Maurice Merleau-Ponty'nin başyapıtı

Yirminci yüzyılın en önemli düşünürlerinden Maurice Merleau-Ponty, başyapıtı olan “Algının Fenomenolojisi”nde, Husserl’den aldığı fenomenolojik yöntemi estetik bir anlayışla yeniden yorumluyor.

Yayınlanma: 05.03.2018 - 17:51
Abone Ol google-news

‘Algının Fenomenolojisi’

Montaigne, “Çok gariptir, çağımızda işler o hâle geldi ki felsefe, anlayışlı insanlar arasında bile, ne teorik ne pratik faydası ve değeri olan, boş ve kuru bir laf biçiminde kaldı…” diye yazar Denemeler’inde. Bu sözüyle Montaigne, bize on altıncı yüzyıldan seslense de günümüz toplumlarında bu düşünceye benzer anlayışlar görebiliyoruz. Ancak uzun yıllardır devam eden bu tavır, çeşitli faaliyetlerle felsefenin hayatımızın merkezinde olduğu gösterilerek kırılmaya, özellikle üniversitelerdeki konferans, seminer veya çalıştaylarla ya da yayınevlerinden çıkan birçok çeviri ve yerli eser ile felsefeye karşı kuşanılan önyargı, olabildiğince azaltılmaya çalışılıyor. Bu anlamda ülkemizde felsefe çalışmaları da günden güne artıyor. Bunlardan biri, çağdaş Fransız filozof Maurice Merleau-Ponty’nin Algının Fenomenolojisi eserinin çevirisi. Fenomenoloji geleneği ile ilgilenen birçok araştırmacı tarafından da uzun zamandır beklenen çeviri, bir manifesto niteliğini taşıyor diyebiliriz.
 
ALGI ÇÖZÜMLEMESİ

Merleau-Ponty’nin yoğun üslubunun, çevirmenlerin kalemiyle daha akıcı olması, uzun süredir beklenen bu çeviriyi, filozofun anahtarını elinde bulundurduğu terminolojisini ve her bir bölümün kendi yapısını çözümlenebilir hâle getiriyor. Bu sayede de Algının Fenomenolojisi, filozofun dünyasına açılan bir kapı, okurun rahatlıkla zihinsel temas kurabileceği bir esere dönüşüyor.

Merleau-Ponty’nin doktora tezi olan çalışma, sadece fenomenolojideki kitaplardan birine hayat vermekle kalmıyor, aynı zamanda esere ve Merleau-Ponty’ye, hatta fenomenoloji araştırmacılarına tamamen yeni bir hayat kazandırıyor. Bu da okuru, yaşadığı beden ve algı hakkında çeşitli sorgulamalara götürüyor. Böylece doğrudan doğruya filozofun sorgulayıcı üslubuna ulaşarak anlam dünyasına giriyoruz.

Algının Fenomenolojisi, bu disiplinin ne olduğuna dair bir sorgulamayla itiyor. Bu sorgulama, oldukça diyalektik; savunduğu görüşü doğrudan öne sürmenin aksine, uzun soluklu bir araştırma aşamasından sonra kendini açımlamaya başlayan bir tavır bu. Ayrıca Merleau-Ponty’nin, Fransa’nın en önemli fenomenologlarından biri hâline gelmesinde büyük etki sahibi olan hocası Edmund Husserl de bu sorgulamadan payını alıyor. Ancak Merleau-Ponty, genel olarak fenomenolojisini bu eserde kurarken Husserl’den daha çok Gestalt Teorisi’yle ilgilenir. Bu ilgi de onu, Gestalt Teorisi’nden yola çıkarak fenomenolojinin üzerine kurmaya çalıştığı algı çözümlemesi dünyasına götürür. Dolayısıyla bu eser, Merleau-Ponty’nin sorgulayıcı felsefe tarihi okumasının son kertesinde algıya yönelmesini içerir.

Bunun yanında, eserin bütününde hissedeceğimiz diyalektik süreç, ‘Klasik Önyargılar ve Fenomenlere Dönüş’ isimli giriş bölümünde de kendini göstererek devam ediyor. Merleau-Ponty’nin buradaki hesaplaşması, felsefe tarihinin bitmek bilmeyen kavgası olarak görülen deneycilik (ampirizm) ve entelektüalizm (rasyonalizm) üzerine. Aslında, Gestaltçı bakış açısıyla bu iki karşıtlık arasında eserini oturtmak istediği zemin şu: Bu iki anlayış arasındaki algı tartışmalarına kesin bir çizgi çekerek geleneksel epistemolojideki önyargılardan uzak bir algı fenomenolojisi kurmak. Dolayısıyla Merleau-Ponty’nin derdi, bu iki düşünceyi bertaraf ederek neden algıya öncelik verdiğimizi ve neden onun fenomenolojisini kılavuz olarak almamız gerektiğini, onların savunmalarını sorgulayarak göstermek. Çünkü Merleau-Ponty için bu görüşler, algıyı açıklamak yerine, onu yanlış izah ederek “duyum” ile eşdeğer kılar.  
 
FELSEFENİN ESAS DOĞASI

Merleau-Ponty, deneycilik ve entelektüalizm arasındaki çıkmazı aştıktan sonra eserinin ilk bölümü olan ve birçok sorunun da merkezinde yer aldığını düşündüğü ‘Beden’e geçer. Filozofa göre, felsefe tarihindeki aksaklıklar veya boşluklar, hatta tamamlanamamışlıkların çekirdeğini bedenin unutuluşu oluşturur. Oysa beden, algısal deneyimimizin hem psikolojik hem de fizyolojik bakımdan dinamik bir kutbunu meydana getirir. Dolayısıyla bu bölümde, yine Gestaltçı bir zeminde, bedeni her yönüyle diyalektik bir süreç şeklinde ele alır. Bir sonraki bölüm ‘Algılanan Dünya’da ise Merleau-Ponty, bedenle ilgili sorgulamalarıyla ulaştığı çıkarımlarını ileri taşıyarak algının, psikolojik ve fizyolojik yönlerinin birbiriyle örtüşüp nasıl etkileşimde bulunabileceğini ve insan bedeninin mekânsallığının algılamayı nasıl etkileyebileceği sorgulamasını yürütür. Amacı, algı anlayışımızın ilerlemesini sağlamaktır.

Bununla birlikte, Algının Fenomenolojisi’nin bütününde birbiriyle iç içe geçen, ‘Kendi-için-varlık ve Dünyada-varlık’ın tartışıldığını görebiliriz. Bu bir bakıma eserin çoğunluğunda yapılmak istenenin toparlanmasıdır.

‘Kendi-için-varlık ve Dünyada-varlık’ başlıklı bölümün ilk kısımda, René Descartes’ın Cogito’su ile hesaplaşıp bundan doğan sıkıntıları sorgular ve yeni bir Cogito anlayışını tartışır. Yani Cogito’ya fenomenolojik olarak yeni bir yorum getirir. Bu bölümün ikinci kısmı ise okuyucuya zihin jimnastiği yaptıracak zamansallığa dair felsefe tarihinde kaleme alınmış yegâne yazılardan biridir. Zamanın tabiatıyla mı ilgili, yoksa Merleau-Ponty’nin yoğun sunumundan kaynaklı mı bilinmez ama bu kısmın, okurun kafasını oldukça meşgul etme ihtimali var. Çünkü zamanı, nesnelerle eşdeğer kabul etmez ve ancak onun görülerek zaman olabileceğini söyler. Ayrıca bu kısımda Merleau-Ponty, felsefe tarihinde en çok etkilenip esinlendiği filozof Martin Heidegger’le hesaplaşır. Bölümün son kısmı ise “özgürlük” ile ilgili. Düşünür, insan özgürlüğü anlayışını açıklayıp sorgulayarak yeniden ele alırken dikkat çekmeye çalıştığı nokta, dünyada-olmak fikrini elinden geldiğince açık hâle getirmektir. Bunun için Jean-Paul Sartre’ın özgürlük anlayışını da sorgulama süzgecinden geçirir.

Dolayısıyla Merleau-Ponty’nin bu eseri ve kıymetli çevirisi, algının fenomenolojisinin sunumundan çok ona dair sorgulamayı içeriyor. Deneyciliğin ve entelektüalizmin çoğu problemi açıklamada yetersiz kalışı, onu ister istemez bir diyalektik sorgulamanın içine itti. Şüphesiz Merleau-Ponty’nin felsefi söylemi, ilgi çeken ve felsefenin “esas” doğasına sahip. Bu bakımdan anıtsal nitelikteki bu çevirinin, ülkemizdeki felsefe meraklılarına katkısı fazla olacaktır.
 
Algının Fenomenolojisi / Maurice Merleau-Ponty / Çeviren: Emine Sarıkartal, Eylem Hacımuratoğlu / İthaki Yayınları / 624 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler