Lüks villalarda esir hayatlar

Ev içi hizmet sektöründe tercih edilen yabancı uyruklu çalışanların durumu içler acısı.

Yayınlanma: 14.10.2013 - 15:09
Abone Ol google-news

Türkiye’deki ev içi hizmet sektöründe giderek artan bir eğilimle yabancı uyruklu çalışanlar tercih ediliyor. Öyle ki, bugün itibarıyla bu sektörün neredeyse yarısı yabancı uyruklu çalışanlardan oluşmuş durumda. En önemli gerekçe ise maddi. Zira yabancılar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyla kıyaslandığında neredeyse yarı fiyatına hizmet veriyor. Ancak her geçen gün büyüyen bu sektör, başta “kaçak işçi” statüsü olmak üzere, birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Bu durum her ne kadar son dönemde kamuoyunda, “Kaçak yabancı temizlikçi çalışanlara yüksek cezalar geliyor” gibi söylemlerle dile gelse de, asıl mağduriyeti ceza ödeyenler değil, yaşamlarını kaçak bir şekilde idame ettirmeye çalışanlar yaşıyor.

Biz de, ev içi hizmet sektöründe çalışan yabancı uyruklu kadınlarla konuştuk. Bir dokunduk bin ah işittik. Kimi, çalıştığı evde sözlü ve fiziksel şiddete maruz kaldığını anlatırken kimi işini kaybetmemek için çocuğunu 3 yıldır göremediğini söylüyor. Kimiyse “Yolda bir polise denk gelmeyelim. Anında alır arabaya, çantama el koyar, 5 kuruşsuz bir kenarda bırakır” diyor…

Önce genel profil ile başlayalım... Temizlik, çocuk ve hasta bakıcılığı başta olmak üzere, ev içi hizmet sektöründe çalışmak üzere Moldova, Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan, Gürcistan ve Ermenistan gibi ülkelerden Türkiye’ye her yıl ortalama 10 bin kişi geliyor.

Gelenlerin neredeyse tamamını kadın nüfusu oluşturuyor; çünkü bu ülkelerdeki kadınlar çalışmak için Türkiye’yi, erkekler ise Rusya’yı tercih ediyor. Kendi ülkelerinde yaptıkları işlerden aylık 100 ile 350 dolar arasında kazanabilen bu insanlar, Türkiye’nin büyük şehirlerinde aylık 800 dolara kadar iş bulabiliyor. Türkiye’ye girişler ise çoğunlukla burada çalışan kişinin ülkesindeki arkadaşlarını davet etmesi yoluyla gerçekleşiyor.

Çalıştıkları evlerde yatılı kalıyorlar, kazandıkları parayı ise genellikle çocuklarının okul masrafında kullanılmak üzere ülkelerine gönderiyorlar. Yeterince kazanç elde ettikten sonra ise ilk iş, ülkelerinden bir ev alıyorlar. Bu işin iyi tarafı… İşin kötü tarafı ise gelenlerin neredeyse tamamının ailesini geride bırakmış olması nedeniyle, eşler arasındaki ilişki zamanla bozuluyor, bir süre sonra da yuvalar dağılıyor. Yalnız kalan çocuklar ise lise diplomasını alır almaz Türkiye’nin yolunu tutmaya başlamış bile. Çocuklarının gelmesiyle birlikte Türkiye’ye aidiyet duygusu artan bu kadınların büyük bir çoğunluğu ikinci bir evlilik deniyor. Ancak bu evlilikler, kendilerinin “kültür farkı” olarak gösterdiği gerekçelerle pek yürümüyor...

 

5 diplomalı piyano öğretmeni

Gürcistan’dan gelen Nona. Onun aslında 5 farklı diploması var, biyoloji, muhasebe, hemşirelik, güzellik uzmanlığı ve piyano öğretmenliğinden mezun. Nona, “15 yıl önce çalışmak için Rusya’ya gittim, ama orada hep yabancıydım, bir süre sonra Gürcistan’a geri dönmeye karar verdim. Ama bir baktım ki Gürcistan zor durumda, orada da iş yok. Örneğin en son çalıştığım işte, bir hastanede hemşirelik yapıyordum, aylık kazancım 250 Lari’ydi (yaklaşık 280 lira). Ben de çevremdeki arkadaşlarım gibi Türkiye’ye gelmeye karar verdim. Eşimle ayrı olduğum ve bırakacak kimsem olmadığı için 2 çocuğumu da yanıma alıp geldim” sözleriyle anlatıyor süreci.

Türkiye’den çalışma ve dolayısıyla oturma izni alarak bir müzik merkezinde piyano öğretmenliği yapmaya başladığını anlatan Nona, yasalar gereği çocuklarının okula gidemediğini, Türkçe de bilmediklerini, bu nedenle gelişimleri açısından büyük sorunlar yaşadıklarını söylüyor. Nona, bu durumda çok fazla tanıdığının bulunduğunu anlatıyor. Yalnızca Gürcistan’dan 100 bine yakın kişinin Türkiye’de çalıştığı düşünülürse, çocukların okula gidememesinin yarattığı sorunların önümüzdeki dönemlerde katlanarak büyüyeceğini tahmin etmek zor değil.

 

‘24 saat çalışıyoruz’

Bir başka Moldovalı, Katya, bir hayli dertli durumda: “Ben 3 yıldır Türkiye’den çıkış yapamıyorum çünkü kaçağım ve ceza kesilecek. Bu nedenle çocuklarımı, ailemi göremiyorum. Çünkü bir yandan çalışmak zorundayım, ailede benden başka çalışan yok. Kocamdan yıllardır haber alamıyorum. İstanbul’da bir evde hasta bakıyorum ama ne sigortam var ne bir güvencem. 4 katlı bir villada bir Türk vatandaşını 16 saat çalıştıramazsınız ama biz 24 saat çalışıyoruz çünkü mecburuz.”
Katya, çalıştığı yerde aşağılandığını da söylüyor, “Dil bilmemem ‘geri zekâlılık’ olarak karşılanıyor” diyor ve şöyle devam ediyor: “Seni polise vereceğim tehditleri oluyor. Gittiğim evlerde ‘Sana çocuğumuzu emanet ediyoruz, sen de bize pasaportunu ver’ diyerek pasaportuma el konulmak istendiği çok oldu.”

 

‘Bize fahişe gözüyle bakıyorlar'

Moldovalı hemşire Anna, Türkiye’ye ilk kez 1998’de turist olarak gelmiş. “Çok sevdim ve burada çalışmaya karar verdim. Bir yıl sonra da İzmir’de bir villada hasta bakıcısı olarak iş buldum. Ülkemde aldığım maaş o zaman 30 dolarken, burada 300 dolara işe başlamıştım” sözleriyle anlatıyor gelme nedenini. Anna, kızının üniversite giderlerini buradan kazandığı parayla karşılamış, ancak yaşadığı hayat çok da kolay sayılmazmış: “Yabancıysanız fahişe olmak zorundasınız gibi bir durum var Türkiye’de. Bunu ben daha ilk anda, otobüsten iner inmez yaşadım. Kimi zaman fiziksel şiddete varan olaylara maruz kaldım. Ayda bir gün iznim vardı ama çıkamazdım, kaçak olduğum için yakalanmaktan korkardım. İki yıl İzmir’de yaşadım ama hiçbir yerini bilmem, neye benzediğini bilmem.”

Türkiye’de en çok polisten dertli olduklarını söylüyor: “Yolda bizi çeviriyorlar, bazı polisler arkadaşlarımızın kaçak olduğunu anlayınca, arabaya bindiriyor, çantada ne varsa el koyuyorlar. Beş parasız bir halde bir yere bırakıp gidiyor. İtiraz edersek yabancılar şubesine götürecek, o yüzden susuyoruz.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler