Yıldırım’a tarih dersleri

TBMM Başkanı’nın istifa etmeden seçim çalışmasına başlaması tartışılıyor.

Yayınlanma: 12.01.2019 - 22:17
Abone Ol google-news

Anayasanın 94. maddesinin altıncı fıkrası: “TBMM Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.”

Çok partili sisteme henüz el yordamıyla gidildiği bu dönemde, DP haklı olarak İnönü’nün hem Cumhurbaşkanlığı hem de CHP’nin değişmez Genel Başkanlığı görevini birlikte yürütmesini tartışma konusu yapmıştı. İnönü ve CHP daha fazla direnememiş ve bu garabete bir son vermek gereği duymuştu.

31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde AKP’nin İstanbul Belediye Başkanı Adayı olan TBMM Başkanı Binali Yıldırım’ın anayasanın 94. maddesinin açık hükmüne rağmen görevinden istifa etmeyeceğini açıklaması üzerine başlayan tartışmalar bize DP’nin kuruluş günlerindeki Celal Bayar ve partisi DP ile Cumhurbaşkanı İsmet İnönü arasındaki tartışmaları anımsattı. Çok partili sisteme henüz el yordamıyla gidildiği bu dönemde, DP haklı olarak İnönü’nün hem Cumhurbaşkanlığı hem de CHP’nin değişmez Genel Başkanlığı görevini birlikte yürütmesini tartışma konusu yapmıştı. DP’nin bu tartışmayı sürekli gündemde tutması üzerine İnönü ve CHP daha fazla direnememiş ve bu garabete bir son vermek gereği duymuştu.

CHP’nin tarihi  kurultayı
7 Ocak 1946 tarihinde kurulan Demokrat Parti, temmuz ayında yapılacak Genel Seçimler öncesinde Cumhurbaşkanı İnönü’nün aynı zamanda CHP’nin değişmez Genel Başkanı olmasının, anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu, partilerin eşit hak ve koşullar altında çalışması ilkesine aykırı durumlar yarattığını öne sürdü. CHP’nin 10 Mayıs 1946 günü toplanan kurultayında İnönü’nün değişmez Genel Başkanlık vasfı kaldırıldı. İnönü bu kurultayda yaptığı konuşmada, “Arkadaşlarımın bana muhabbetini bilirim. Ancak, bir büyük partinin çalışmasında birinci derecede etkili olan adamın yine parti tarafından değiştirilmek imkânının esas kaide olarak kabul edilmesinde gelecek için bir güvence görürüm” demiştir.

Seçimi kaybettikleri takdirde kazanan parti başkanının devletin başı olmasını doğal karşılayacaklarını belirten İnönü sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Herhalde ben, ölünceye kadar, çalışmalarımıza bu kadar vefalı bir yardım ve kusurlarıma bu derece tahammül ve hoşgörülük bağışlamış olan CHP’nin bir üyesi olarak kalacağım ve kabul ettiği sürece başkanı olarak onun siyasetine hizmet edeceğim.”

Bildiri ile yanıt
İnönü’nün kurultaydaki bu konuşmasına DP’nin Genel İdare Kurulu toplanarak bir bildiri ile yanıt verme yolunu seçer. DP’nin Genel İdare Kurulu yayımladığı bildiride İnönü’nün bir partinin genel başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı görevini bir arada yürütmeye devam etmesini eleştirir. Bildiride bu konudaki eleştiriler şu sözlerle ifade edilir: “CHP Genel Başkanı Sayın İnönü’nün Halk Partisi’nin kurultayında söylediği nutukta, ‘Devlet başının parti başkanlığını muhafaza etmesi takdirinde onun vatandaşlara ve partilere karşı tarafsız surette adaletli bulunması gereken durumlarda hata etmesinden korkulabilir’ diyerek yerinde bir endişeye işaret etmiş oluyorlar. Ancak, bizim anayasamız devlet başı seçilmiş adamın, vazifesi gerektirdiği zaman, tarafsız ve adaletli olacağına inanmıştır’ demekle de Devlet Başkanlığı ile parti başkanlığının birleşeceğinin anayasamızca kabul edilmiş olduğu mütalaasında bulunuyorlar. Buna delil olarak da devlet başı olan zatın milletvekilleri ile birlikte seçildiğini ve onlarla birlikte düştüğünü ileri sürüyorlar. Halbuki, anayasamız devlet başkanının sorumsuzluğu ilkesini kabul etmiş bulunuyor. Bu prensibin doğal sonucu olarak ise icra işlerinin meclise karşı mesul bakanlar tarafından yürütülmesidir. Oysa devlet reisi aynı zamanda parti başkanı olduğu takdirde bu vaziyet, sorumsuzluk prensibi ile telifi kabil olmayacak durumlara yol açmış olabilir. Partilerin taaddütü halinde ise bu mahzur gözden uzak tutulamayacak bir ehemmiyet alır. Hakikat odur ki, devlet reisinin milletvekili olduğu halde meclis müzakerelerine iştirak etmekten ve reyini kullanmaktan anayasa hükmü ile men edilmiş olmasının manası en yüksek mevkii işgal ve devleti temsil eden zatın meclis müzakereleri ve parti mücadeleleri içine girmekten doğacak mahzurları önlemek olduğuna şüphe yoktur.

Diğer taraftan gerek anayasanın gerek başka kanunların devlet başkanına temin ettiği yüksek salahiyet ve masuniyetlerin bir partiye mal edilmesi ihtimali, parti mücadelelerinin eşit ve adaletli şartlar altında cereyan etmesi prensiplerine aykırı düşer.”

İnönü’den eşitlik sözü

DP’nin bu tazyikleri karşısında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 12 Temmuz 1947 tarihinde bir bildiri yayımladı. İnönü bildirisinde, “İhtilalci bir teşekkül değil, bir kanuni siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalif partinin iktidar partisi ile aynı şartlarda çalışmasını temin etmek lazımdır. Bu zeminde ben devlet reisi olarak kendimi her iki partiye karşı müsavi derecede vazifeli görürüm” diyerek partisi ile muhalefet partilerine eşit mesafede bulunacağının sözünü vermiş oldu.

İnönü’nün söz vermesi de yasal bir yükümlülük değil bir keyfiyet konusu olduğundan DP, bastırmaya devam ediyordu. Nihayetinde 17 Kasım 1947 günü toplanan CHP kurultayında partinin Genel Başkanının Cumhurbaşkanı olması halinde kurultayın seçtiği Genel Başkan Vekilinin, genel başkanlık görevini yürütmesi yönünde karar alındı.

Muhalefette iken “tarafsız cumhurbaşkanı” isteyen ve bunu CHP’ye adım adım kabul ettiren DP 1950 seçimlerinde iktidara gelince Cumhurbaşkanlığı görevini İnönü’den devralan Celal Bayar’ın bu ilkeye pek de uymadığını görüyoruz. Celal Bayar, gezilerinde tutma yerinde DP amblemi kazınmış olan bastonuyla arz-ı endam etmekten geri durmadı.

 

DP’nin bildiri savaşı

Anayasanın 94. maddesinde belirtilen ““Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar” hükmünü 1946’da DP, Cumhurbaşkanı İnönü’ye yukarıdaki sözlerle anımsatıyor.

DP, bu konudaki eleştirilerini gerek meydan konuşmalarında gerekse 18 Haziran 1946’da ikinci bir bildiri ile gündemde tutuyor. Yerel seçimlerde yaşanan bazı nahoş olaylar, il ve ilçelerin mülki amirlerinin iktidar partisi lehine seçime müdahil olmaları DP’yi bu konuyu daha çok sıcak tutmasını da zorunlu kılıyor.

Eşitliğe aykırı
İl Başkanları toplantısının ardından DP bir bildiri yayımlayarak bu konuyu yeniden tartışmaya açıyor: “Devlet Başkanımızın son zamanlarda daha ziyade Halk Partisi Başkanı sıfatıyla görülen faaliyetlerinin büyük bir tesiri bulunduğuna hükmetmek zarureti vardır. Hakikat şudur ki; seçimler arifesinde memleket içindeki seyahatlerinde yapılmış olan konuşmalardan bilhassa yayınlanmamış olanları bu seyahatlerin daha ziyade parti başkanı sıfatıyla yapılmış olduğunu anlatmaktadır.

Partimizin maruz kaldığı şiddetli hareketler gösteriyor ki, ne kadar iyi niyetle hareket edilirse edilsin Devlet Başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması icap eden Devlet Başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek masuniyet ve salahiyetleriyle bir partinin tarafında yer alması ve diğer partileri gayet nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri prensibine aykırı durumlar yaratmaktadır. Esasen devlet başkanlığı ile parti başkanlığı sıfatının bir zatın uhdesinde birleşmesi keyfiyetinin anayasa ruhu ve demokratik hukuk esasları bakımından mahzurlarını GİK beyannamesinde işaret etmiştik. Hakikati açık olarak ifade etmemizin bu nazik durum karşısında ilk ve en mühim vazife olduğu gene toplantıda umumi tasviple karşılanmıştır.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler