Ustaya şapka çıkaralım

Yılmaz Güney-Şerif Gören imzalı 'Yol'dan 32 yıl sonra, sinemamıza 100. Yılında Altın Palmiye kazandıran 'Kış Uykusu', meraklısını 3 saat 15 dakika boyunca beyazperdeye bağlayan, mutlaka görülesi bir yapıt.

Yayınlanma: 12.06.2014 - 23:25
Abone Ol google-news

Nerdeyse 20 yıldır müdavimi olduğu Cannes festivalinden bu kez nihayet Altın Palmiye ödülüyle dönen Nuri Bilge Ceylan’ın merakla beklediğimiz son filmi “Kış Uykusu”, onun ele güne karşı dünya çapında, gerçek bir sinema ustası olduğunu baştan sona kanıtlayan, Anton Çehov esintili, edebi diyaloglarla örülü, söz ağırlıklı, Ebru ve N. B. Ceylan imzalı, zengin senaryosunun yanı sıra geri plandaki çarpıcı görselliğiyle de meraklısını 3 saat 15 dakika süresince resmen beyazperdeye bağlayan, mutlaka görülesi bir başyapıt, baştan belirtmek gerekirse.

Üç ana karakterin çevresinde gelişiyor “Kış Uykusu”. Yıllarını tiyatroya hasretmiş, epey sahne tozu yutmuş, emektar oyuncu-yeni yazar Aydın (Haluk Bilginer) nicedir İstanbul’u terk ederek bata çıka yaşadığı Kapadokya’daki patronu olduğu, babadan kalma bir Otel Othello’ya kapağı atmış, çok varlıklı ve emekli bir mirasyedi hayatı sürdürürken, Bozkırın Sesi adlı yerel bir gazetede güncel konulara değinen, ahlak ve vicdan sahibi, çoğu kez eleştiren bir köşe yazarı olarak ahkâm kesmekten başka bir de tuğla gibi kalın bir Türk Tiyatro Tarihi kitabı kaleme almaya niyetlenen biri.

Tıpkı doğaya salınmış, yaşlı bir yılkı atı gibi yaşamının kış uykusuna yatmış, kibirli bir yöre ağası izlenimi veren, adı gibi her şeyi bilen, her şeye vâkıf ama sonuçta taşranın yabanıllığına, doğanın koynuna ve peribacalarının ıssızlığına sığınmış, gerçeklerle hayalleri arasında kalakalmış, olgun bir entelektüel Aydın.

Çevredeki muhtaç okullara maddi manevi destek sağlayacak birtakım yardım kampanyaları düzenlemeyi, iyilik etmeyi yaşamının ana hedefi yapmış genç güzel karısı Nihal (Melisa Sözen) ile kocasından ayrılmış ama hâlâ boşanma sürecinin yoğun karmaşasını atlatamayarak kendini iyice koyverip düştüğü boşluktan çıkamamış, hiç çalışmaz ve kitap çevirmez olmuş, aklı hâlâ alkole gark olmuş eski koca Necdet’te kalmış, mutsuz, bezgin kızkardeşi Necla da (Demet Akbağ) var, ev gibi otelde, emekli aktör-patronla beraber yaşayan.

Japon turistlerin yeğlediği Otel Othello’yu şoförlükten kâhyalığa kadar her işi çekip çeviren, Aydın’ın sadık emir eri Hidayet’le (Ayberk Pekcan) mutfaktaki Fatma kadın çekip çeviriyor. Otelin yanı sıra çevrede kira getiren başka mülklerin de sahibi olan Aydın’ın arabasının camının, kira borçlarını ödeyemeyince eve gelen icra memurlarınca televizyonları filan haczedilmiş kiracısı, bekâr imam Hamdi Hoca’nın (Serhat Kılıç) yeğeni ve hapisten yeni çıkmış, işsiz ağabeyi İsmail’in (Nejat İşler) ilkokul beşe giden suskun oğlu tarafından taş atılarak kırılmasıyla başlayan film, Aydın’ın yakınlarıyla Kapadokya’nın benzersiz, fantastik coğrafyasında oluşturup harala gürele sürdürmeye çabaladığı, evrensel nitelikteki karı-koca ve kardeşlik ilişkilerini konu ediniyor özetle.

Kimi zaman, karısının ölümüyle çiftliğinde yalnızlığa gömülmüş, Londra’ya yerleşmiş çocuğunca da unutulmuş, kuşaktaşı ve kafa dengi komşusu Suavi’nin (Tamer Levent) yoldaşlığına başvuran Aydın’ın kendisiyle, idealist, yardımsever, genç karısıyla ve bunaltılı, sıkkın bacısıyla hesaplaşmaları üzerinden gelişen film, edebi yoğunluktaki uzun diyalog, monolog (ve bazen tirat’ımsı) sahnelere başvuruyor çoğunlukla.

Çoktan artık ustalık dönemine eriştiği söylenecek yönetmen NBC, yaklaşık 20 yılı bulan kariyerindeki 8. filmi olan “Kış Uykusu”nda kamerasını, hayattaki hayal kırıklıklarını, önyargıları, baskıları, çözümsüzlükleri ve çıkmazları içeren, her çeşit insani ilişkideki o karmaşık yapıya çeviriyor bu kez.

Özellikle yer yer gayya kuyusundan farksızlaşan karı-koca ilişkisi sahnelerindeki başarısının yanı sıra, kötülüğe karşı koyma tartışması ya da el öptürme faslı görüntüleriyle akılda kalan film, öncelikle son derece inandırıcı karakterleri, ustaca kurulmuş anlatı yapısı ve NBC’nin demirbaş kameramanı Gökhan Tiryaki’nin nefis görüntüleriyle baştan sona etkiliyor seyircisini.

Bir eli yağda bir eli balda yaşayan, avukatları ve kâhyası aracılığıyla kiralarını toplayan, rantiye Aydın’ın zenginliğiyle, dara düşmüş imam Hamdi ve Nihal’in verdiği yardım parasını ateşte yakacak kadar onuruna düşkün, bıçkın İsmail kardeşlerin yoksulluğunu olabildiğince doğal ve ikna edici yollardan perdeye taşıyan NBC, çeşitli toplumsal ve ruhbilimsel çatışmaları ifade eden, yer yer günceli de yakalayan diyaloglarıyla iz bırakıyor, bir an bile didaktizme düşmeksizin.

Çok iyi ayrıntılandırılarak yazılmış, beceriyle çekilmiş ve başarıyla oynanmış, ayrıca Kapadokya’dan düşsel kış manzaralarını da öyküsüne ustaca yedirmiş bu yoğun ve karmaşık “Kış Uykusu”, sıra dışı dekor-mekânlarından sanat yönetimine (Gamze Kuş), akıcı montajından (N.B. Ceylan, Bora Gökşingöl) ses kayıtlarına ve muhteşem oyunculuklarına kadar gerçekten şapka çıkarılacak bir başyapıt düzeyinde, unutulmaz Shakespeare alıntılarıyla final yaparak, Altın Palmiye’yi (Yılmaz Güney-Şerif Gören imzalı “Yol”un 32 yıl ardından) 100. yılında bir kez daha sinemamıza kazandıran bir büyük film.

Sahneden sonra beyazperdede bizce sonunda (“Masumiyet”ten beri) en büyük rolüne erişmiş Haluk Bilginer’in performansının yanı sıra, Melisa Sözen’den Serhat Kılıç’a, Demet Akbağ’dan Ayberk Pekcan’a, Tamer Levent’ten Nejat İşler’e ve Nadir Sarıbacak’a kadar bütün kadro, gerçekten tüm alkış ve övgüleri hak edecek kadar çok çok iyi.

Özellikle Serhat Kılıç kendini aşmış. Diyeceğim (klişe bir niteleme olacak ama), her sinemaseverin kesinlikle kaçırmaması gereken, derinlemesine etkileyici bir NBC başyapıtı “Kış Uykusu”.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler