bir fark olduğunu mu düşünüyorsunuz?

- Tabii, Bugünün anayasa hukukçusu bir profesörle İstanbul Üniversitesi’nin o deha, o hukuka saygılı profesörlerinin karşısında şimdi anayasa hukukçusu geçinenlerin esamisi okunmaz, onların stajyerleri, hukuk talebesi dahi olamazlar. Mesela bir cemaatçi hâkim, ne eğitimi alırsa alsın hukuk ona ne ifade eder, kafa başka yerde, zihniyet bambaşka bir çizgide. Cemaatle AKP gurubu arasında çatlak olmasaydı birden bire böyle demokrat mı kesilirlerdi böyle, haktan hukuktan dem vururlar mıydı?

- 12 Eylül döneminde de basın mensubu zalimlerden payını aldı maalesef.

- Aldı tabii ama böyle miydi? Şimdi bir Başbakan Can Dündar’ın ile ilgili “hesap verecek, öyle bırakmam onu” gibi cümleler nasıl sarf edebilir? Hukukmuş, anayasaymış nazara aldıkları yok, umurlarında değil. Siyasi kinin mahkûmu Can Dündar ve Erdem Gül’ün gerçek hukuk, gerçek adalet uygulamalarına göre bir dakika bile içeride kalmaması lazım. Ama işte siyasi baskı ve kin tutuyor onları içeride.

Adalet Savaşçısı-Nebi Barlas Kitabı/ Metin Ağaçgözgü, Hasan Çelikkol/ Gökkuşağı Kitabevi/ 336 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler