'Erdoğan eşimin cesedini vermez diye korktum!'

CHP Manisa Milletvekili Cumhuriyet’e yazdı.

Yayınlanma: 15.05.2014 - 22:58
Abone Ol google-news

Özellikle milletvekili olduğum günden beri Soma bizim hep üzerine titrediğimiz ilçelerimizden birisi idi. Bizler Soma’nın kömürü ile değil ama yüzü ve bahtı kara insanı ile hep ilgilendik. Elimizi uzattık. Yerin altında ne derdi var, yer üstünde ne derdi varsa dinledik, hep onların sesi olmaya çalıştık. Sadece ben değil, bütün milletvekillerimiz ile beraber burayı hep gündeme getirdik. Soma’ya her gelişimizde burada maden işçilerimizle, taşeron işçilerimizle buluştuk. Sorunlarını dinledik. Onlar yeryüzü sıcak olsun diye çalışıyor ama evlerini ısıtamıyorlar, aldıkları üç kuruş ile eşlerinin, çocuklarının karnını doyuramıyorlar. Şimdi yüzlercesinin yerin altından cansız bedenlerini çıkartmanın acısını yaşıyoruz. Soma’da sokaklarda insanlar gözyaşı ile dolaşıyor. Umutsuz, mutsuz. Soma ağlıyor, Türkiye ağlıyor. Acımız büyük. Soma şimdi daha mutsuz. Onlar ki hep mutsuzlardı. Çünkü biliyorlardı. Bu işin sonunda başlarına gelecekleri hissediyorlardı. Her gün evden çıkarken, aileniz ile sonsuza kadar vedalaştığınızı düşünün!

İşte 13 Mayıs’taki faciada kimileri ailesi ile vedalaştı, kimisi ise hiç vedalaşmadan gitti. İlk haberi duyduğumuzda yerin altında 20 kişi var denildi ve bir ölü olduğunu öğrenmiştik. Hemen bir ekip oluşturduk ve yola çıktık. Yol boyunca da 4’e yükseldi ölü sayısı. Daha sonra 17 oldu! Endişeliydik. Ama gittiğimizde gördüğümüz manzara tam bir can pazarıydı. Sürekli jandarmalarla korunan bir alandan birer birer sedyeler üzerinden çıkartılan cansız bedenler ile karşılaştık. Her 5 sedyeden birisinde canlı, diğer dördünde cansız bedenler yatıyordu. Sabaha karşı bu rakam 10 sedyeden birinde canlı, geri kalanında cansız bedenlere dönüştü. Ve bir süre sonra hiç canlı çıkmamaya başladı. Orası feryat alanına dönüştü. Orası yürek burkan bir acıya dönüştü. Tarifi mümkün değil. Gözümüzdeki yaşları tutamadığımız, boğazımızın düğümlendiği onlarca hikâyeye rast geldik. Kimisi karnındaki bebeği ile eşini bekliyor, kimisi henüz hayatının baharında gencecik bir bedeni bekliyor, cesetler çıktıkça feryatlar yükseliyordu. Hani Soma’nın o kömür çıkan dağı var ya! Orası altın dolu olsa, bu anaların, eşlerin, çocukların gözyaşlarına değer miydi? Öyle tarifsiz bir hüzün, öyle anlatılamaz bir acı yaşanıyor Soma’da şimdi. Ama Soma’daki en ilginç manzara dün Başbakan’ın gelişi ile yaşandı.

Başbakan oraya resmi, sivil 1000 kişilik koruma ordusu ile geldi ve maden alanına girdi. Bir anda arama kurtarma çalışmaları durdu. Öyle bungun bir sessizlik oldu ki, yazın ortasındaki bozkır gibi, sinek kanat çırpsa duyuluyordu. Tam o sırada, bekleyişte olan bir kadın, içerden sevinçli haber umudunu kesmiş ama en azından yakınının cansız bedenini isteyen bir kadın, döndü ve dedi ki: “Aslında bağıracaktım, haykıracaktım Başbakan’a! Ama korktum. Eşimin cesedini vermez diye korktum!” O an tarifsiz acım çifte katlandı. O an 11 yıllık iktidarları boyunca en sessiz protesto ile karşılaştı aslında Erdoğan. Somalılar en sessiz protestoyu yaptılar o gün. Hani diyor ya Başbakan, bu işin fıtratında var ölmek, diye. Oysa bilmiyor ki, bu işin fıtratında var, çığlık, gözyaşı!..” Ölenlerin ardından yas tutanın haykırışı asıl bu işin fıtratındaki. Şimdi övündükleri şey; yasalara uygun bu facia! Onlara göre her şey yasaya uygun. Ölüm de hayatın yasası. Ama birazcık insana, emeğe, alın terine değer veren bir ülke olabilseydik, belki bu kaza yine olacaktı, ama bunca can kaybı yaşanmayacaktı. Birazcık yasalarda işçi korunsaydı bunlar hiç başımıza gelmeyecekti. 1800’lerden, 1900’lerden örnek vermek kolay. Oysa son 30 yıldır, 40 yıldır İngiltere’de, Almanya’da bu kazalarda kimse ölmüyor. Demek ki önlem alınsa, insana değer verilse bu işin önüne geçilebilir.

Ama yok! AKP milletvekillerinin “eften püften” dedikleri bu önergeyi de Başbakan’ın “Adında Soma geçmiyor” dediği bu önergeyi de işte birazcık olsun madenlerdeki emekçi kardeşlerimizin derdini dinlemiş olanlar anlayabilirler. Burada bir gündem değiştirme falan yoktu oysa. Gündemin ta kendisi bu idi. Biz önergemizi 23 Ekim’de vermiştik. Çünkü her 5-6 ayda bir patlayan bir maden vardı Soma Darkale köyünde. O köyde en son 21 Ekim’de 6 çocuk babası bir işçinin can vermesi sonucunda bu işin soru önergeleri ile, sözde denetimlerle çözülmeyeceğini anladık. Bunun üzerine söz konusu önergeyi verdik. O önergede Darkale köyünü anlattık ama en sonunda da dedik ki; “Soma’daki tüm maden ocaklarında yaşanan kazaların araştırılması!..” Daha sonra 28 Nisan gününün, ILO tarafından kabul edilmiş bir gün, İş Cinayetlerinde Hayatını Kaybedenleri Anma ve Yas Günü olması için Meclis’e bir kanun teklifi vermiştim. Bu kanun teklifinin üzerine iş kazaları, daha doğrusu iş cinayetleri ile ilgili bu araştırma önergemizi grubumuzun önerisi ile Meclis’e getirdik ve 29 Nisan günü bunu konuştuk.

Elbette bu önerge kabul edilseydi de bir şey  değişmeyecekti. Şimdilerde ancak komisyon kurulmuş ve belki de ilk ziyareti bu kaza yerine yapıyor olacaktık! Ama sorun bu önergenin kabul edilip edilmemesi sorunu da değil aslında. Bu önergeyi eften püften önerge diye gören zihniyet! İçinde Soma yazmıyor diyen Başbakan! Hepimiz biliyoruz ki Şamil Tayyar’ın utanmaz tutumunun kurumsal kimliği de Başbakan tarafından temsil ediliyor. Tek bir söz var her şeyin üstüne söylenebilecek. 29 Nisan günü de Meclis kürsüsünden bunu haykırmıştım. O günkü tutanaklardan: “Yeryüzü sıcak olsun diye o soğuk maden ocağına inip alnının terini ekmeğine tuz eyleyen işçilerin emeklerini, alın terlerini, yaşama mücadelelerini bir siyasi partinin geleceğine, onun ikbali için Genel Başkanı’nın oradaki miting meydanını doldurmasına, alkışlamasına tahvil etmeye çalışanlar, bu yaptıklarının hesabını eninde sonunda, tarih karşısında, hem Türkiye işçi sınıfına hem de bu ülkenin güzel emekçi insanlarına verecekler.” (Özgür Özel, 29 Nisan 2014-TBMM tutanakları).


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler