‘Kelebekler’in yönetmeni Tolga Karaçelik ‘Dönüşmekten korktuğumuz şeyiz aslında’

Sundance’te büyük ödülü alan ‘Kelebekler’in yönetmeni Tolga Karaçelik ile son filmini ve hikâyenin görünmeyenlerini konuştuk.

Yayınlanma: 31.03.2018 - 21:14
Abone Ol google-news

“Yarın vizyona giriyor film” diyorum ve Tolga Karaçelik ciddi ciddi “Evet ya, yarın giriyoruz. Çok heyecanlıyım” diyor. Sanki ilk filmini çekmiş tecrübesiz bir sinema heveslisi var karşımda. Oysa hem artık üçüncü filmini çekti Karaçelik, hem de dünyanın en önemli festivallerinden biri olan Sundance’te alabileceği en büyük ödülü aldı. Yine de bu heyecan, bu amatör ruh, bu alçakgönüllü heves samimi biçimde duruyor karşımda.

- “Kelebekler” sinemamızda çok da işlenmeyen bir kayıp, ölüm meselesi üzerine... Nereden çıktı, bir kayıp mı yaşadın yakın dönemde?

Benim amcam Mazhar Candan şairdir. Amcam dediğim, yengemin dayısı aslında, beni de okumaya o başlattı. “Herodot Tarihi” ile başladım, “Odissea”, “İlyada” ile... Dokuz yaşımda bana Mayakovski şiirleri okuturdu, ilk Arthur Rimbaud ile o tanıştırmıştı beni. Onun sayesinde 11 yaşımda Kafka okumaya başladım... İşte onu kaybettiğim zaman yazmaya başladığım bir hikâyeydi bu. Filmdeki babanın adı da o yüzden Mazhar zaten. Onun kaybetmenin terapisiydi biraz bu. Ölümün olduğu bir filmde biraz gülmek, eğlenme isteği... Cenazesinde bana konuşma yaptırmışlardı, o zamanlar benim şiirlerim fanzinlerde, dergilerde falan yayımlanırdı, o da bana “Senin gibi yeraltı şairi olmak istiyorum ben de” derdi, ben de cenazesinde “İşte sonunda oldun yeraltı şairi” dedim. Kimse gülmemişti, ama Mazhar olsa gülerdi bana. Hikâye oradan başlamıştı ama ondan sonra bayağı bir demlendi tabii.

- Komedinin ve dramın iç içe geçtiği bir film olmuş. Yani kahkahalarla güldüğün sahneler de var, dramatik olarak çok etkili, hatta gözyaşlarını tutamadığın sahneler de. Nasıl bir senaryo süreci oldu?

Senaryo işin mühendislik tarafı bence. Yapıyı kurmak bende çok uzun zaman alıyor. Anlar birbirine bağlanıyor, sonra hikâye gelişiyor. O süreçte benim çalışma ‘Dönüşmekten korktuğumuz şeyiz aslında’ Sundance’te büyük ödülü alan ‘Kelebekler’in yönetmeni Tolga Karaçelik ile son filmini ve hikâyenin görünmeyenlerini konuştuk EMRAH KOLUKISA odamın duvarı hep post-itlerle doludur. Neyin ne zaman, hatta kaç dakika süreceğini hesaplayarak ben yaratıyorum hep. Dolayısıyla düştüğüm yerleri görebiliyorum seyirci olarak, nerelerin güçlendirilmesi gerektiğini görüyorum, karakterler daha iyi gözümde canlanabiliyor... Fakat bu sefer şöyle bir zorluk oldu, ilk başta senaryoyu iki kardeş üzerine yazmıştım. 2012’de Köprüde Buluşmalar’da ödül aldı bu senaryo, o zaman iki kardeşti. Cemal ve Kenan’dı. Suzan sonradan çıktı ve her şeyi yeniden kurmam gerekti. Yani var olan yapıyı yıkmadan bir yandan yeni bir karakter katıp alan genişletmek ve hepsini eşit bir hale çevirmek çok zordu. Yıktım, yeniden çıkarttım, yıktım sonra yeniden...

- Üç kardeşin hepsi de bir noktada kaybetmiş... Kariyerleri yarım yamalak, ilişkileri de keza öyle. Suzan içlerinde en dengeli, en yere basan gibi dursa da içince olmadık olaylara sebep oluyor. Nasıl şekillendirdin bu karakterleri, neden böyleler?

Bu aslında ‘büyüyememişler’ üzerine bir film. Karakterlerin hepsinin o inanma hali hoşuma gidiyor benim. Çocuk gibiler hepsi... O inaçları, o saflıkları biraz da oradan geliyor. Tam değiller... İlişkilerinde de tam değiller, Kenan’ın Sevtap’la olan ilişkisine bak, Sevtap muhtemelen makyöz falandır bir sette... Kenan’ın annesi gibi elinde sebze meyveyle geliyor evine. Suzan muhtemelen Bilkent’te tanışmıştır o Emre’yle. Masanın üstüne cep telefonunu, cüzdanını, Mercedes’inin anahtarını koyan tiplerden, babasının parasıyla yaşayan. Suzan’a ilgi gösteren ilk adam belki, kendini güvende hissetmek için onunla evlenmiş. Cemal zaten astronot olup gitmek istiyor...

Bir şekilde o eksiklikleri tamamlamaya çalışan üç kardeş, birbirlerinde arıyorlar o eksiklikleri belki... Suzan’ın cenazedeki konuşmasından anlıyoruz onu da. O olmamışlık hali zaten onların dürtüleri.

Ailenin travmaları

- Bir de aile denilen şey, “olgu” ya da “kurum” de istersen, trajik bir durumun kaynağı gibi. Ama ailenin kendisi mi, yoksa aile olamamak mı bu biraz senin nasıl kurduğuna bağlı sanki.

Her ikisi de aslında. Çünkü olmadığı zaman büyük bir eksiklik. Sadece takdir edilme isteği bakımından bile ne kadar saçmaladığını görüyorum insanların, ailesiyle bağı olmayan insanların... O güven duygusu, o güvensizlik... Ama ailenin de çok büyük başka travmaları var. Her ikisi de dolayısıyla.

- Bir yerde “Çok da şey etmemek lazım” lafına vurgu yapmıştın...

Filmi yazarken iki şeyi not etmiştim ben, bir tanesi buydu, çok da şey etmemek lazım. Bence bizim kuşağın, yani 80 ve sonrası kuşağın en çok hayatta kalma kılavuzu olarak aldığımız laf buydu. Bu ülkede büyümenin getirdiği şey o yani. O güçlü bir tavır esasında, otoriteyi de kınayan bir tavır. Bir onu almışım not, bir de şeyi almışım, dönüşmekten korktuğunuzsunuzdur aslında. Çoktan dönüşmüşsündür çünkü, ne olduğunu biliyorsundur onun. Sadece geriye kalan bunu sosyal olarak nasıl çaktırmayacağın kaygısıdır. O korku odur aslında.

Erkut Taçkın’ın ‘Baba’sı

- Erkut Taçkın’ın “Baba” şarkısı çok iyi oturmuş konuya, değil mi?

Neredeyse bu şarkıdan ilham aldın diyeceğim. “Bir baba evlatlarını aramış son gün” diye başlıyor şarkı, filmin de öyle neredeyse. O şarkı aslında Paul Anka’nın ama mesela Hümeyra aynı şarkıyı başka sözlerle söyledi, “Dönülmez Bir Yoldayım” adıyla. Ama Erkut Taçkın’ınki, sanki biz yazmışız gibi sözleri. Filmin müziklerini yapan Ahmet (Kenan Bilgiç) dinletti bana da şarkıyı ve koyalım mı koymayalım mı diye çok tartıştık. O kadar aynı ki sözler filmin hikâyesiyle. Kör göze parmak olur mu diye çekindik ilk başta.

Akademi üyeliği...

- Sundance’teki ödülün ne gibi getirileri oldu?

Aslında güzel getirileri oldu... Akademi Üyeliği teklif edildi örneğin. Süreç başladı hatta, temmuz gibi nihayetleneceğini söylüyorlar. Benim ilk filmim “Gişe Memuru” da MoMa’nın (Museum of Modern Art) arşivinde, New York’ta. “Sarmaşık” da Times Magazine’de 3-4 sayfalık bir makale konusu olmuştu, Amerikan politikasını bir Türk filmi üzerinden anlamak diye. Bu filmin de, “Kelebekler”in yani, ilk defa uluslararası bir dağıtımcısı oldu. Birçok ülkeye satıldı film, en son mesela İskandinav ülkelerine satıldı...

‘Seyircilerim örgütleniyor’

- Sosyal medyada filmin gösterime girmediği şehirlerle ilgili bir paylaşımda bulundun ve sonra oralarda filmin gösterileceği açıklandı. Ne oldu orada?

(Gülüyor) Çok güzel bir seyircim var benim, benim için örgütleniyorlar. Edirne’de niye yok diye isyan ettiler, ben de bana isyan etmeyin, sinemayla konuşun dedim. Örgütlenin dedim, bir araya gelin... Hakikaten örgütlenmişler, mail bombardımanına başlamışlar, telefonlar etmişler, işe yaradı... Filmin etrafında insanların bir araya gelmesi çok iyi oldu. Birisi çıktı mesela, Yalçın Sisa diye birisi, bedava bilboard verdi bize. “Kelebekler”in şimdi bedava bilboardları var, Beşiktaş’ta, Zorlu metro yolunda 10 tane... Bana “Gişe Mumuru’ndan beri çok seviyorum filmlerini” dedi, “sen yeter ki filmi çek, ben bu bilboardları bedavadan veriyorum...” Çok şanslıyız yani.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler