Talip Apaydın'ın Kurtuluş Savaşı üçlemesi

Tarihi romanlarımız sıradan kahramanlık “menkıbeleri” olarak sunulduğu ve tarihsel romanların böyle olması gerektiği biçimindeki bir algı egemen olduğu için ne yazık ki yakın döneme, özellikle müthiş bir aydınlanma yaşadığımız 1940’lara kadar genellikle tarih bilincinden habersiz “romansılar” tarihten de soğutmuştu okurları. Talip Apaydın’ın Kurtuluş Savaşı üçlemesini oluşturan “Toz Duman İçinde”,

Yayınlanma: 04.11.2016 - 12:44
Abone Ol google-news

Bu ülkeyi kuran insanlara bir selam

Tarih, kralların, generallerin çiftliği değil, ulusların tarlasıdır. Her ulus geçmişte bu tarlaya ne ekmişse gelecekte onu biçer” diyor Voltaire.

İnsanlar ve toplumlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar. Ama tarihi yaparken ve yaşarken kendilerinin seçtiği koşullar içinde değil, kendilerine daha önceki zamandan miras kalan koşulların belirleyiciliğinde adımlar atarlar. “Gerçek, hiç kuşkusuz, insan aklı tarafından keşfedilmeden de önce vardır. Gerçek’in insan bilgisinden bağımsızlığından hiç kuşku duymuyorum. Ancak bilinmesi, yalnızca ve yalnızca insan aklıyla gerçekleşiyor, insan aklının yaratıcı işleyişi gerçeği ortaya çıkarıyor. Tarihin gerçekleri de bu düzeyin dışına çıkamıyorlar. İnsan aklının her yeni yaratıcı işleyişiyle birlikte değişiyorlar,” diyen Yalçın Küçük, tarihin öznesinin insan olduğu gerçeğini vurguluyor.

İspanyol halk ozanı Santayana’nın “Geçmişi anımsamayanlar, onu tekrar yaşamaya mahkûmdurlar,” demesi ve “Tarih tekerrürden ibarettir, ibret alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?” sözünü de bu anlamda insanlığın kendisini ve yaşamı tanımak ve anlamak konusunda çok önemli bir algılama olarak görmek zorundayız. Hegel’in “Tarih ve deneyimin bize öğrettiği, ulusların ve hükümetlerin tarihten hiçbir zaman hiçbir şey öğrenmedikleri, ondan hiçbir ders çıkarmadıklarıdır,” sözü de insana yüklenen bu sorumluluğun saptanmasıdır. Hem geçmişimizi biçimlendiren hem de bugünümüzün yaşam biçiminin temellerini oluşturan “sonsuz an”lardan oluşan tarih dündür, bugündür, yarındır. Tarih, bugün ne olmakta olduğunu ve yarın ne olacağını dün olanlardan öğrenmektir. Tarih dünü, bugünü ve geleceği öğreten, aydınlatan bir öğretmendir. Bugünü anlamak, kendi hikâyemizi öğrenmek, kendimizi tanımak için en iyi öğretmendir tarih...

 

YAKIN TARİHİN PANORAMASI

İnsanın özne oluşunun ve özgürlüğünün bilincini yükselten bir algılamadır tarih bilinci…

Dünümüzle ilgili romanları düşününce, bugünün sorunlarının aşılmasında tarih bilincinin ne kadar önemli olduğunu düşündüm.

Bizim tarih romanlarımız sıradan kahramanlık “menkıbeleri” olarak sunulduğu ve tarihsel romanların böyle olması gerektiği biçimindeki bir algı egemen olduğu için ne yazık ki yakın döneme, özellikle müthiş bir aydınlanma yaşadığımız 1940’lara kadar genellikle tarih bilincinden habersiz “romansılar” tarihten de nefret ettirmişti insanları.

Savaşı kutsamalar, barbarlığı, bağnazlığı, ırkçı ve dinci gericilikleri pışpışlayan anlayışlarla kaleme alınan tarih romanları, edebiyatçının bilinç yoksunluğunun göstergesi oldular. 1920’lerdeki “Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Yeşil Gece, Yaban” gibi romanlar bir yana bırakılırsa genel eğilim böyleydi.

Tarihe yaklaşmanın bizim edebiyatımızdaki tutarlı örneği Nâzım Hikmet’in “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı” ile başlayan ve “Memleketimden İnsan Manzaraları” (tabii onun bir bölümü olan “Kuvayı Milliye Destanı”) ile devam eden yapıtlarıdır.

1960’lardan başlayarak bir Kurtuluş Savaşı sevdalısı olan Hasan İzzettin Dinamo (Ateş Yılları, Öksüz Musa, Savaş ve Açlar, Türk Kelebeği, Kutsal İsyan) başta olmak üzere, Samim Kocagöz (Kalpaklılar, Doludizgin), İlhan Tarus (Var Olmak, Vatan Tutkusu), Kemal Tahir (Esir Şehrin İnsanları), Attilâ İlhan (Gazi Paşa), İlhan Selçuk (Yüzbaşı Selahattin’in Romanı), Erol Toy (Toprak Acıkınca, Yitik Ülkü) gibi usta yazarlarımızın Kurtuluş Savaşı’nı romanlaştırması, doğru bir bilincin ve algılamanın sonucuydu elbette.

Talip Apaydın, “Köy Enstitüsü Yılları” ve “Akan Sulara Karşı” adlı anılarıyla 1940’lardan bu yana yakın tarihimizin de panoramasını vermişti. Edebiyatımıza Sarı Traktör, Yarbükü, Emmioğlu, Yoz Davar, Ortakçılar, Ferhat ile Şirin, Define, Tütün Yorgunu, Kente İndi İdris” romanlarını; Koca Taş, Yolun Kıyısındaki Adam, Duvar Yazıları, Hendek Başı, Kökten Ankaralı, Hem Uzak Hem Yakın, Ateş Düşünce, Öte Yakadaki Cennet, Karabasan, Sıradışı Öyküler, Öykülerle Çizgiler” adlı öykü kitaplarını armağan etmişti. “Susuzluk” ve “Kırsal Sancı” adlı şiir kitaplarına; “Bozkırda Günler” adlı köy notlarına; “Bir Yol” adlı oyuna adlı kitaplara imza atmıştı. “Bilgiden Bilince Eğitim”de yazılarını toplamış; çocuklarımız için “Toprağa Basınca, Dağdaki Kaynak, Biz Varız, Yangın, Çalgıcı Recep, O Güzel İnsanlar, Elif Kızın Elleri, Aloo Çocuklar, Merdiven” adlı kitaplar sunmuştu.

Hakkında, “YKKED 2009 Mustafa Necati Öğretmenlik Onur Ödülü Talip Apaydın’a Armağan” (haz. Kemal Kocabaş) ve “Ortakçının Oğlu Talip Apaydın” (Feyziye Özberk) iki kitap yazılan Talip Apaydın, öncelikle bir romancı olarak kendisini yaratan cumhuriyetin kuruluş serüvenine uzak durmayacaktı elbette.

O, on altı yıl askerlik yapan, Birinci Dünya Savaşı’nın ve Kurtuluş Savaşı’nın tüm cephelerinde tetik çeken ve yaralı olarak köye dönünce topraksız, işsiz, ekmeksiz kalan bir köylünün oğlu”dur. Çocukluğu, babasının savaş serüvenlerini dinleyerek geçmiştir. Babası 1938’de Köy Öğretmen Okulu öğrencisi olduğu gün, “Bu devlet seni okutuyor ya, tüm çektiklerim, tüm akıttığım kan ve ter helal olsun,” demiştir.

Talip Apaydın, “Türkiye Cumhuriyeti devletinin temelinde kemikleri, kanı ve teri bulunan, bugün çoğunun adı bile bilinmeyen o unutulmuş insanların anısına” ve “onlardan birisi” olan babasına selam göndermek zorunda olduğunun bilincindedir.

Bu bilinçtir, bu duyarlılıktır, 1974’te “Toz Duman İçinde” romanının edebiyatımıza katılmasını sağlayan.

1919 yılının yaz ayları, Uşak kasabası yakınlarında Tacım köyü…” cümleleriyle başlar roman. Bu başlangıç, aynı zamanda üç ciltte tamamlanacak olan bir kurtuluş mücadelesinin de başlangıcı olacaktır.

Nâzım Hikmet’in Arhaveli İsmail, Manastırlı Hamdi Efendi, Reşadiyeli Memet, Kartallı Kâzım gibi Anadolu’nun sıradan insanları gelir sahneye: Ayşa Kadın, Molla Mahmut, Haceli, Aşır, Hacer, Bilal… Romanın kahramanları, o dönemin küçük bir kasabası olan Uşak’ın köylüklerinin birinden insanlarıdır.

Az topraklı, mültezimlerle başı belada, yoksulluğun ve yoksunluğun acısıyla haşir neşir olan insanlar. Kadir Ağa, İbrahim Bey, Ziver Hoca gibi ağalar, beyler, hocalar da eklenir zaman zaman.

Anadolu köylüsünün yalnızlığını, çaresizliğini çocukluğunda kendisi de yaşamıştır Talip Apaydın. Bunun için, Kurtuluş Savaşı sırasındaki Türk köylüsünün çıplak gerçekliğini anlatırken hiç de zorlanmaz. Köylülerin konuşmalarındaki şiveden tutun da işgale karşı-işgalden yana olanların ruhsal durumlarını, işbirlikçilik yapanlarla her şeyi göze alıp mücadeleye katılanları olanca gerçekliğiyle aktarır.

 

KURTULUŞUN BELKEMİĞİ KÖYLÜLER

Serüven, Tacım köylülerine memleketin işgal edildiği haberleriyle başlar. Kimisi sevinir bu habere, elini ovuşturur, işgalcilere iyi davranmak gerektiğini, onları halifenin misafiri olduğunu savunur. Kimisi de karşı çıkar. Vatan namusumuzdur der ve çaresiz bir biçimde neler yapacağını düşünmeye başlar.

Toz Duman İçinde” günlük yaşamı da etkisi altına alan bu çatışma ekseninde sürer.

Roman, Kurtuluş Savaşı romanları arasında kahramanlarının sıradan köylüler olması açısından bir özgünlükle farklılaşır.

Kurtuluşu getiren mücadelenin belkemiğini oluşturan köylülerin asıl kişilikler olarak roman kahramanı haline getirilmiş olması Talip Apaydın’ın yaşama bakışı doğrultusunda bir gerçekliğe dönüşür.

Kurtuluş Savaşı yıllarının köylülerini temel alan romanın ikinci olan “Vatan Dediler”, önce Cumhuriyet’te tefrika edilir, sonra da yayımlanır (1981). Köylülerin birkaçı Kuvayı Milliye’ye katılmaya karar vermiştir ve atlarına atlayarak bozkırda at sürmeye başlarlar. Romana yakın kasabalardan kentlerden çeşitli kesimlerin insanları da girmeye başlar. Ama ana eksen yine köylülerdir.

Bir yıl geçmiştir, işgal Tacım’a kadar uzanmıştır artık ve Vatan Dediler, “1920 yılının Ağustos ayı, Uşak kasabası yakınlarında Tacım köyü”nde şu cümlelerle başlar:

Tacım köyü çetesinden artakalan beş atlı, gecenin karanlığında sessizce yol alıyorlardı. En önde Molla Mahmut vardı. Kimseye görünmemek için kıra sürmüştü atını. Yol iz yoktu. Dere tepe gidiyordu. Öbürleri arkadan onu koğuşturuyorlardı. Hep heyecanlıydılar, iki yana, geriye bakıp duruyorlardı. Kara kuru adamlardı. Kiminin başında eksi bir fes vardı. Kimi bacaklarına dolak dolamıştı. Giyitleri karışık, eski püsküydü. Hepsi de silahlıydılar. Göğüslerinde çaprazlama fişeklik diziliydi. Molla Mahmut’un başındaki kalpak onu karanlıkta daha iri gösteriyordu. Bir eliyle mavzerin dipçiğini bastırıyor, öbür eliyle dizginleri tutuyordu. Ata habire topuk vuruyordu. Düşmana yakalanmadan köyün sınırını bir çıkıverselerdi, hep onu düşünüyordu…”

İşgale karşı oluşturulan bu küçük çetenin amacı Mustafa Kemal’in ordusuna katılmak ve onun emrinde düşmanla savaşmak kararlılığındadır. Bu kararlılıkla emeklerini verirler, terlerini dökerler, kanlarını akıtırlar.

 

TARİH BİLİNCİ VE GERÇEKLİK

1992’de üçlemenin üçüncü cildi yayımlanır: “Köylüler”. 1992 Orhan Kemal Roman Armağanını kazanan roman, özne olan kahramanları bu kez kendisine de ad olarak alır. Talip Apaydın’ın Kurtuluş Savaşı üçlemesi “Köylüler”letamamlanır. Kurtuluş Savaşının öznelerinin gözüyle aktarılan olaylar, dönemin olağanüstü koşullarını, çeşitli mesleklerden, tabakalardan insanların verdiği amansız mücadeleyi, savaştan parsa toplamak amacıyla var olanları da içine alarak, cepheleriyle ve cephe gerilerinde yaşananlarıyla birlikte olanca gerçekliğiyle anlatır.

1922 yılı eylül ayı başları. Uşak yakınlarında Tacım köyü” cümlesiyle başlayan romanda, “Tacım köyü çetesi”ni oluşturanların bir yıl sonraki yaşamlarıyla buluşuyoruz. Kimi canını vermiş, kimi yaralanmış, kimi bacağını kaybetmiş, kimi perişan olmuştur. Ama kalanların kurtuluş umudu ve komutan Mustafa Kemal Paşa’ya olan umutları ve güvenleri daha da çoğalmıştır.

Düşmanın giderken evini yaktığı Ayşa Kadın’ın çığlıkları yere göğe sığmamaz.

- “Yaan! diye bağırıyordu Ayşa Kadın, yaan! Yanmazsan hatırım kalır, iyi yan!

Bir elini beline dayamış öbür elini pencerelerinden saçaklarından dumanlar tüten, alevler fışkıran eve doğru uzatmıştı. Yüzü yarı acılı, yarı keyifliydi. Ne yaptığını bilmez bir esriklik içindeydi. Kır saçları başörtüsünden dışarı taşmıştı, karmakarışıktı. Karayağız yüzü kırışıklar içindeydi. Sesi gittikçe mızıltıya dönüştü.

- Yan! İstediğin kadar yan… Bugünleri gördüm ya, koca Allah’ım bugünleri gösterdi ya… Kabuklu dürzüler ettiklerini buldular ya… Yan ha yan!

Köyün üstü dumanla örtülüydü. Bağırıp çağıranlar, çocuk ağlamaları, yaşlı kadın sesleri, birbirine karışmıştı. Köylüler sevinsinler mi yerinsinler mi, bilemiyorlardı. Cami yanıyordu, evler yanıyordu. Evlerden pılı pırtı bir şeyler kurtarmaya çalışıyorlardı. Buğday çuvalları, yataklar yorganlar sandıklar… çıkarılıp meydanlara yığılıyordu. Sonra ellerini kavuşturup yangına bakıyorlardı. Her evin önünde öbek öbek insanlar birikmişti. Üstü başı çok kötü eskimiş kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Kimse kimseye yardım edecek durumda değildi. Başıboş hayvanlar ortalarda dolaşıyordu. Köpekler tin tin koşuşuyor, ikide bir göğe yukarı uluyorlardı…”

Roman, Kurtuluş Savaşı sonrasında hâlâ yoksulluktan kurtulma mücadelesini veren köylülerin yeni coşkularıyla, okuma yazma seferberliğiyle ve yeni umutlarla biter.

Talip Apaydın’ın Kurtuluş Savaşı üçlemesi, sağlam tarih bilinci ve olanca gerçekliğiyle bugünleri anlamak isteyenler için önemli bir fırsat…

Toz Duman İçinde / Talip Apaydın / Literatür Yayıncılık / 418 s.

Vatan Dediler / Talip Apaydın / Literatür Yayıncılık / 374 s.

Köylüler / Talip Apaydın / Literatür Yayıncılık / 390 s. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler