Sevdanın sonu gelmişse...

Sevdanın sonu gelmişse eğer, ne sosyal, ne maddi ne de duygusal açıklamalar işe yarar. Aşk da aynı sonsuzluk gibi bana göre. Ya var ya yok...

Yayınlanma: 14.09.2021 - 17:07
Abone Ol google-news

Evlilik kurumuna karşı olduğu halde evlenen bir kadın arkadaşım geçenlerde eşini terk etmek üzereyken söyledi. “Artık bu, bir aşk ilişkisi değil” dedi bana. “Bu, bir akrabalık, hatta sosyal bir şirket.”

Artık nikâhta attığı imzanın, ömrünün sonuna kadar ona kalıcı aşk-mutluluk denklemi sağlayacağına inanan genç kadın olmadığını ekledi.

“Hatta” dedi “yeni evlenen kadınlara acıyorum.” Evliliği sürdürmek toplumsal başarı olarak görülmeye devam ederken boşanmanın maddi, manevi sonuçlarına katlanmamak için sadece “evli” kalan binlerce kadını düşündüm.

Aşkın dönüştüğü iddiası, dostluk, saygı, şefkat, alışkanlık, ortak hedefler çerçevesinde şekil alan evlilik artık ona yetmiyordu. “Evliliğin alternatifini henüz bulamadılar” dedi bana telefonda gülerek. “Binlerce yıldır hep aynı formül.”

Bir yerde okumuş ya da izlemiş olabilirim; evliler bekârlığa, bekârlar da evliliğe özeniyormuş. Aile, çevre, iş... Her neyse kişiyi sosyal cenderede tutan, bir süre sonra kendi karşıtını talep ediyor. Tek başına olmakla, yalnızlığı birbirine karıştıran, korkular üstüne hayat kuran o kadar çok insan var ki.

Bu konuşmanın İngiliz yazar Graham Greene’nin “Bir İlişkinin Sonu” isimli romanını okuduğum döneme denk gelmesi ilginç bir tesadüf mü, diye düşünüyorum şimdi. Ya da okuduğumuz kitapları ruhumuzun bize hafif uyarılarına mı borçluyuz?

KAFAMIZ VE KALBİMİZ

“Bir İlişkinin Sonu” evli bir kadının İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşadığı yasak ilişkiyi ve kafa karışıklığını anlatıyor. Hem erkek karakterin hem de kadın karakterin kafalarında, yüreklerinde geziyoruz okur olarak.

Mutlu sonların, “başarılı” ilişkilerin, “doğru olanı” yapma kararlılığının değil, kafasıyla kalbi arasında sıkışanların, tutkuların açıklanamamasının, ahlâki karmaşanın ve aşkın nefrete dönüşme hızının romanı bu. Kadının nazik, mütevazı ve güven dolu kocasından bir türlü ayrılamaması sevgilisinin nefretinin öznesi olur. Nefret aynı aşk gibi işler ve aynı sonuçları doğurur.

Sonunun baştan bilindiği bir aşka girmek, onu o sona taşımak, yaşanan her acının aslında mutluluk olduğunu sanmak ne kadar rasyonel bir davranış olabilir ki? O sonu getirmek, “kapana kısılmış can çekişen küçük bir hayvan gibi aşkı hemen öldürmek için” yapılmaz mı tüm eylemler?

ANI YAŞAMAK YALAN

Birini sonsuza kadar sevmek mümkün mü, peki? O sonsuzluk denilen şeyin zamanın uzaması değil, zamanın var olmamasını anlamak?

Şimdiki zaman onu her düşündüğümüz anda kaybolan zamandır. Anı yaşamak koca bir yalan çünkü. Bunu başardığını söyleyenlere inanmıyorum. Aynı romanın erkek karakteri gibi pek çok insan şimdiki zamanı “geçen yıl ya da gelecek hafta” ya da benzer bir zaman anlayışı olarak kavrıyor.

Aklımız ve kalbimiz an konusunda farklı boyutlarda işliyor. Biri gelecekte, diğeri geçmişte. Ve çok nadiren aynı zaman diliminde.

Romandaki kadın, Tanrı’ya inanmayan rasyonalist bir erkeğe “Aşkı açıklamak mümkün mü?” diye sorar. Size onun yanıtını aktarıyorum:

“Bazılarında açgözlülük gibi sahip olma arzusu, bazılarında teslim olma, sorumluluk hissini yitirme, hayran olunma arzusu. Bazen sadece konuşabilme isteği, bundan sıkılmayacak birine dert yanma. Yeniden anne ya da babayı bulma arzusu. Ve elbette tüm bunların altında yatan biyolojik neden.”

Aşkı bitirdiğini düşünen, onsuz bir evliliğin anlamsızlığına inanan arkadaşıma hiçbir tavsiyede bulunmadım. Romantizme bağlılığına saygıyla sadece dinledim.

Sevdanın sonu gelmişse eğer, ne sosyal ne maddi ne de duygusal açıklamalar işe yarar.

Aşk da aynı sonsuzluk gibi bana göre. Uzamayı bir türlü beceremez ya vardır ya da yoktur. 


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler