Kararmış bir yürek

Nikolai Leskov’un ‘Mtsensk İlçesi’nin Lady Macbeth”i adlı romanından beyazperdeye uyarlanan ‘Lady Macbeth’, istemediği bir evlilik sonucu büyük, izole bir malikâneye kapatılmış genç Lady Katherine’in nasıl bir ‘femme fatale’e ya da filmin adından hareketle Lady Macbeth’e dönüştüğünü anlatıyor.

Yayınlanma: 29.06.2017 - 22:11
Abone Ol google-news

En bariz olandan başlamak gerekirse, sinema muazzam potansiyeli olan bir yaratıcı, çağdaşlarının arasında parmakla gösterilecek bir gerilim ustası kazandı. Henüz ilk filmiyle midemize sağlam bir yumruk oturtan tiyatro kökenli William Oldroyd’un adını bir kenara not etmenizde fayda var, tabii iyi film izlemek, sabun köpüğü Hollywood aksiyonlarından ziyade zihninizde kapılar açacak, duygu dünyanızda sıçramalar yaratacak işler görmek sizi heyecanlandırıyorsa...

‘Mtsensk İlçesi’nin Lady Macbeth’i’

Nikolai Leskov’un “Mtsensk İlçesi’nin Lady Macbeth”i (Okuyan Us Yayınları) adlı romanından beyazperdeye uyarlanan “Lady Macbeth” (Şostakoviç 1934’te romanı operaya uyarlamış, Andrzej Wajda ise 1962’de yine aynı eserden hareketle “Sibiryalı Lady Macbeth” adlı filmi de çekmiştir) her ne kadar akla ilk anda William Shakespeare’in iktidar odaklı müthiş tragedyasını getirse de Oldroyd’un filminin ne dönem ne de ana tema olarak oyunla örtüşen bir yapısı var. Film daha çok, ecnebilerin deyişiyle ‘Viktoryen noir’ bir üslupla (bunu Shakespeare’e borçlu olabiliriz işte) baş karakterinin, yani çok da istemediği bir evlilik sonucu büyük, izole bir malikâneye kapatılmış genç Lady Katherine’in nasıl bir ‘femme fatale’e ya da filmin adından hareketle Lady Macbeth’e dönüştüğünü anlatıyor. Bu anlamda Lady Macbeth bir analoji, hatta neredeyse bir metafora dönüşüyor filmin akışı içinde. 19. yüzyılda İngiltere kırsalında geçen film koca evde fena halde sıkılan, hatta giderek bunalan ve iktidarsız, babasının zulmü altında iyiden iyiye bir zavallıya dönüşen kocasından bir hayli nefret etmeye başlayan genç Katherine’in evin çulsuz ama yakışıklı müstahdemiyle girdiği tutku dolu ilişkiye odaklanıyor. Sınıf ayrımı, iktidar gibi yan temaların alttan alta ve son derece usturuplu bir biçimde aktığı hikâye kayınpederin bu yasak ilişkiyi fark etmesiyle farklı bir boyuta taşınıyor ve bu noktadan itibaren Katherine’in zaman zaman incelikli, zaman zamansa alabildiğine hunhar cinayetleriner tanık olmaya başlıyoruz. Neredeyse bir yıldan kısa bir sürede korkunç bir Lady Macbeth’e dönüşen Katherine gitgide suç ve yalan batağına gömülürken izleyici de aşkın tutkusundan cinayetin şehvetine geçiş yapan bu morbid karakterin dönüşümünü dehşetle ama tuhaftır, bir an bile gözünü kırpmadan izliyor. Bu da hem oyuncuların, hem de dört başı mamur bir karanlık yaratmayı başaran ve bu karanlık atmosferden ustalıklı bir gerilim çıkaran yönetmenin başarısı.

Filmde başrolü üstlenen Florence Pugh’a da kısaca da olsa değinmek gerek. Başlarda sıkıntıdan oturduğu koltukta uyuya kalan bir genç kızken şehvetin tadını aldıktan sonra nasıl da önüne geleni yok eden acımasız, hatta vicdansız bir katile dönüştüğünü görmek bile Florence Pugh’un yakın gelecekte (tabii yanlış tercihlerle karireyini zehirlemezse) beyazperdenin yıldız isimleri arasına gireceğini tahmin etmemize yetiyor. İlk kez İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan, çeşitli festivallerde hem Pugh’a hem de Oldroyd’a ödüller kazandıran “Lady Macbeth” şüphesiz haftanın en iyisi.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler