Kaplumbağa adamın hikayesi... O vicdanlıydı sistem gaddar

Kaplumbağa ölmesin diye yaşamını yitiren Kemal Divrikli’nin hikâyesi devletin ayrımcı yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Cezaevindeki oğluna, cenaze cemevinden kaldırılacak diye izin verilmek istenmedi. Zorla çıkan iznin ardından cenazede insanların ağlaması bile yasaklandı.

Yayınlanma: 12.07.2015 - 00:12
Abone Ol google-news

Aleviliğe talep edilen dini statünün verilmemesi, yine yakın tarihte yaşanan hazin bir vakada, can sıkıcı bir engeller serisi teşkil etti. Hatırlayanlar hatırlayacaktır, geçen ay Balıkesir Altınoluk’ta trafik kazasında hayatını kaybeden, artık “Kaplumbağa Adam” olarak anılan Kemal Divrikli’nin hikayesini...

Haberi atlamışlar için: Kemal Divrikli, 7 Haziran’daki seçim günü gönüllü sandık görevlisidir. Vazife başından kendi oyunu kullanacağı sandığa gitmek için bir süreliğine ayrılması gerekir. Hayatını toka ettiği kaplumbağayla da bu sırada karşılaşır. Bir arkadaşıyla birlikte oyunu kullanmak üzere otomobilde giderken, yan şeritte bir kaplumbağa görür. Ezilmesin diye kaplumbağayı yoldan alıp kenara koymaya çalışırken virajın ve yamacın oluşturduğu kör noktadan dolayı, bir gencin kullandığı motosiklet, Kemal Divrikli’ye tam kafasından çarpar. Kazanın ardından doktorların ilk söylediği, kurtulmasının mucizeye bağlı olduğudur. Tomografiden sonra ümitler bir nebze artar, hayati tehlikenin sürdüğü fakat ödem inerse bir şansı olabileceği telaffuz edilir. Uyutulup hayata dönmesinin beklendiği sekiz günlük süreç, büyük bir kalabalığın beklediği müjdeye vesile olmaz maalesef. Kemal Divrikli’nin kızı Derya Divrikli Gül umutlarını hiç kesmediklerini söylüyor: “Babam çok sevilen bir insandı. Türkiye’nin her yerinden gelenler oldu, acil servis kantininin yarısını işgal ettik. Bir ara, hastanenin bahçesine çadır mı kursak diye düşündük gelenler için.”

 

Oğlu, son nefesinde görebilsin diye

Bir haftanın ardından çekilen ikinci tomografide normalde 1,5 kg çekmesi gereken beyninin 2.6 kg ağırlığa ulaştığı, kanamanın tüm beyne yayıldığı görülür. Doktorların yaşaması için maksimum beş gün tanıdıklarını söylemelerinin üzerinden iki saat geçmeden de beyin ölümü gerçekleşir. Aile, Kemal Divrikli’nin organlarını bağışlamaya karar verir. Bir yandan da Divrikli’nin 10 aylık bir mahkumiyetten dolayı Burhaniye E Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan oğlu Doğan Divrikli’nin, babasını makineye bağlı olsa da son kez nefes alırken görebilmesi için izin alabilmek için işlemlerle uğraşmaya koyulurlar.

Derya Divrikli Gül o zamana dek Kemal Divrikli’nin yaşayacağına dair umutlarını yitirmedikleri için kardeşine kazanın haberinin verilmediğini anlatıyor: “Babam nasılsa iyileşecek diye düşündüğümüzden, kardeşime dört duvar arasında kahrolmasın diye haberini vermemiştik. Saat 12.00’den akşam 21.00’e kadar cezaevi, savcılık, hastane arasında mekik dokuduk. Sürekli bir sıkıntı çıktı. Saat 19.00 gibi tüm işlemler, belgeler hazırlanmıştı ama mesai saati bitti diyerek izin vermediler. 21.00’e kadar ısrarcı olduk ama olmadı. Kardeşim babamı göremedi. Biz bencillik yapıp ‘Organ naklinden vazgeçtik, kardeşim gelip mutlaka görecek’ diyebilirdik. İzin alana kadar babamı makinede bekletebilirdik ama tabii ki dört insana vereceği canı daha önemli bulduk. O gece nakil işlemleri başladı. Sabah da otopsi yaptılar. Sabah 07.00’de hastanedeydik. Otopsi sonrası ritüelmiş. Teşhis etmek gerekiyormuş. Girdim, babamı teşhis ettim, ardından yine cezaevi ile savcılık arası koşuşturma başladı. Eşimle kuzenim savcılığa gittiler, biz cenazemizi alıp cemevine doğru yola çıktık. Daha yoldayken eşim aradı, "Savcılık defin belgesini kabul etmiyor, ölüm belgesi gerekiyormuş" diye. Hastaneye geri döndük. Hastane ‘Belge bu, biz başka belge vermiyoruz’ dedi. Savcılığa gittiler. Savcılık da ‘Belge bu’ dedi ama cezaevi kabul etmiyor. Bayağı bir uğraş sonunda kabul ettirdik. Sonra da sebebini bilmediğimiz bir bekleyiş başladı.”

TABUTTAN ÇIKARILDI YENİDEN TAŞA KONDU

Kemal Divrikli’nin cenazesi, cemevinden kalkacaktı. Sabah 10.00 itibarıyla onu uğurlamak isteyenler tarafından hıncahınç doldurulmuş olan cemevi, yetkili kurumlar tarafından Doğan Divrikli’nin babasını görmesi için uygun derecede güvenli bulunmadı: “İnsanlar sabırla kardeşimin gelmesini bekliyorlardı. Sürekli bir telefon trafiğindeydik. Sabah 07.00’de başlayan koşuşturma 14.00’te, ‘Doğan’ı cezaevi aracına bindirdiler, yola çıkıyorlar’ konuşmasıyla sona erecek sandık ama 10 dakika sonra bir telefon daha geldi. Yolda arabayı durdurup bize ‘Cemevine gidemez, sadece mezarlığa gidebilir’ dediler. Nedenini sorunca 'güvenlik sebebi' diye cevap geldi. Tüm bu süreç içinde ne ben ne kardeşim dini vedalaşmaya katılabildik. Helalleşemedik. Halihazırda cemevinde olan, babamın arkadaşı CHP Balıkesir Milletvekili Mehmet Tüm telefon etti bir yerlere, arkadaşlarımızın tanıdığı komutanlar arandı, bazı işadamları bir yerleri aradı. Ancak böyle şeyler üzerine ‘Tamam getirecekler ama cemevi boşaltılacak, kimse taşkın bir şekilde ağlamayacak, Doğan’a dokunulmayacak’ gibi talimatlar sıralandı. Bu arada Doğan kesin gelmeyecek telefonuyla birlikte babamın naaşı cenaze arabasına konmuştu. 'Gelecek' denince geri indirildi. Tabuttan çıkarıldı ve Doğan’ın görebilmesi için yeniden taşa kondu morg kısmında. Bir süre sonra takviye ekiplerle birlikte jandarmalar ve cezaevi arabası cemevine yanaştı. Önce jandarmalar geldi. Cemevini aradılar, ki bu usulsüz bir aramaydı. Sonra morg kısmını aradılar, babamın kefeninin içine kadar. Sonra kardeşimi indirdiler. O içeri girdi, bizi sokmadılar. Doğan babamla vedalaştı, sonra mezarlığa gidildi. Orada da önden arama yaptılar. Babamı gömdük. Beş dakika taziye kabul etti kardeşim, sonra da götürdüler. Gittikten sonraki ânı unutamam. O kadar insan, sırf Doğan daha az kalmasın, sırf çocuğu zorla alıp götürmesinler diye, o gidene kadar kendini sıktı, ağlamadılar. Ne zaman ki Doğan gitti, herkes kendini bıraktı, ancak o zaman yaslarını yaşamaya başlayabildiler.” “Sünni olsaydık bu anlattıklarımın hiçbirini yaşıyor olmayacaktık” diyor Derya Divrikli Gül: “Bu mevzuun üzerinden bir hafta geçmeden, başka bir mahkum, cenazesi için 12 saat izin almış, gayet sorunsuz. Hatta askerler de ayrıca taziyeye gitmişler o eve.”

ÖZGÜRLÜK PAKETİ VE KAMPANYA

Bu olay üzerine change.org’da, “Cemevine yasal statü verilsin” başlığı altında bir imza kampanyası başlatıldı. Ayrıca HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu “Ailenin hissiyatını rencide edecek şekilde, Alevi inanç önderleri tarafından Alevi cenaze erkanına göre sırlanan cenazeyi, güvenlik taraması adı altında tekrar kefenden çıkararak ölü beden üzerinde arama yapılmıştır. Cenaze hizmetlerinin yapıldığı bölümde kefen kesmek için kullanılan makasa bile ‘suç aleti olma özelliği’ riskine karşı el konulmuştur” gibi hazin detayları da içeren bir metinle, konuyu soru önergesi olarak meclise taşıdı. Son olarak da da CHP cemevlerinin ibadet yeri sayılmasını da kapsayan inanç özgürlüğü paketini yasalaşması teklifiyle TBMM’ye sundu. Yalıncak Sultan Alevi Kültür Derneği Genel Sekreteri Sevim Yalıncakoğlu ise konunun asker cenazeleri örneklerini hatırlatarak "Yaşanan sorunlar saymakla bitmez” diyor. "Şehitlerin cenazesinin cemevinden alınıp şehit prosedürüne uygun tören için camiye götürülmesi, standart rutin..." Haberini gördüğümüz vakalar, aysbergin ucunun ucu değil. Zira pek çok durumda konunun üzerine gidilmiyor. Gerek devletin gazabından korkulduğundan, gerek ailelerin zaten acı dolu bir dönemde bir de böyle bir mevzuyla uğraşmaya takat bulamamasından... Kemal Divrikli’den yola çıkarak, cemevlerinin yasal statüye kavuşması için açılan kampanya metninin bir bölümü, durumu gayet sarih özetliyor: “Kemal Divrikli, nam-ı diğer Kaplumbağa Adam, eş, iki evlat babası ve dünyalar güzeli iki kız çocuğunun dedesiydi. Ve bir kaplumbağayı kurtarmak uğruna canını tehlikeye atacak kadar ‘yaşamın tanıştırdığı emanetlere’ saygılı bir insandı. " Bu kadar bilgi hepimize yeterdi, öyle değil mi? Bu satırları okuyan herhangi biriniz Kaplumbağa Adam Alevi mi Sünni mi, diye merak etti mi? Sanmıyorum. Çünkü hâlâ okuyorsanız, hepimiz bir insanlık çerçevesinde buluştuk. Bize ne? Size ne? Ne fark eder? Etti ama!

 

Avukat Özgür Yılmaz: Mantık, resmi din dışında hiçbir dine inanamazsın mantığı

5275 sayılı infaz kanunu 79. maddesi açıktır. Kanuna göre dini ibadetlerin yerine getirilmesi ve din görevlilerinin ziyareti düzenlemesinde "mensup bulunduğu din" denmektedir. İnsanların din seçme ve ibadet özgürlüğü olduğuna göre, devletin kabul ettiği dinler dışında herkesin istediği dine inanma özgürlüğü vardır. Fakat kanunlara rağmen hapishanelerde Alevi inancı veya diğer inançlara inananlara bu hak kullandırılmamaktadır. Bundaki mantık, kabul etmediğimiz resmi hiçbir dine inanamazsın mantığı... Halk istediği dini istediği gibi yaşayabilir. Buna da ne dışarıda, ne hapishanede, kimse karışamaz. Karışan da kanuna ve insanlığa karşı suç işlemiş olur.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler