Lozan çarpıtmalarına yanıtlar

Prof. Hüseyin Pazarcı: Osmanlı’nın yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının kabul ettirildiği Lozan Antlaşması büyük bir başarı

Yayınlanma: 23.07.2019 - 21:16
Abone Ol google-news

İSMET İNÖNÜ, Lozan Konferansı sırasında...

AKP iktidara geldiğinden bu yana, gerek AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, gerek partinin sözcüleri, gerekse yandaş basının kalemşorları; Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını belirleyen, sınırlarını çizen, uluslararası alanda haklarını sağlayan, ülkeyi kapitülasyonlardan kurtaran Lozan Antlaşması üzerinde çeşitli asılsız ve anlamsız iddialar ve çarpıtmalarda bulundular.
Cumhuriyet gazetesi, Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinin 96. yıldönümünde, işte bu asılsız iddialara karşı, Türkiye’yi özellikle uluslararası hukuk alanında yıllarca temsil etmiş, Ege sorunları başta gelmek üzere birçok konuda ulusal yararları gözeten yol göstericiliklerde bulunmuş emekli Büyükelçi ve eski milletvekili Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı ile bir söyleşi yaptı.
Çökmüş bir imparatorluğun yerine Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının kabul edildiği Lozan Antlaşması’nın büyük bir başarı olduğunu dile getiren Pazarcı, “Kurtuluş mücadelesinin zorlukları göz önünde tutulduğunda bu sonucun bir zafer olarak nitelendirilmesi, emek veren tüm Türk halkı için bir hakkın teslimi olacaktır” dedi.
Pazarcı, söyleşi aracılığıyla asılsız ve anlamsız iddialara, çarpıtmalara karşı belgelere dayalı nesnel gerçekleri şöyle sergiledi:
-  “Lozan, ardından Misak-ı Milli konusu, bizlere bazı gerçekler yanlış” mı öğretildi? (İddia sahibi: Recep Tayyip Erdoğan, 23 Ekim 2016)
Bu düşüncede olanlar, Misak-ı Milli ile öngörülen bazı hedeflerden Lozan Antlaşması ile feragat edildiği görüşünü benimsemektedirler. Misak-ı Milli hükümleri incelendiği zaman şu hedefler görülmektedir:
Madde 1 ile “Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğun oturduğu ve 30 Ekim 1918 tarihli silah bırakışmasının imzalandığı sırada düşman ordularının işgali altında kalan kısımlarının geleceğinin, halkların serbestçe açıklayacakları oylara göre belirlenmesi gerekli olduğundan, söz konusu silah bırakışması çizgisi içinde ve dışında, dinen, örfen ve emelen birbirine bağlı, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen, birbirlerinin ırksal ve toplumsal hakları ile bölgelerinin koşullarına tamamen saygılı Osmanlı-İslam çoğunluğunun oturduğu kısımların tamamı, hakikaten veya hükmen hiçbir nedenle birbirinden ayrılma kabul etmez bir bütündür.”
Ancak Misak-ı Milli’nin bu maddesinin Lozan Antlaşması’ndan çok önce gerçekleşme olanağı kalmamıştır. Zira, Haziran 1916’da Arap ayaklanması başlamış ve ayaklanma İngilizlerin de desteği ile sürerken, 24 Nisan 1920’de toplanan San Remo Konferansı’nda uluslararası güçlerce kabul edilen Milletler Cemiyeti vekâletle yönetim (manda) anlaşmaları imzalanmış; Suriye Fransa’nın, Irak ile Filistin de İngiltere’nin vekâletle yönetimine (mandasına) bırakılmıştır. 1921 Kahire Konferansı ile de İngiltere Faysal’ı Irak ve Abdullah’ı da Ürdün Kralı ilan etmiştir. Görüldüğü gibi Arap ülkeleri zaten Lozan Konferansı başlamadan önce işgal edilmiş ya da mandaterlik, vesayet yönetimine devredilmişti.
Misak-ı Milli’nin 2. maddesi, Kars, Ardahan ve Batum’un geleceğine ilişkin halkoylamasına gidilmesini kabul etmiş olup, Lozan Antlaşması ile Batum dışında Kars ve Ardahan Türkiye’de kalmıştır.
Misak-ı Milli’nin 3. maddesi; Batı Trakya’nın geleceğinin halk oylaması ile belirlenmesini kabul etmiş olup, Lozan Konferansı’nda Türk heyeti bu öneriyi yapmış ve bölgede bir özerk yönetim kurulmasını önermiştir. Ancak, Yunan heyeti, bölgede halkın çoğunluğunun Yunan olduğunu ileri sürmek suretiyle bunu reddetmiştir. Bulgaristan’ın da bu bölgeden Ege’ye bir çıkış istemesi sonucu konu karmaşık bir hal almıştır. Sonuçta, Türkiye sınırı, Edirne’yi de içine alacak biçimde “Meriç sınırı” olarak kabul edilmiştir.
Misak-ı Milli’nin 4. maddesinde, İstanbul kenti ile Marmara denizinin güvenliğinin sağlanması ve boğazlarda öteki devletlerle oybirliği ile geçiş serbestliğinden yararlanılması öngörülmüş olup, bu noktada da Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile amacın esasının sağlandığını söylemek olanaklıdır. Ancak 1936 Montreux Boğazlar Sözleşmesi ile bu amaç tam olarak sağlanmıştır.
Misak-ı Milli’nin 5. maddesi, azınlık haklarının öteki devletlerde kalan Türklerin hakları da dahil güvenceye alınmasını öngörmekte olup, bu haklar da Lozan Antlaşması’nda sağlanmıştır.
Misak-ı Milli’nin 6. maddesi ise “siyasal, yargısal ve mali gelişmemizi önleyici sınırlamaların” kaldırılmasını istemektedir. Lozan Antlaşması ile kapitülasyonların kaldırılması sağlanmak suretiyle bu amaca da açık bir biçimde ulaşılmıştır.

<haber-yatay:1502126,1502124>


MUSUL SORUNU
- “Misak-ı Milli hedeflerimiz arasında olup da Lozan ile feragat etmek zorunda kaldığımız bazı haklarımız” var mıdır? (İddia sahibi: Recep Tayyip Erdoğan,22 Kasım 2016)
Misak-ı Milli hedeflerimiz arasında olup, Türkiye’nin doğrudan feragat etmediği, ancak Lozan Barış Antlaşması’nın 3. maddesinde taraflar anlaşamadığı takdirde sorunun Milletler Cemiyeti Konseyi’ne götürülmesi ve onun vereceği kararın bağlayıcı olacağının öngörülmesi nedeniyle Musul bölgesinin durumunu söyleyebiliriz. Zaten Musul’u İngilizler Kasım 1918’de işgal etmişlerdi.
Lozan Antlaşması’nın 3. madde 2. fıkrasında, Irak’ın vekâletle yönetiminin (mandasının) İngiltere’ye verilmesi nedeniyle, Türkiye ile İngiltere arasında dokuz aylık bir süre boyunca ikili görüşmelerin yapılması ve bir sonuca varılamaması durumunda uyuşmazlığın Milletler Cemiyeti Meclisi’ne götürülmesi öngörülmüştür.
İngiltere ile, 19.5.1924-5.6.1924 tarihleri arasında gerçekleştirilen “Haliç görüşmeleri” bir sonuç vermeyince, konu, Milletler Cemiyeti Konseyi önüne götürülmüştür. Konsey, sorunla ilgili bir rapor hazırlaması için bir İnceleme Komisyonu kurarken, bir yandan da 29.10.1924 tarihli bir kararı ile geçici bir sınır çizgisi saptamıştır.
İnceleme Komisyonu, Konsey’e raporunu Eylül 1925’te sunmuş ve Konsey’in 29.10.1924 tarihli kararıyla uygun bulduğu geçici sınırı kesin sınır olarak önermiştir. Türkiye, hem İnceleme Komisyonu raporuna, hem de Milletler Cemiyeti Konseyi’nin bağlayıcı karar alma yetkisine itiraz etmiştir. Konsey, Türkiye’nin itirazı üzerine 19.9.1925 tarihli bir karar ile bu konuda Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’ndan bir danışma görüşü isteminde bulunmuştur. Divan, 21.11.1925 tarihli “Lozan Antlaşmasının Yorumu” adlı danışma görüşünde, Konsey’in kararının bir hakemlik görevi olarak bağlayıcı nitelikte olacağını bildirmiştir. Konsey, danışma görüşüne uygun olarak 16.12.1925 tarihinde, İngiltere’nin taraf olduğu için katılmadığı bir oylamada, oybirliği ile karar alarak önceki geçici sınırı kesin sınıra dönüştürmüştür. Konsey kararına göre, İnceleme Komisyonu raporunda önerilen Musul’un Irak’a verilmesi ve 25 yıllık bir süre ile Irak’ın İngiltere’nin vekâleti (mandası) altında kalması görüşü benimsenmiştir. Türkiye’nin bir süre itirazını sürdürmesine rağmen 5.6.1926 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Irak arasında bir dostluk ve sınır antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmanın 14. maddesi ile, yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak 25 yıl boyunca Irak hükümetinin bölgeden elde edeceği petrol gelirinin yüzde 10’unu Türkiye’ye vermesi kararlaştırılmıştır. Lozan Konferansı başladığı tarihte Musul, İngilizlerin elindeydi. Burayı almak için savaş yapmak gerekiyordu.

Prof. Dr.Hüseyin Pazarcı


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler