Fatih Akın'dan bir ‘seriyal katil’ hikâyesi...

‘Altın Eldiven’ adından ötürü Fatih Akın bu kez boks filmi çekmiş zannettiren, 1998 tarihli ilk filmi “Kısa ve Acısız”dan beri sinemada uluslararası medarı iftiharımız olagelen, “Temmuzda” (2000), “Solino”(‘02), Altın Ayı Ödüllü” Duvara Karşı” (‘04), “Yaşamın Kıyısında” (‘07), Ermeni tehciri üstüne çektiği “Kesik”(‘14), “Elveda Berlin”(‘16) ve “Paramparça”(‘17) gibi önemli filmleriyle tanınan, Hamburg 1973 doğumlu, Türk asıllı ünlü Alman yönetmen, oyuncu ve yapımcı Fatih Akın’ın on birinci uzun metrajını bildik festival koşuşturmacası içinde seyrettim.

Yayınlanma: 11.04.2019 - 23:09
Abone Ol google-news

Kabaca çok kanlı, grotesk bir suç ve dehşet dramı olarak kategorize edilecek “Altın Eldiven”i Alman yazar Heinz Strunk’un aynı isimli romanından uyarlamış Akın. Ünlenmelerinden önce 1960’ların başında, Beatles grubunun da “Star” adlı bir gençlik barında müzik yaptığı Hamburg’un, ucuz genelevleriyle, pub’ları ve meyanelerinin bolca bulunduğu, (Amsterdam’ın hayat kadınlarının camekânlarında açık saçık boy gösterdikleri Kırmızı Mahalle’siyle rekabet eden) o ünlü eğlence ve âlem semti St. Pauli’de geçiyor “Der Goldene Handschuh”. Semtin Altın Eldiven adlı barında tanışıp içki ısmarladığı, ezik, perişan, yaşlı kadınları çatı katındaki döküntü evine götürerek tecavüz ve işkence ettikten sonra kesip doğrayarak öldüren, ceset parçalarını da hem çöpe atan, hem de kağıtlara, örtülere sarıp sarmalayarak tıktığı evinin gizli bir bölmesinde saklayan, ilk bakışta acınılası, zararsız, gerzek görünüşlü ama aslında manyağın önde gideni, alkolik bir “serial killer” olan Fritz Honka’nın (Jonas Dassler) dehşetengiz hikâyesini anlatıyor Akın.

Canavarımsı katil Honka’nın yer yer iç kaldıran, iğrenç hikâyesini, 1971’in Hamburg’unun modalarını, müziklerini, kılık kıyafetlerini ve mekânlarını neredeyse bire bir, çok gerçekçi bir tarzda yansıtarak özene bezene ve yer yer pata-küte anlatan Akın, genelde yaşlı, çirkin kadın kurbanlarına uyguladığı gaddarlığı sınır tanımaz, zalim “seriyal katil” Fritz Honka’nın iç kaldıran, suç eylemlerine odaklanıyor. Ve filmin oldukça itici gelen, çeşitli ölümüne boğuşma, vurma, katletme sahnelerinde seyirciye yeter artık dedirterek ipin ucunu kaçırıyor gibi, olanca çirkin haliyle “kötü”yü tasvir edeyim derken. Film, anlatımı, oyunculuğu, görselliği, temposu, kamerası, set dizaynı, sesi, ışıkları ve teknik düzeyi bakımından birinci sınıf bir profesyonelliğin ürünü ama genel olarak “kötü”yü ve sebepsiz şiddeti konu edinen hikâyesi bakımından iğrenç sıfatını fazlasıyla hak ediyor. Evine gelip giden ağabeyinin (Marc Hosemann) yönlendirmesiyle bir süreliğine düzenli bir işe girip 4 kadını öldürüp ortadan kaldırdığı o korkunç alışkanlıklarına son vermeye kalkışsa da, Honka’nın işlediği cinayetler alt kattaki baharatlı, sarmısaklı yemekler pişirmeye meraklı Yunan komşuların mutfağındaki meydana gelen yangın yüzünden artık saklanamaz hale geliyor ve sonunda polis tabii ki Honka’nın tepesine biniyor finalde...
Genelde vizyonunu beğendiğimiz, kimi filmlerini de çok sevdiğimiz yönetmen Fatih Akın’ın, özellikle “Siyah Sinema”nın 1970’li yılların Holly-wood’undaki şiddetten geçilmeyen, macera filmleriyle bir alt akıma dönüşmüş (ve 40 yıl kadar sonra Quentin Tarantino’nun da 2 filmiyle dahil olarak canlandırılması çabasında bulunduğu) o “sömürü sineması” çizgisine özenerek tezgâhladığı bu “Altın Eldiven” için, filmi yapılacak onca konu varken niçin böylesine rezil bir hikâyeyi uyarlamaya bunca özen ve emek göstererek çabaladın ki diyebilirim sonuçta, hem de yeteneklerini harcamak pahasına.
Akın’ın filmografisine de pek bir şey katmayacak bu “Altın Eldiven” katıldığı son Berlin Film Festivali’nde de konu seçimiyle bir hayal kırıklığı yaratmaktan öteye gidemedi malum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler