Cumhuriyet davası: 'Talimatla dürüst yargılama olmaz'

Gazetemizin yayın politikası suçlama konusu edilerek 18 yazar ve yöneticimizin yargılandığı davaya bugün Silivri’de devam edildi. Duruşmada sanık meslektaşlarımız savunmalarını tamamladı. Söz alan avukatları ise adil yargılama vurgusu yaptı. Avukat Ergin Cinmen'in "Adil yargılanma ancak dürüst hukukçuların dürüst yargılamasıyla olur" sözleri duruşmaya damgasını vurdu.

Yayınlanma: 24.04.2018 - 09:01
Abone Ol google-news

Cumhuriyet’i susturma davasında arkadaşlarımız çürütülen iddianamenin kopyası olan mütalaaya karşı savunmalarını tamamladı. 542 gündür tutuklu bulunan İcra Kurulu Başkanımız Akın Atalay, bu davanın savcılarının da Ergenekon savcıları gibi savruk, karışık, özensiz, akla aykırı yüzlerce sayfalık iddianameler hazırladığını anlattı.

Atalay, gazeteciliğin yargılandığı, basın ve ifade özgürlüğünün çiğnendiği suçlamalar karşısında sözlerini, ünlü şair Tevfik Fikret’in sözleriyle bitirdi: “Haksızlığın envaını gördük... bu mu kanun?/En gamlı sefaletlere düştük... bu mu devlet?/Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;/Artık yeter olsun bu işkence, zulüm ve cehalet...” 

Dava karar aşamasında

Cumhuriyet davasına ilgi büyüktü. Yerli ve uluslararası basın kuruluşlarından temsilciler ve milletvekilleri davayı izledi. Atalay’ın yanı sıra 16 Cumhuriyetçi esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalarını tamamladı. Bugün avukatların beyanları alınacak. Arkadaşlarımızın son sözlerinin ardından karar verilecek.

Cumhuriyet davasında yargılanan yazar ve yöneticilerimiz esas hakkındaki savunmalarını yaptı. İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Cuma gününe dek sürmesi planlanan Cumhuriyet davası duruşmanın ilk oturumunda mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun Dağ, “Önceki celse Murat Sabuncu ve Ahmet Şık’ın tahliyesi sırasında sarf edilen sözleri jurnalci bir gazeteci bakana sordu. Her davanın iklimi, kendine göre gidişatı var. Ben kendim uydurmadım o sözü” dedi. Dağ, sözlerle ilgili duruşmalardaki beyanlardan ve Aydın Engin’in köşesi Tırmık’tan esinlendiğini belirtti. Başkan Dağ, bu sözlerinin ardından dava dosyasına dijital inceleme tutanağının gönderildiğini söyledi. İcra Kurulu Başkanımız avukat Akın Atalay, esas hakkındaki savunmanın bütünlüğünün bozulmaması için raporda kendisiyle ilgili olan kısımlara yanıt verdi. Atalay, dosyaya son anda zihin karıştırma amacıyla yanıltıcı ve eksik belgeler yollandığını kaydetti. Kişisel bilgisayarındaki alan belgeler arasından seçilen 5 belgenin ne olduğunu slayt üzerinden şöyle anlattı:

Askerlere ait belgeler

1. belge ile ilgili ‘100 adet TSK personeline ait belge bulunmuştur’ ifadesi kullanılmıştır. Dava dosyaları klasöründe şahsen ve mesleki bakımdan takip ettiğim dosyalar var. Bunlardan biri Balyoz’dur. Bu dosyanın alt klasörlerinde emniyetin rapora hiçbir bilgi vermeden koyduğu resimleri görüyoruz. Seminere katılacak personel dosyasını görüyoruz. Demek ki 100 adet rütbeli TSK personelinin fotoğrafı Balyoz dosyasından bir belgeymiş. Milyonlarca belgeden birini cımbızlayarak manipülasyon amacıyla böyle bir girişimde bulunulmuş.

Cumhuriyet’e bomba

“Diğer belge ‘Daussıla’ başlıklı Fethullah Gülen’in fotoğrafının bulunduğu bir şiir. Oluşturulmak istenen algı belli. Gerçek nedir? Bu belge nereden kopyalanmıştır? ‘Dava dosyaları’ klasöründe Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2009/5 esas sayılı klasörü Danıştay cinayeti ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasına ilişkin faillerin yargılandığı dosya. Ben de bu davada Cumhuriyet gazetesi adına müdahil vekil olarak görev yaptım. Söz konusu belge bu dava dosyasının ekleri arasında, Alparslan Arslan’ın evinde bulunan bir belgedir. Belge bana değil, Cumhuriyet’i bombalayan Danıştay saldırısı failine aittir.

Küçük’ün tweet’leri

“Cem Küçük’ün tweet’lerini bütün içinde değerlendirirsek gerçeği görmek zor değil. 4 Şubat 2016’da Mustafa Balbay, yazılarına son verilmesinin ardından davaya konu tweet’i attı. Ertesi gün Alev Coşkun usulsüz seçim yapıldığı iddiasıyla dava açtı. 2 yıl sonra birdenbire dava açılması ilginç değil mi? 22 Mart 2016’da Alev Coşkun, Cumhurbaşkanlığı’na Cumhuriyet Vakfı davası ile ilgili imzasız bir ihbar mektubu verdi. Cumhurbaşkanlığı da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yolladı. Her şey bundan sonra tersyüz edilip yeni bir süreç başladı. Bu süreçte 19 Temmuz’da da aktör olarak Cem Küçük’e rol verildi. Küçük’ün tweet’inin gereği yapılıyor sonra. Bu durum karşısında hukuk davasının hakimi istifa ediyor. Vereceği kararın ardından hakkında işlem yapılacağı kesin.”

Dündar’ın notu

Raporda son olarak yorumsuz olarak Can Dündar’ın yazdığı tweet’lerin el yazısıyla yazılı olduğu mesajlar var. Buna neden yer verilmiş belli değil. Bu davayla dolaylı olarak bile ilgisi yok. Bulabildiğim tek açıklama bu mesajı benin antetli kağıdıma yazmış olması. Bu kadar uğraşmalarına gerek yoktu. Ben Can Dündar ile tanışıyorum, iş arkadaşımdı, ayrıca müvekkilim. Dündar bu tweet’i 17 Aralık 2015’te atmış. Kendisi o tarihte MİT TIR’ları haberi nedeniyle 26 Kasım’da tutuklandığı için Silivri Cezaevi’nde bulunuyordu. O gün Can Dündar yargılandığı başka bir dava nedeniyle Çağlayan’a getirilmişti. Benim de avukatı olduğum davanın hakimi Orkun Dağ idi. Can Dündar, duruşma esnasında benden not kağıdı istemişti. Twitter hesabından paylaşılması için yazdığı not idi bu.”

Atalay’ın sözlerinin ardından yargılanan yazar ve yöneticilerimizin esas hakkındaki savunmalarına geçildi.

AKIN ATALAY’IN ESASA İLİŞKİN SAVUNMASI

Ergenekon davasının iddianamesinde İlhan Selçuk’a yöneltilen suçlama şöyle yazılmıştı: Hükümeti devirmek amacıyla ülkede kaos ortamı yaratmak için kendi gazetesini bir hafta içerisinde üç kez bombalatmıştır!... Peki, o iddianameyi yazan dönemin savcıları bu sıra dışı, inanılması çok güç iddiayı neye dayanarak ileri sürmüşlerdi? İlhan Selçuk’un yazdığı köşe yazısını, iddialarının dayanağı ve kanıtı olarak gösteriyorlardı. Diğer gazeteler, Cumhuriyet’in bombalanmasını ancak üçüncü bombanın atılması ve patlamasının ardından haber yapınca İlhan Selçuk da, “biz her zaman nereden bulacağız üç bombacıyı” diyerek, basının olayı ciddiye almamasını eleştirmişti. İşte bu yazıyı bağlamından ve anlamından koparan Ergenekon savcıları, “İlhan Selçuk bombacıların üç kişi olduğunu önceden biliyormuş, bombalamaların hemen ardından köşesinden ikrar etmiş, demek ki kaos çıkarmak için bilerek ve isteyerek kendi gazetesini bombalattı” demişlerdi. Bugün bizim hakkımızdaki suçlamaya, iddianameye bakınca geleceğe dönük olası yeni bir suçlamaya karşı bir tür sigorta ihtiyacı duydum. Anlatayım:

Zamane savcıları da tıpkı Ergenekon savcıları gibi soruşturma yürütüyor, onlar gibi akıl ve mantık yürütüyor, çıkarımda bulunuyor, onlar gibi yorumluyor, suçluyorlar. Hakkımızda düzenlenen iddianameyi eviriyorum, çeviriyorum, tekrar tekrar okuyorum. Olmuyor... Minimum düzeyde bile olsa bir anlam veremiyorum. Acaba, neden böyle tutarsız, akla ve mantığa aykırı olduğu hemen anlaşılıp görülebilecek bir suçlama yöneltildi? Asıl amaç nedir? Evet, yakın hedef ve amaç belli. Cumhuriyet Gazetesi’ni teslim almak ve işbirlikçi, uysal ellere teslim etmek, olmazsa hepten susturmak. Bu davanın ruhunda ne olduğuna az sonra değineceğim. Şimdi geliyorum esas hakkında mütalaa konusunda söyleyeceklerime. Önce unutulmasın diye kayda geçirmek istediğim birkaç husus var.

Sahipsiz iddialar

Soruşturma aşamasında gazeteyi ve bizleri itibarsızlaştırmak, kamuoyunu aldatmak amacıyla absürt bazı iddialar ileri sürülmüştü. Hani, Cumhuriyet Gazetesi’ni FETÖ bağlantılı şirketler, kişiler fonluyor, besliyordu!... Reklam ve ilan yoluyla para aktarılıyordu!... Ne oldu bu tamamen iftira niteliğindeki suçlamalara? Ortada kaldı... Sahipsiz kaldı... Burada yargılanan sanıkların eski eşlerine varıncaya kadar bütün yakınları dahil hesapları, malvarlığı değerleri, ticari ilişkileri, alışverişleri, ekstreleri arandı, tarandı, araştırıldı, soruşturuldu. MASAK’tan raporlar alındı, bilirkişilere inceletildi. Sonuç ortada...

Cumhuriyet Vakfı’nın, Cumhuriyet Gazetesi’nin, şirketlerin hesapları, müşterileri, reklam ve ilan verileri, girdileri, çıktıları didik didik edildi. Reklam verenler tek tek araştırıldı. Bank Asya, Kaynak Holding ve FETÖ’yle bağlantılı saydıkları diğer şirketlerin reklamlarına, faturalara, kayıtlara, ödemelere bakıldı. Yargılamanın birinci duruşmasının birinci oturumunda, sorgu sırasında, adı geçen FETÖ bağlantılı denilen şirketlerin hangi gazetelere ne ölçüde, hangi miktarda reklam verdiği yıl yıl karşılaştırmalı olarak aktarıldı, anlatıldı. İddia makamı bu gerçeğin ortaya dökülmesi karşısında ne yaptı? Öteki gazeteler hakkında bu nedenle suç duyurusunda mı bulundu? Yok, hayır... Sessiz kaldı, sustu...

Hakkını yemeyelim, esas hakkında mütalaada, bu temelsiz, haksız iftiranın sürdürülmesinden hiç olmazsa vazgeçildi. İddianameye bu yönüyle sahip çıkılmadı.

Şimdi geliyorum Cumhuriyet Vakfı ve bağlı şirketlerdeki usulsüzlük, güveni kötüye kullanma iddialarına... Hani, vakfı zarara uğratmışız, gazeteyi mali yönden batırmışız, biri vakfın, diğeri gazetenin iki adet gayrimenkulünü rayiç değerinin altında üçüncü kişilere satıp devretmişiz suçlamalarına... Heyetiniz belirlediği uzman bilirkişilere inceleme, araştırma yaptırdı. Raporlar dosyaya girdi. Fazla söze gerek yok. İddia makamı bile suçlamadan vazgeçti, bu suçlamadan dolayı beraat kararı verilmesi mütalaasında bulundu.

İSİMSİZ BİLİR KİŞİ

Başlangıçta bu iftiranın atılması, bu gerçeğe aykırı suçlamaya iddianamede yer verilmesinin arkasındaki gerçek amaç, bizleri kamuoyu önünde karalamaktı. Bu dönemin hakim zihniyeti buydu. Amaç için her türlü yalan, iftira caiz görülüyordu. Malumunuz, iddianamede suçlamanın dayanağı, sebebi, delili olarak gösterilen manşet, haber, yazı ve paylaşımların hemen tamamı 24 Ekim 2016 tarihli bir bilirkişi raporundan aynen aktarılmıştı. İddianame, bu bilirkişi raporu esas alınarak yazılmıştı. Ünal Aldemir isimli bu nereden bulunduğu, neden böylesi birine başvurulduğu çok şüpheli ve dikkat çekici kişiye dair, onun uzmanlığı, yeteneği, eğitimi ve deneyimine dair sorgu sırasında epeyce bir açıklama yapmıştık. Şimdi görüyoruz ki, iddia makamı, esas hakkında mütalaasında bu bilirkişi raporunun adını hiç geçirmeden, ismini anmaksızın, bu raporun içeriğini birebir kopyalayarak sahip çıkmaya devam ediyor.

NEDEN YARGILA NIYORUZ?

Şimdi geliyorum esas kısma, asıl suçlamaya... Yargılamanın nedenine, konusuna... Bu davanın özüne, ruhuna... Neden yargılanıyoruz? Esas hakkında mütalaa bunların yanıtını açık ve net olarak veriyor. Mütalaanın 27. sayfasından aynen okuyorum: “Cumhuriyet Gazetesinde ve internet sitesinde ve ayrıca sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan haber, yazı ve paylaşımlar yoluyla icra edilen eylemlerin, özetle bir bütün olarak yapılan yayın faaliyetine ilişkin eylemlerin aynı eylem, fikir ve karar birliği ile hareket edilmek suretiyle (...) örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçunu oluşturduğu iddiasıyla kamu davası açıldığı...” Davanın bir bütün olarak yayın faaliyeti nedeniyle açıldığı, suçlamaya yayın faaliyetinin neden olduğu gayet açık, anlaşılır bir ifadeyle belirtiliyor. Herhangi bir yanlış anlama olmasın, sürçü lisan olmuş denilmesin diye aynı konuda, mütalaanın 28. sayfasından da bir bölüm okumak istiyorum: “... yukarda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, yargılama konusu olay ve iddiaların somut bir haber veya yazının olmadığı, (...), süreç içinde yapılan bir bütün halindeki haber, yazı, paylaşım, açıklama gibi yayınlara ilişkin eylemlerin, özetle bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinin yargılama konusu olduğu anlaşılmıştır.”

Bir bütün olarak...

Açıkça anlaşılacağı gibi esas hakkında mütalaa, davanın nedenini, suçlamanın dayanağını, yargılamanın konusunu hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde apaçık vurguluyor. Bir bütün olarak yayın faaliyetinden dolayı, yani gazetecilik yapmak nedeniyle suçlanıyor, yargılanıyoruz. Ne demektir bir bütün halinde yayıncılık faaliyetini yargılamak, gazetecilik yapıyor diye bir gazeteyi suçlamak? Tehlikenin farkında mısınız?... Aslında, iddia makamı bizi yalnızca yayın faaliyeti nedeniyle suçladığını söylerken bir yandan da haklıdır!... Çünkü, Cumhuriyet Gazetesi’nin gazetecilik, yayın faaliyeti dışında başkaca bir faaliyeti yoktur. Diğer birçok gazete ve sahiplerinin tersine devletten iş, ihale almıyoruz. Ticari kar elde etmek, sahiplerine para kazandırmak gazeteciliğin öncelikli ve esas amacı olamaz. Gazeteler ve gazeteciler toplumun bilgilenmesini sağlamak, bunun için nitelikli ve özgür enformasyon üretmek, bunu yayın yoluyla topluma aktarmakla yükümlüdür. Gazetelerin siyasi iktidarla, devletle ilişkisi gazetecilik ilkelerinin, gereklerinin dışına taşarsa; haberin verilişinde “gerçeğe uygunluk”, “güncellik”, “kamu yararı” ölçütlerinin yanına “siyasi iktidarın/devletin istekleri, yararları” gibi gazeteciliğe aykırı yeni bir ölçüt koyulursa yapılan faaliyet gazetecilik olmaz.

SUSTURULAMAZ

Bu ülkenin en büyük medya grubu, bütün gazeteleri, televizyon kanalları, haber ajansı, dağıtım şirketiyle 2-3 hafta önce el değiştirdi. Bu değişim sonrasında, bu dava vesilesiyle kaybettirilecek olan şey çok daha önemli ve anlamlı hale gelmiştir. Bu davanın siyasi bir dava olduğu apaçık ortadadır. Siyasi iktidar bütün devlet organlarını, işlevlerini denetim ve kontrol altına almakla yetinmeyip, şimdi de medya kuruluşlarını, gazeteleri ve böylelikle de haber ve bilgileri denetim ve kontrol altına almak istiyor. Bu dava, bu yönde atılan bir siyasi adımın yargı alanına taşınmış görüntüsüdür. Ancak konu ve özne Cumhuriyet Gazetesi olunca büyük bir zorluk var. Bu gazeteyi baskıyla, tehditle, korkutarak teslim alamazsınız. Bu gazetenin mensuplarını, yöneticilerini hapse atarak, cezalandırarak susturamazsınız. Bu gazetenin tarihi bunun en çarpıcı örnekleriyle doludur. Bu gazetenin yüreği de adı kadar Cumhuriyet için atar. Bu gazetenin mensupları nerede, nasıl bir kurumda çalıştıklarının, topluma karşı sorumluluklarının farkındadır. O nedenle bu gazete ve mensupları baskıya, tehdide rağmen işini gereği gibi yapar, davalarla ve haksız, hukuksuz mağduriyetlere uğratılarak korkutulamaz, susturulamaz...

KURAKLIK DÖNEMİ

Bu dava vesilesiyle zarar verilen, yok edilmeye çalışılan yalnızca biz sanıkların özgürlüğü, hukuk güvencesi değil, yalnızca bu ülkenin 94 yıldır yayınlanan en eski, kadim ve saygın bir gazetesinin basın özgürlüğü değil, toplumun haber alma, bilgi edinme hakkı da değil, bunların yanında bu toplumun geleceği, şerefi ve itibarıdır.

Ülkemiz hukuk ve adalet değerleri bakımından çok büyük bir kuraklık döneminden geçiyor. Elbette bu sürdürülebilir bir siyasi, hukuki iklim değildir. Dileriz, bu kuraklık çok kısa zamanda sona erer. Norveçli bir polisiye roman yazarı, hukuku uçurumun kenarına dikilen çite benzetiyor. Hukukun çiğnenmesini de bu çitin kırılmasına... Eğer bizler de bütün bir ülke, toplum olarak uçurumdan aşağı yuvarlanmak istemiyorsak yapmamız gereken bellidir. Böylesi absürt davalar açarak uçurumun kıyısına gelmemek. Bu türlü hukuk dışı soruşturma ve davalarla kırılan çitleri onarmak, hukukun, özgürlüğün ve adaletin gerektirdiği şekilde davranmak.

Basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün çiğnendiği bu haksız dava ve suçlamalar karşısında sözlerimi, ünlü şairimiz Tevfik Fikret’in yüzyıl öncesinden sanki bu dava ve yargılama süreci için söylenmiş mısralarıyla bitiriyorum.

Haksızlığın envaını gördük... bu mu kanun?

En gamlı sefaletlere düştük... bu mu devlet?

Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;

Artık yeter olsun bu işkence, zulüm ve cehalet...

 

ORHAN ERİNÇ’İN ESASA İLİŞKİN SAVUNMASI:

Siyasi bir basın davası

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç ise savcılık ve duruşmalar sırasında söylediklerini aynen yinelediğini belirterek sözlerine şunları ekledi: Ancak öncelikle belirtmek isterim ki bu dava siyasi bir basın davası olarak açılmış ve sürdürülmüştür. Davanın omurgası Cumhuriyet Gazetesi’nin imtiyaz sahibi olan Cumhuriyet Vakfı’nda yapılan bir üyelik seçiminin hırslarını akıllarının önüne geçiren iki eski Cumhuriyet çalışanı tarafından siyasal iktidarın beklentilerine uygun biçimde oluşturulmuş olmasıdır. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesindeki davada, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde “Haksız ve mesnetsiz davanın reddini isteyen” başvurusunu dosyaya koymuştur. Karar duruşmasının bir gün öncesinde Mustafa Balbay’da davaya müdahil olmak isteyince karar verilmeyip duruşma ertelenmiştir. Bu sürede Akın Atalay’ın duruşmada belgelerle kanıtladığı gibi tanık Alev Coşkun Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne ihbarda bulunmuştur. Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri’nin Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verdiği talimat sonrası işler tersine dönmüştür. Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri’nin talimatı öncesi ve sonrasında ki ters gelişmeler davanın siyasi olduğunun kanıtlarından birini oluşturmaktadır. İkinci kanıt ise seçilmemesi sorun yapılan Mustafa Pamukoğlu’nun İşçi Partisi’nin (şimdi Vatan) yayın organlarının oluşturduğu Görev Vakfı’nın kurucu başkanı, Aydınlık Gazetesi’nin yazarı ve İşçi Partisi Genel Başkanı’nın ekonomi danışmanı olmasıdır. Esasen duruşmada dinlenen tanıkların neredeyse çoğunluğunun İşçi Partisi’nin (Şimdi Vatan Partisi) üyesi, görevlisi ve yazarı olması da “siyasi dava” tanımını güçlendiren özelliklerden bir başkasını oluşturmaktadır. Savunmamı avukatlarımız yapacaktır. Ben “İstanbul’da hakimler var” deme umudu mu koruyorum.

MURAT SABUNCU:

Yine başımız dik çıkacağız

Gazetecilik bir aşk mesleğidir. Bizler mesleğine ve memleketine aşık insanlarız. Aşkın hakkını vermek gerekir bedeli ne olursa olsun. Bu bazen böyle iftiraya uğramak olur, cezaevi olur, dava olur. Ama ödediğimiz kişisel bedeller; yaptığımız haberlerle toplumun haber alma hakkının gereğiyse eğer teferruattır bizim için. Bir parçası olmaktan onur duyduğum gazetem Cumhuriyet, her zaman konuşturulmayanın konuşturulduğu, gösterilmeyenin gösterildiği bir gazete oldu. Güçlünün değil haklının yanında saf tuttu. Tarihi boyunca doğrulardan şaşmadığı için demokrasinin zaafa uğradığı dönemlerde İftiraya, saldırıya uğradı, çalışanları hapse girdi ya da kurşunların hedefi oldu. Bizler bu zorlu ve onurlu tarihin bir parçasıyız. Bize atılan iftiraların teker teker çürütüldüğü siyasi davanın sonuna geldik. Onurumuzla başımız dik girdiğimiz bu salondan karar ne olursa olsun yine başımız dik çıkacağız. Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun, İlhan Selçuk’un, Hrant Dink’in, Musa Anter’in Metin Göktepe’nin yolundan ayrılmayacağız. Onların uğradıkları tüm haksızlıklara rağmen bu topraklara, burada yaşayan tüm insanlara duydukları aşk rehberimiz oldu. Doğru ve cesaretli haberciliğe memleketi ve mesleği aşkla sevmeye devam edeceğim.

KADRİ GÜRSEL:

Delil yok ama suçlama değişti

Dünkü duruşmara esas hakkındaki savunmasını yapan yazarımız Kadri Gürsel, kendisiyle ilgili suçlamanın 12 Temmuz 2016 tarihli “Erdoğan babamız olmak istiyor” başlıklı yazısı, FETÖ şüphelisi ve ByLock kullanıcıları ile iletişiminin bulunduğu iddiası ve gazetede 34 gün yayın danışmanlığı yapmış olmasına dayandırıldığını söyledi. “Erdoğan babamız olmak istiyor” başlıklı yazısı nedeniyle iddianamede “açıkça ve doğrudan Cumhurbaşkanı’nın şahsını hedef almak” ve “Türkiye’de otoriter bir rejim bulunduğu algısını yaratmaya çalışmakla” suçlandığını anımsatan Gürsel, “Bu doğrultuda yaptığım savunma, iddianamedeki suçlamanın, akıl, mantık ve hukuk açısından boş ve geçersiz olduğu hususunda Sayın Duruşma savcısı tarafından ikna edici bulunmuş olmalı. Çünkü sayın savcı iddianamedeki suçlamaları esas hakkındaki mütalaasına koymamış. Lakin o yazımdan ötürü beni suçlamaktan yine de vazgeçmemiş” dedi.

Mütaalada “seçimle gelen cumhurbaşkanına karşı ayaklanma ve benzer gayrimeşru bir yöntem önerdiğinin” öne sürüldüğünü söyleyen Gürsel, “Peki Sayın Savcı, iddianamede bile itibar edilmeyen bir suçlamayı esas hakkındaki mütalaasına neden almıştır? Savcı, beni bu yazıdan dolayı suçlama baskısı altındadır; iddianamedeki suçlamada ısrarlı olamamış, lakin yeni bir suç da icat edememiştir” dedi.

Esas hakkındaki mütalaada ikinci olarak, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yayın organlarında görevli kişiler ve ByLock kullanıcılarıyla telefon iletişimlerinde bulunmakla suçlandığını anımsatan Gürsel, “Gazeteciler, bu mütalaada söz konusu olduğu gibi, kendilerini arayan, mesaj atan kişilerin siyasi ve ideolojik tercihlerinden dolayı sorumlu tutulamazlar, suçlanamazlar. Gazetecilik suç değildir” dedi. Mütaalada 34 gün süren yayın danışmanlığı nedeniyle de suçlandığını anımsatan Gürsel, Cumhuriyet’te son 3 yıllık dönemde meydana geldiği öne sürülen radikal yayın politikası değişikliğini, o dönem Cumhuriyet’te çalışmadığı halde gerçekleştirmiş olmakla suçlanmasının akla ziyan bir iddia olduğunu söyledi.

AYDIN ENGİN: 

Bu mütalaaya itibar etmeyin

Bu mütalaaya nasıl cevap verilebilir ve niye cevap verilsin ki? Savcı iddianameyi tekrarladı, o kadar... O iddianame ki daha ilk günden çürüktü, boştu, baştan hukuksal bir değer taşımıyordu. Savcı iddianamesini güçlendirmek için karşınıza tanıklar çıkardı. Her tanık iddianameyi daha da boşa çıkardı. Ciddiye alınacak tek cümle kuramadılar. Durumları yürekler acısıydı. Yine de mütalaa tanıkların abuk subuk beyanlarına, iddialarına, yalanlarına sığınmaktan öte çare ve kanıt bulamadı. Cumhuriyet Vakfı yöneticileri vakfın gayrimenkullerini değerinin altında sattılar gibi saçmalıklar resmi bilirkişi raporuyla çürütülünce koskoca dava ‘Cumhuriyet gazetesinin yayın çizgisini değiştirdiniz, suçlusunuz’ iddiasından ibaret kaldı. Evet, değiştirdik. Bunu sık sık yapabiliriz ve hiçbirinde savcılıktan, savcılardan izin almayız. Bizde değişmeyen sadece demokrasi, özgürlükler, hukukun üstülüğü ve bağımsız gazetecilik ilkeleridir.

Savcılık, benimle pek ilgilendi. İddianamede de, mütalaada da galiba adı en çok geçen iki sanıktan biri benim. Savcılık tam dokuz yazımda suç unsuru bulmuş. Bunları tek tek cevaplamamı umarım beklemezsiniz. Bu sizin algı yeteneğinize saygısızlık olur. Yazılarım üstüne iddialarıyla ilgili savcılığın önünde üç seçenek var. Birincisi, okumamışlar, başlığa bakıp üstüne atlamışlar. İkinicisi, okumuşlar ama okuduklarını anlamamışlar. Üçüncüsü, ille de suç yaratmak zorunda bırakıldıklarından çaresiz kalmış o tuhaf iddialarını art arda sıralamışlar. Bu üç seçenekten dilediklerini tercih etsinler. Dördüncü seçenek yok.

Savcı bey kulak verin. Biz sizin bildiğiniz gazetecilerden değiliz. Bizi satın alacak kişi ya da kurum daha anasının karnından doğmadı. Sayın yargıçlar, sizden kişisel hiçbir talebim yok. Buna beraat da dahil. Sizlerden sadece bu esas hakkındaki mütalaaya itibar etmemenizi talep ediyorum. Ama çöpe de atmayın. Çünkü bilge bir hukuk profesörü öğrencilerine dönüp ‘Çocuklar ileride savcı olursanız sakın böyle iddianameler yazmayın. Yargıçların karşısına böyle mütalaalarla çıkmayın. Kendinizi gülünç duruma düşürmeyin’ diyecek.

AHMEK ŞIK:

6 yıl sonra aynı komplo

Hapishanelerle ilgili konuşurken, “Ben Ergenekoncu iken” ya da “Ben FETÖ’yken” diye başlayan cümleler kuruyorum. Herkesin bildiği üzere, şimdilik iki ayrı hapishane deneyimim var. İlkinde, şimdi FETÖ denilen Gülen Cemaati’nin komplosuyla, mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edilerek tutuklandım. İkinci tutuklanmam ise bu yargılamanın konusu nedeniyle oldu.

Geçmişte koalisyon ortağı oldukları Gülen Cemaati ile birlikte suç işleyen siyasal iktidar emriyle hayata geçirilen ve öncekine benzer bir komploya maruz kaldım arkadaşlarımla birlikte. Yine mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edildi. İlkinde olduğu gibi bu komploda da güvenlik bürokrasisi ve yargının kimi mensupları ile tetikçilik rolü üstlenen bir kısım medya çalışanı siyasal iktidarın suçlarına ortak oldular.

Yaklaşık 13 ay süren ilk hapislik deneyimimin sona erdiği gün olan 12 Mart 2012’de Silivri Hapishanesi’nden çıkarken bir siyasal tespit yaparak, tutuklanmama neden olan komploda görev alan polisler ile hakim ve savcıların tutuklanacağını söylemiştim. O komploculardan firar edemeyenlerin dışında kalanların tümü şimdi hapishanede.

Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana devlet değil çete denir. Dolayısıyla Gülen Cemaati’nin çetesinin mensupları için söylediğim aynı siyasal tespiti bu komploda rol ve görev alanlar için de yapmak elzem. Dilerim hukukun evrensel normlarını rehber edinen, gerçekten tarafsız ve gerçekten bağımsız mahkemelerde yargılanırlar. 6 yıl arayla ilkinin birebir aynısı olan bu komployla ilgili diyeceklerimi daha önce söyledim. 27 Temmuz 2017’deki ilk beyanımı ve bu siyasi davada siyasi savunma yapamayacağımı söyleyerek mahkemede konuşmamı engellediğiniz 25 Aralık 2017’deki ilk beyanlarımı aynen tekrarlıyorum.

Her zamanki gibi sözlerimin de yaptıklarımın da arkasındayım. Çünkü gazetecilik suç değildir.

BÜLENT UTKU:

Bu dava gazeteciliğe karşı milat

“kekeme” ama hem de “geveze” bir esas hakkında mütalaa var. İddianame de öyleydi zaten. Aynı şeyleri dönüp dolaşıp tekrar ediyorlar usanmadan.

Vakıf seçimlerinin hukuki ihtilaf niteliğinde değerlendirilmesi mümkün imiş ama kastımızı tespit açısından önem arz etmekteymiş! Böyle bir katliam, hukuk katliamı görülmemiştir hiç. Ne yapıyor? Suç olmayan fiilde “kast unsuru” arıyor. Yayın çizgisi değişikliğinde, atılan manşetlerde, yapılan röportajlarda, yazılan yazılarda savcılıkça aranan hep bu “kast”. Suç olmayan fiillerde “kast” arama hukukun katli...

Esas hakkında mütalaayı düzenleyen savcı yılların deneyimli savcısıdır. Yargılamanın iddianame düzenlenene kadar gerçekleşmiş, iddianamede yazılı fiiller üzerinden yapılacağını bilmez mi? Bilir elbette. O halde yargılama sürerken bir sanığın yurt dışından maddi yardım temin etme çabasını nasıl gündeme getirebilir? Esas hakkındaki mütalaanın suç olmayan fiillerden suça uzanmak isterken uzandığı, vardığı yer eninde sonunda gazetede yayınlanan haberler, atılan manşetler, yazılan yazılar oluyor.

Ancak bu durumda esas hakkında mütalaadan beklenen suça konu edilen bu yazı, haber, manşetlerin hangisinde hangi suçun olduğunu belirtmesidir. Bu yapılamıyor tabii ki. Çünkü suçlama konusu yapılan haber, yazı ve manşetlerin hiçbirinde suç yoktur.

Esas hakkında mütalaanın zihniyeti bundan böyle keyfi biçimde haber ve yazıda suç unsuru olmadığı halde gazetecilik faaliyetinin cezalandırılmasına kapı açan bir zihniyettir. Yeni bir milattır. Düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı önemli tehlikeli bir darbedir. Gazeteciliğe, gazetecilere, halkın haber alma hakkına önemli bir tehdit ve gözdağı ve tırpandır.

Bu memlekette 55 haftadır Adalet Nöbeti tutuluyor. İlk nöbetteki polis saldırısında, avukat arkadaşlarımızdan birinin burnu, birinin ayağı kırıldı. Tartaklananlar, gözaltına alınanlar oldu. İki ay sonra da gözaltına alınanlarla ilgili yargılama var. Ama adalet nöbetçileri yılmadılar. Terör örgütlerine yardım etmekle suçlanan kişilere böylesine değişik mecra ve kişilerden böylesine güçlü bir destek yapılması bu davaya, yapılan suçlamalara toplumun inanmadığının kanıtıdır.

Siyasal davalarda beklenen hukuk değil, amaçlanan hedefe varılması olduğu için olanlar aslında olması gerekenlerden ibaret. Yani siyasal davalarda böyle olur. Siyasal davalarda, olağanüstü dönemlerde yapılan yargılamalarda, siyasal iktidarlar savcı ve hâkimleri baskı ve kontrol altına alırlar. Bazıları ise zaten siyasal iktidara daha baştan teşne ve çeşnidirler.

Esas hakkındaki mütalaanın üzerinde yükseldiği iddianameye ve heyetinizin yapacağını öngördüğüm yargılamaya ilişkin görüşlerimi çok önceden belirttim. Ancak duruşma savcısının bu söylenenleri hiç dikkate almadığı esas hakkında mütalaanın neredeyse iddianamenin özetinden ibaret olmasıyla belli. Bu nedenle ben de eski beyanlarımı tekrar etmekle yetineceğim. Aristotales “Karar, algılamaya bağlıdır” der. Algı ise “nesnel dünyayı, duyular yoluyla öznel bilince aktarılması” olarak tanımlanabilir. Heyetinizin nesnel bir dünyada kavranabileceklere duyu, vicdan katarak bunu karara dönüştürebilmesinin objektif ve subjektif şartlarının olmadığı aşikar. Kanım odur ki her siyasal davada olduğu gibi bu davadan da adalet çıkmaz. Umarım yanılırım. Olağanüstü haller olağanüstü kalmıyor. Kalmamış hiç. Yakın tarihimiz bile bunu söylüyor bize, fazla kanıta ihtiyaç yok. Heyetiniz “antrakt” dedi çaresi yok, perde kapanacak. Ancak bu durum, olağan koşullarda “perde” demeye engel değil. Evet, “perde” denecek muhakkak. Kanımca fazla uzun zaman sonra da değil. Ve işte ben o gün değişen rolleri, oyunları, oyuncuları heyecanla bekliyor olacağım. Görüşmek dileğiyle, kalın sağlıcakla.

MUSTAFA KEMAL GÜNGÖR:

Hukukun temel prensipleri yok

Bu davada tüm itirazlarımıza rağmen hukukun temel prensiplerine uyulmadı. Adil yargılanma ilkemiz çiğnendi. Haksız ve hukuksuz olarak özgürlüğümüz elimizden alındı. Binali bey pek esprili bir adam. Hapishanedeyken bir gün adalet bakanlığının düzenlediği bir toplantıda “Biz küçükken adaletle ilgili birimlerin hep bodrum katta olduğunu görüyordum ve bunun için hep adalet mülkün temelidir diye yorumlar yapılıyor diyordum. Yargıya olan güveni daha da artırmak için yeni bir reform paketini Meclis’e getireceğiz” dedi. Adalet hala bodrumda.

Adını Ataktürk’ün koyduğu, Türkiye’nin en köklü gazetesi Cumhuriyet hakkında bir karar verecesiniz. Bunun çok önemli bir anlamı olacak. Halkın haber alma hakkını, gazeteciliği, hukuku yakından ilgilendirecek, vereceğiniz kararla ülkenin hukuk tarihine geçeceksiniz, nasıl geçeceğiniz size kalmış. Tercih sizin karar sizin.

MUSA KART:

Yaklaşık 40 yıldır karikatür çiziyorum. Bu süre içerisinde pek çok siyasi döneme ve liderliğe tanıklık ettim. Yaşadığımız bu dönem için, hukuktan ve adaletten en uzak olanıydı diyebilirim. Cezaevinden çıktıktan sonra ne çok insanla el sıkıştım, kucaklaştım. İçlerinden biri bile “Sizin davanın siyasi değil” demedi, diyemedi. Cumhuriyet davasında bu salonlar, onurlu ve dürüst insanların duruşuna tanıklık etti. Bu süreçte paçalarımıza kirlerini bulaştırmak isteyenler, kumaşımızın leke tutmadığını bilmediler ne yazık ki… Bu karar duruşmasında kendim için bir talebim yok. Tekrar söylemek zorundayım ki, muhalif gazetecileri, siyasetçileri, akademisyenleri ve öğrencileri cezaevinde gösteren fotoğraf benim güzel ülkeme yakışmıyor.

HAKAN KARA:

Bu dava yalnızca Cumhuriyet davası değil gazeteciliğin, ifade özgürlüğünün yargılandığı dava. Basın özgürlüğü açısından gerileyen ülkeler arasındayız. Bu bize yakışmıyor.

ÖNDER ÇELİK:

Her şey söylendi. Tüm suçlamalar çürütüldü. Kamuoyunda algı yaratmak amacıyla, suçlu yaratmak ve davayla ilgisi olmayan suçlamalar yöneltildi. Suçlamalar boşa çıkarıldı. Cumhuriyetin yayınlarının yargılandığı davaya vakıf davası katıldı. İlk savunmamı tekrar ediyorum.

EMRE İPER:

Sadece sanıkların değiştiği siyasi bir davada yargılanıyoruz. Basın özgürülüğünü hakkıyla savunduğumuzu düşünüyorum. Şimdiye dek gündemde olmayan tweet’lerim nedeniyle ek savunma hakkı verdiniz. Eski savunmamı tekrarlarım. Ben Cumhuriyet gazetesinde çalışmıyor olsaydım zorlama iddialarla karşınızda çıkmazdım.

 

 

 

Duruşma salonunun içinde ve dışında yaşananları anlık olarak canlı bloğumuzdan takip edebilirsiniz... 

CANLI BLOG

CHP'Lİ SEZGİN TANRIKULU'NDAN AKIN ATALAY AÇIKLAMASI - VİDEO
<video:963236>

9.20 - Cumhuriyet gazetesine destek olmak için çok sayıda milletvekili, gazeteci ve hak savunucusu Silivri'ye geldi. CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, duruşma öncesi yaptığı açıklamada "Umuyorum, bugün başlayacak duruşmaların sonunda Akın'ı alacağız ve özgürlüğüne kavuşturacağız. Cumhuriyet burada demokrasi mücadelesi verdi. Etrafında oluşturduğu dayanışma ağıyla Türkiye'de hiçbir şeyin bitmediğini ve dayanışmayla umudun yeniden yetiştirilebileceğini ortaya koydu" dedi.

CHP'Lİ BARIŞ YARKADAŞ'TAN AÇIKLAMA - VİDEO

<video:963240>

9.40 - CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, duruşma öncesi gazetemize şu açıklamayı yaptı: Akın Atalay, tam 541 gündür arkamda görmüş olduğunuz cezaevinde haksız, hukuksuz bir şekilde yatırılıyor. Akın Atalay'ın suçunun ne olduğunu bugüne kadar mahkeme heyeti söyleyemedi. Belki son karar duruşmasında söyleyebilirler diye umut ediyoruz. Biz biliyoruz ki Akın Atalay'ın gazetecilik yapmak dışında bir suçu yok. Akın Atalay'ı umarım perşembe veya cuma günü yeniden özgürlüğüne kavuşmuş bir şekilde görürüz. Bu cezaevinde yatan onlarca gazetecinin de bir an önce serbest bırakılmasını istiyoruz. Burada bir demokrasi ayıbı işleniyor. 



9.50 - Duruşma öncesi Silivri'de basın açıklaması düzenlendi. Açıklamaya CHP İstanbul Milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ile Barış Yarkadaş, Cumhuriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Bülent Özdoğan ve Cumhuriyet Spor Müdürü Arif Kızılyalın katıldı. Basın açıklamasında konuşan CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, "Türkiye'de her şey değişiyor, ne yazık ki gazetecilerin kaderi değişmiyor. 541 gün süren tutukluluk boyunca, ortaya tek bir delil sunamadılar. Yaptıkları bütün suçlamalar gazetecilik faaliyeti. Adeta aklımızla alay edercesine bir dava dosyası burada görüşülüyor. Cumhuriyet gazetesi çalışanları, okurları ve Türkiye'nin tüm demokrasi güçleri içi boş dosya ile birlikte 541 gündür bir zulümle karşı karşıya. Şu an 150'nin üzerinde gazeteci haksız ve hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutuluyor. Biz tüm gazetecilerin özgürlüğüne kavuşmasını istiyoruz" ifadelerini kullandı.

Yarkadaş'ın ardından söz alan CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, "Burada Cumhuriyet ve gazetecilik yargılanıyor. Bu dava talimatla açıldı. Yargı bağımsızlığının olmadığı yerde adalet gerçekleşmez. Tüm gazeteciler özgürleşene kadar burada olmaya devam edeceğiz" diye konuştu.

10.00 - Basın açıklamasının ardından duruşma salonuna kapısı açıldı ve yazar, yönetici, çalışanlarımız ve izleyiciler içeri girdi.

10.50 - Mahkeme heyeti salonunda yerini aldı, duruşma başladı.

 

Çizer Zeynep Özatalay'ın kaleminden: Akın Atalay, bilirkişi raporu hakkında heyetin sorularına yanıt veriyor

11.10 - Tutuklu olarak yargılanan Cumhuriyet gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, bilirkişi raporuna yanıt verdi. Atalayın'ın ifadelerinden satır başları şöyle: 

Cem Küçük, "Cumhuriyet gazetesi FETÖ’nün elinde oyuncak olmuş, FETÖ’nün ele geçirdiği Cumhuriyet, mahkeme kararıyla asıl sahiplerine iade edilecek" diye yazmış. Alev Coşkun'un Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı dava ve FETÖ soruşturmasında ilk ifadesine başvurulan tanık Cem Küçük. Küçük dışında, arama ve gözaltı kararı gerçekleştirilene kadar başka bir tanık ifadesi yok.Koskoca Cumhuriyet gazetesi operasyonu bu şahsın ifadesi sonrası yapılmış ve operasyon bu kişinin ifadeleri uzerine kurulmuştur. 

Anımsayalım; 4 şubat 2016 Mustafa Balbay yazılarına son verilmesine tepki olarak attığı tweetten bir gün sonra Alev Coşkun dava açıyor. 22 Mart 2016'da Alev Coşkun, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine isimsiz bir ihbar mektubu gönderiyor ve Cumhuriyet gazetesinin yörüngesinden çıkarılıp terör örgütlerine yardım eder hale geldiğini söylüyor. 19 Temmuz 2016'da gazetenin yöneticileri hakkında Küçük’ün ifadeleri üzerine FETÖ üyeliğinden dava açılıyor. Sonra gazete yöneticilerini yakalayıp tutuklatıyorlar. Suçlamalar arasında bir kişi için yapılan yönetim kurulu üyeliği seçiminin yasaya uygun olarak yapılmadığı ve vakfın ele geçirildiği iddia ediliyor. Deliller arasında Can Dündar'ın el yazısıyla yazılmış bir tweetine de yer veriliyor ancak içeriğe bakınca onun bu dava ile ilgili olmadığı görülüyor. Sadece bana ait antetli bir kağıda yazıldığı için benimle ilişkilendirilmiş. Kaderin cilvesi, tweet tarihi 17 Aralık 2015. Ama MİT tırları soruşturması nedeniyle tutuklu olduğu icin Silivri Cezaevinde olması gerekiyor o tarihte. Can Dündar o sırada Silivri'den Çağlayan'a getirilmiş. Ben de o duruşmada vekil olarak vardım. Dündar duruşma esnasında benden not kağıdı istemiş ve duruşma devam ederken, twitter hesabından paylaşılmak üzere arkadaşına bu mesajı vermiş.

Çizer Nalan Yırtmaç'ın kaleminden: Kadri Gürsel esasa ilişkin savunmasını yaparken...

11.30 - Cumhuriyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel savunmasını yaptı. Gürsel'in savunmasından satır başları şöyle: 

İddia makamı üye olmamakla birlikte örgüte yardım ettiğimi, FETÖ’nun yayın organlarına ait telefonlarla iletişim kurduğumu ve 34 günlük yayın danışmanlığım nedeniyle terör örgütlerine yardım suçunu işlediğimi iddia ediyor. Bunları tamamen reddediyorum. "Erdoğan babamız olmak istiyor" yazısı nedeniyle suçlanıyorum. Duruşma savcısının iddianameyi tekrar eden mütaalası hakkında birkaç sözüm olacak. Hakkımdaki suçlama hukuki degil siyasidir. Tutuklama gerekçesinde ayaklanma istediğim iddiası vardır. İddianamede bile itibar edilmeyen bir suçlamayı savcı mütalaaya neden almıştır? 

Yeni bir delil mi ortaya çıkmıştır? Yeni bir tanık mı çıkmıştır? Hayır. Sayın savcı beni "Erdoğan Babamız Olmak İstiyor" yazısı nedeniyle suçlama baskısı altındadır. Benin örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettiğim iddiası doğru değildir ve bu iddia temelsizdir. Ben şiddete karşıyım. Erdoğan'ın bir baba figürü olarak ortaya çıkarılmasına karşı çıkmam şiddet çağrısı olarak gösterilemez.

İddia makamı HTS kayıtlarına bakarsa görecektir ki; Samanyolu şirketinden kimseyi aramadım ya da onlar tarafından aranmadım. Sadece Abdulhamit Bilici tarafından bir kez arandığım halde mütalaada çok kez FETÖ sanıkları ile irtibat kurduğum haksız olarak iddia edilmiştir.

Abdülhamit Bilici ile ben Milliyet Dış Haberler Servisinin başındayken, o da Cihan Haber Ajansının müdürü iken tanışmıştım. Feza Gazetecilik’ten Bana yapılan aramalar benden görüş almak amacıyla yapılmıştır, ama ben kendilerine hiç görüş vermedim. İddia makamı 32 yıllık meslek yaşamımı göz ardı ediyor. Gazetecileri arayanların ve onlara mesaj gönderenlerin niteliğine bakarak gazetecileri yargılayamazsınız.

İçeriğe bakmalısınız. Ama benim yazdığım yazıların içeriğine bakarak da beni yargılayamazsınız çünkü bunlarda suç niteliğinde bir şey yoktur. Ortada sadece onların benimle irtibat kurma çabaları vardır. İletişim ve görüşme tek taraflı değildir, halbuki SMS’ler tek taraflıdır ve karşılık bulmamıştır. Bana bu SMS’leri gönderenlerle hiçbir şekilde iletişim kurmadım. Muhalif görüşleriyle tanınan bir gazeteciyim. SMS bombardımanına tutulduğum zaman ana akım bir gazetede yazı yazıyor ve ana akım bir televizyon programında yer alıyordum. FETÖ soruşturmasına tabi olanlar ve Bylock kullanıcılarının SMS atarak bir kişiyi yardım ve yataklık yapar hale getirmeleri imkansızdır. Gazetecilik faliyeti hiçbir demokraside suç olarak görülemez. Gazetecilik suç değildir. Savcı FETO üyeleriyle sıklıkla ve çok sayıda iletişim kurduğum iddiasını delillendirememiştir. İştar Gözaydın, söz konusu kişiler haricinde 90'lı yıllardan beri tanıdığım bir kişidir. Savcı Gözaydın’la neden iletişim kurduğum hakkında tek bir soru bile sormamıştır. "Erdoğan Babamız Olmak İstiyor" yazısı mı delildir? 34 günlük yayın danışmanlığım mı delildir? Haftada iki gün köşe yazısı yazmak mı delildir? En son tarafıma yapılan arama Cumhuriyet Davası'ndan 6 ay öncesine gitmektedir. Esas hakkında mütalaa Cumhuriyet haberleri, köşe yazıları ve manşetlerini kriminalize etmek istemektedir. Terör örgütlerini destekleme suçunu işlediğimi iddia etmektedir.

Savcı bir gerçeği itiraf etmiştir: Mayıs 2016'dan itibaren köşe yazarı, Eylül 2016'dan itibaren ise yayın danışmanı olarak gazetenin dört yazı işleri toplantısından ikisine katıldığımı belirterek gazetenin yayın politikasının değişmesinde payım olduğu iddia edilmektedir. Halbuki 34 gün içinde icrai bir görev almadan, daha önce başladığı iddia edilen bir yayın değişikliğinde görev almam akla uygun değildir. Savcı 34 günlük yayın danışmanlığım sırasında katıldığım toplantıları suç delili olarak sunmaktadır. Haberlerin sunumunun yapıldığı toplantılara katılmam suç unsuru yani haberlerin suç oldugunu ima etmektedir. Aydın Engin'in yazı işleri toplantısına katılmasının suç unsuru olarak lanse edilmesi ve bana savcının sorduğu bir soruya verdigim yanıtın delil olarak gösterilmesi kabul edilemez. Mesleki olarak tecrübeli isimlerin yazı işleri toplantısına katılması Babıali'den kalma bir gelenektir ve normaldir. Savcı iddialarını kanıtlayamamakta ancak tekrarlamaktadır. rtada bir süreç yoktur tekil olaylar vardır. Cumhuriyet'e katılmam bir süreç olsaydı Milliyet'in patronu tarafından10 ay önce işten çıkarılmam ile başlanmalıydı. Kadri Gürsel, beraatini talep ederek savunmasını bitirdi. (12.13)

12.15 - Kadri Gürsel'in savunmasının ardından duruşmaya 5 dakika ara verildi.

Çizer Murat Başol'un kaleminden: Akın Atalay esasa ilişkin savunmasını yaparken...

12.30 - Aranın ardından Akın Atalay, esas hakkındaki savunmasına başladı. Atalay'ın savunmasından satır başları şöyle: 

Ergenekon davası iddianamesinde İlhan Selçuk'a yönelik “Hükümeti devirme amacıyla ülkede kaos yaratmak için kendi gazetesini 1 haftada 3 kere bombalatmıştı” denmişti. Peki bizde durum ne?

İlhan Selçuk yazısında “Bir gazeteye atılan bomba tüm medaya yönelik tehdittir. Tüm gazeteler, kimden yana olursa olsun ortak dayanışma içine girer, iktidarı onaylarlar. Kim olduğu bilinmeyen kişiler Cumhuriyet’e ikinci bombayı attı, fısss... Umarım 3 bombadan sonra hükümetimiz de devletimiz de uyanır. Neyse üçüncü bomba sonunda beklenen tepkiyi getirdi ama biz her zaman üç bombacıyı nasıl bulacağız?" diye yazmıştı.

Üçüncü bombadan sonra basının haber yapmasına tepki olarak böyle yazmıştı. Olayı bağlamından koparan Ergenekon savcıları "kendi gazetesini bombalattı" diye yazdılar iddianamelerine.
Her dönemin önde gelen gazetecisi olmaya başaran ve zamanın ruhuna uygun davranan bazı gazeteciler de o zaman bu iddiayı çok ciddiye almıştı. Bugun bizim hakkımızdaki iddianameye alınan suçlara bakınca bir sigortaya ihtiyacımız var.

Bu davanın savcıları da Ergenekon savcıları gibi davranıyor ve düşünüyor. İnsanların ömründen çalıyor, büyük mağduriyetlere neden oluyorlar. Hakkımızda düzenlenen iddianameyi okuyorum, eviriyorum, çeviriyorum ama anlayamıyorum.Hedef belli; Cumhuriyeti teslim almak, uysal ellere teslim etmek ve diğer gazete ve gazetecilere gözdağı vermek.

İlhan Selçuk’a kendi gazetesini bombalatma suçlaması gibi biz de gelecekte savcı ve hakimlerle anlaşarak kendimizi tutuklatmak gibi absürt bir suçlamayla karşı karşıya kalabiliriz.

"Bu olağan bir dava değil.” Soruşturma sırasında bizi itibarsızlaştırmak için absürt ötesi iddialar ortaya atıldı. Utanmazca ahlaksızca iddialar dolaşıma sokuldu, televizyonda dinledik, hatta iddianameye bile sokuldu.

"Burada yargılanan sanıkların eski eşlerine ve yakınlarına varana kadar banka hesapları ve ekstreleri dahi inceletildi. Kamuoyunda parkeci ve pideci olarak tanınmasına yol açan iddialar döndü dolaştı sahiplerini vurdu.

İkinci olarak Cumhuriyet gazetesi ve vakfının tüm bağlantıları, reklam verenleri inceletildi. FETÖ bağlantılı şirketlerin, hangi gazetelere ne kadar reklam verdikleri yıllara göre karşılaştırmalı olarak anlatıldı. Peki ne oldu? O gazetelere dava mı açıldı? Hayır.

Ama haksız iddiadan vazgeçildi ve iddianameye bu yönden sahip çıkılmadı. Eğer savcılık FETÖ bağlantılı şirketlerin, hangi gazetelere reklam yoluyla destek olduğunu araştıracaksa hala geç değil. Cezaevinde tüm gazetelere bakarım ve önce gazetelerin reklam sayfalarını incelerim. Kayyım atanan şirketler, yine aynı gazetelere aynı reklamları vermeye ve onlara kaynak aktarmaya devam ediyorlar. Bizim gazetemizin o kirli paralarla işi yok. Ne isterlerse yapsınlar, bize çamur sıçratmasınlar, yeter. Hani gazeteyi ve vakfı mali yoldan batırmışız ve gayrimenkulleri usulsüz olarak rayiç değerinin altında satmışız ve devretmişiz ya… Gelin araştırın. Burada yargılanan sanıkların, gazeteyi ve vakfı batırmadığı, düze çıkardığı görülecektir.

Bu davanın ruhuna gelirsek… Süreç icinde bir bütün olarak yayıncılık faaliyetinin yargılama konusu yapıldığı açık olarak belirtilmiştir. Özetle bir bütün olarak yayın faaliyetiyle örgüte yardım etme suçunun işlendiği belirtilmiştir. Olağan bir yargılamada ne denir? Önemli olan suçlama ile eylemin birbiriyle bağlantılı olup olmadıgı ve kanuna aykırı olup olmadığıdır. Oysa burada Cumhuriyet gazetesinin yayın faaliyeti suç olarak görülmektedir, gazetecilik suç olarak görülmektedir. Ne demektir bir bütün halinde yayıncılık faaliyetini yargılamak ve gazeteciliği suçlamak? Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyet gazetesinin, gazetecilik ve yayıncılık faaliyeti dışında bir başka işi yoktur. Diğer gazeteler gibi başka bir ticaretin ortaklığı yoktur. Bu sebeple bu gazeteye ekonomik yoldan baskı uygulanamıyor.

Gazete ve gazetecilerin görevi toplumun bilgilenmesini sağlamak, nitelikli enformasyon üretmek ve bunu topluma aktarmaktır. Gazetecilik diğer ticari faaliyetler gibi değerlendirilirse asıl amacı sahibine para kazandırmak olacağı için eleştiriden vazgeçmek zorunda kalır. Gazeteciliğin temel amacı olan gerçeklerin dışına taşarsa ticari amaçlar ve siyasi amaçları gözetirse o iş gazetecilik olmaz. Halkın devlet işleri hakkında bilgi alma ve bilgilenme hakkı basın aracılığıyla olur. Bu ülkenin en büyük medya grubuna birkaç hafta önce el konulmuştur. Bu değişim sonrası bu dava yoluyla kaybedilecek olan şey çok daha önemli hale gelmiştir. Bu siyasi bir davadır. Şimdi medya kuruluşları ve basını kontrol altına almak istiyorlar. Ama bu gazeteyi baskıyla tehditle korkutarak teslim alamazsınız. Gazetecilerini ve yayıncılarını tutuklayarak teslim alamazsınız.

Bu gazetenin çalışanları ve yöneticileri daha önce de öldürüldü, tutuklandı ve tehdit edildi. Şimdi bir kez daha test ediliyoruz. Gerekirse yanmayı göze alırız. Bu gazete ve mensupları baskıya ve tehdide rağmen işini gereği gibi yapar. Korkutulamazlar bu tür davalarla.

Yasakçı, baskıcı ve hukuk dışı uygulamalara karşı çıkılmalı ve bunlar hukuktan temizlenmelidir. Basın özgürlüğünün boğulmasına izin verilmemelidir. Yalnızca 94 yıldır yayınlanan bir gazetenin basın özgürlüğü değil bu toplumun özgürlüğü ve şerefi de söz konusudur. Norveçli bir polisiye yazarı hukuku uçurumun ucuna dikilen bir çite, hukukun ayaklar altına alınmasını da bu çitin kırılmasına benzetir. Gazeteciliğin yargılandığı, ifade özgürlüğünün çiğnendiği bu davada, sözlerimi Tevfik Fikret'in yüz yıl önce söylediği şu dizeyle sonlandırıyorum:

"Haksızlığın envâını gördük.. Bu mu kaanun?
En gamlı sefâletlere düştük.. Bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun
Artık yeter olsun bu denî zulm-ü cehâlet" (13.10)

13.12 - Akın Atalay'ın savunmasının ardından duruşmaya 1 saat ara verildi.

13.30 - Duruşma arasında konuşan Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül şunları kaydetti:

 "Duruşmanın bu sabahki bölümünde artık karar aşamasına gelindi. Son savunmalar yapılıyor.Davanın ne anlama geldiğini, burada neyin yargılandığını en iyi Akın Atalay söyledi. Dedi ki; Bu dava, esas hakkında mütala ve iddianameden yola çıkarak, alıntı yaparak söyledi, bu dava yayıncılık faaliyetini yargılamaktadır. Yani kısaca burada gazetecilik yargılanmaktadır. Yargılanmak istenmektedir Cumhuriyet bir gazetedir. Cumhuriyetin zaten yapması gereken işi olan faaliyet bir yargı konusu haline getirilmiştir. Dolayısıyla bu davanın bizim açımızdan anlamı yok hükmündedir."

<video:963386>

13.40 - Duruşma arasında konuşan Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu şunları söyledi:

MURAT SABUNCU'DAN AÇIKLAMA: YETER OLSUN - VİDEO

<video:963421>

Davanın artık sonuna geldik. Umut ediyorum ki bu tiyatroya dönen dava yarın en geç sona erecek. Akın Atalay'ı da alacağız. Akın Atalay çok iyi bir savunma yaptı. Mütaaladan alıntılarla bu davanın gazetecilik davası olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Orada söylediği son cümle vardı, bir şiirden alıntıyla. "Artık yeter olsun" dedi. Evet, Türkiye'de basın özgürlüğünün, fikir özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün önündeki tüm engeller için yeter olsun. Sadece biz Cumhuriyetçiler için değil, Türkiye'de bu durumda olan, ne kadar gazetecilik ve fikir özgürlüğünden dolayı içeride olan insanlar varsa, milletvekilleri, avukatlar, akademisyenler, öğrenciler... Onlar içinde yeter olsun diyorum.

13.45 -  AKIN ATALAY'IN EŞİ ADALET DİNAMİT'TEN AÇIKLAMA - VİDEO
<video:963434>
Tutuklu yargılanan Cumhuriyet gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay'ın eşi Adalet Dinamit, duruşma arasında gazetemize şu açıklamayı yaptı:

Akın Atalay bugünkü son savunmasında açık bir şekilde gazetecilik faaliyetinin yargılandığını, suçun şahsiliğinin olduğunu, olağan ceza davalarında böyle bir yargılamanın mümkün olamadığını açık ve net bir biçimde ifade etti. Akın Atalay'ın savunması okunursa, bu davanın ne olduğu bir kere daha tarihe kayıt düşülmüş olur. Biz acı çekiyoruz, umarım biter.

14.30 - Güray Öz esasa ilişkin savunması için söz aldı ve "Daha önce yaptığım savunmayı tekrarlıyorum. Tüm suçlamaları reddediyorum." dedi.

14.45 - Çizerimiz Musa Kart, esasa ilişkin savunmasını yapmak için söz aldı. Kart'ın savunmasından satır başları şöyle:

Yaklaşık 40 yıldır karikatür çiziyorum. Bu süre içinde pek çok siyasi dönme ve liderliğe tanıklık ettim. Yaşadığımız bu dönem için hukuktan ve adaletten en uzak olanıydı diyebilirim. Cezaevinden çıktıktan sonra pek çok insanla el sıkıştım, kucaklaştım. İçlerinden biri bile "Sizin davanız siyasi değildi" demedi, diyemedi. Cumhuriyet Davası'nda bu salonlar onurlu ve dürüst insanların duruşuna tanıklık etti. Bu süreçte paçalarımıza kirlerini bulaştırmak isteyenler, kumaşımızın leke tutmadığını bilemediler ne yazık ki... Bu karar duruşmasında kendim için bir talebim yok. Tekrar söylemek zorundayım ki; muhalif gazetecileri, siyasetçileri, akademisyenleri ve öğrencileri cezaevinde gösteren fotograf, benim güzel ülkeme yakışmıyor.

15.00 - Cumhuriyet gazetesi avukatlarından Bülent Utku esasa ilişkin savunmasını yapmak üzere söz aldı. Utku'nun savunmasından satır başları şöyle:

Cumhuriyet gazetesi operasyonu ve davasındaki anılarım arasında belleğimde kaybolmayacak yüzler/çizgiler var; düşman ve dost, cesur ve korkak, alçakgönüllü ve kasıntı, bencil ve dayanışmacı... Kuşkusuz hepsi insana dair... Bilmem farkında mısınız? Ortada hem "kekeme" ama hem de "geveze" bir esas hakkında mütalaa var. İddianame de öyleydi zaten. Aynı şeyleri dönüp dolaşıp tekrar ediyorlar usanmadan. Dayanaksız suçlamalarda alabildiğince cömert; hukuksallık ve yasallıkta pinti mi pinti. Ama çok da cesur. Öyle ki Cumhuriyetimizin en eski ve köklü 93 yıllık gazetesinin bir kısım yönetici ve yazarlarına toptan yapılan, hukuktan zerrece nasibini almamış operasyonu hala kural tanımadan savunabiliyor. sas hakkındaki mütalaa kekeliyor, hangi suçu nasıl işlediğimizi bir türlü anlatamıyor. Hangi haberde, hangi yazıda, hangi manşette ne suçu olduğunu bir türlü söyleyemiyor. Vakıf seçimlerinin hukuki ihtilaf niteliğinde değerlendirilmesi mümkün imiş ama kastımızı tespit açısından önem arz etmekteymiş! Böyle bir katliam, hukuk katliamı görülmemiştir hiç. Ne yapıyor?Suç olmayan fiilde "kast unsuru" arıyor.Oysa biliyoruz ki ceza hukukunda tipe uygun neticeyi gerçekleştiren fiilde yani suçta “kast” aranır.Yayın çizgisi değişikliğinde, atılan manşetlerde, yapılan röportajlarda, yazılan yazılarda savcılıkça aranan hep bu “kast”. Suç olmayan fiillerde “kast” arama hukukun katli elbette ama yukarıda değindiğim üzere cesareti gerektiriyor ve operasyonu düzenleyen ve devam ettirenlerde bu cesaret yeterince var. Çünkü sırtlarını siyasal iktidara yaslamanın rahatlığı ve güveni ile oturuyorlar koltuklarında. Evet, daha önce de söylediğim gibi bu siyasal bir operasyon, siyasal bir dava.

Esas hakkında mütalaayı düzenleyen savcı yılların deneyimli savcısıdır. Yargılamanın iddianame düzenlenene kadar gerçekleşmiş, iddianamede yazılı fiiller üzerinden yapılacağını bilmez mi? Bilir elbette. adece yılların savcısı değil, mesleğe yeni başlayan savcı da bilir, bilmesi gerekir. O halde yargılama sürerken bir sanığın yurt dışından maddi yardım temin etme çabasını nasıl gündeme getirebilir? Avrupa Birliği fonlarından kaynak aramanın gazetenin bağımsızlığını ortadan kaldırdığını gündeme getirmenin, ileri sürmenin dava ile hiçbir ilgisi yoktur. Mütalaa bu hususu gündeme getirip sorularını tribünlere, havuz medyasına malzeme olarak üflerken aslında farkına varmadan kendi ayağına kurşun sıkıyor. Zira AB'den fon alan devlet kuruluşlarını, devleti de bu nedenle bağımsızlığını yitirmiş olarak ilan etmiş oluyor. Esas hakkındaki mütalaa, suç olmayan fiilleri sıralayıp bunlardan suça uzanıldığını söylerken yaratmak istediği algıyı hukukçuların, objektif bakış açısına sahip olan kişilerin hemen görmemesi mümkün değil. Hukukla biraz ilgisi olanlar ve objektifliğini yitirmemiş olanlar vakıf seçimlerinde, yayın çizgisi değişiminde, suç olarak dahi nitelenemeyen yazılarda/manşetlerde SUÇUN unsuruna ilişkin bir kavram olan kastın aranamayacağını bilir. Esas hakkındaki mütalaanın bu çabası, suç isnat etmekte, suç bulup yakıştırmakta çekilen zorluktan, fakirlikten kaynaklanmaktadır. Esas hakkındaki mütalaanın suç olmayan fiillerden suça uzanmak isterken uzandığı, vardığı yer eninde sonunda gazetede yayınlanan haberler, atılan manşetler, yazılan yazılar oluyor.

Ancak bu durumda esas hakkında mütalaadan beklenen suça konu edilen bu yazı, haber, manşetlerin hangisinde hangi suçun olduğunu belirtmesidir. Bu yapılamıyor tabii ki. Çünkü suçlama konusu yapılan haber, yazı ve manşetlerin hiçbirinde suç yoktur. Hepsi nitelikli gazetecilik faaliyetine örnek teşkil edecek özellikler taşımaktadır. Gerçektir, günceldir, kamuyu ilgilendiren konularda ve kamu yararınadır aynı zamanda gazeteciliğin gerektirdiği ölçüde incelik, akıl, zekâ ve cesareti de barındırmaktadır. Esas hakkında mütalaanın beni sorumlu tuttuğu bu haberlerin, manşetlerin, yazıların, röportajların hepsinin sorumluluğunu kabul ediyorum.

Esas hakkında mütalaanın zihniyeti bundan böyle keyfi biçimde haber ve yazıda suç unsuru olmadığı halde gazetecilik faaliyetinin cezalandırılmasına kapı açan bir zihniyettir. Yeni bir milattır. Düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı önemli tehlikeli bir darbedir.Gazeteciliğe, gazetecilere, halkın haber alma hakkına önemli bir tehdit ve gözdağı ve tırpandır. Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyonda getirilen suçlamalar toplumda bir karşılık bulmamış, inandırıcı olamamıştır. Aksine toplumun büyük bir kesimi Cumhuriyet gazetesine ve bizlere sahip çıkmıştır. Miting alanlarında adlarımız topluca tekrar edildi, cezaevinde yoğun bir avukat ve milletvekili ziyaretine mazhar olduk.

Gazetelerden,televizyondan, sosyal medyadan görmüş, işitmiş olmalısınız ama Çağlayan adliyesinde her perşembe günü saat 11.30’da Themis heykelinin önünde "Adalet Nöbeti" tutan avukatlara, onlara katılan gazetecilere, akademisyenlere, sanatçılara gözünüz ilişti mi bilmiyorum. Bu memlekette 55 haftadır Adalet Nöbeti tutuluyor. İlk nöbetteki polis saldırısında, avukat arkadaşlarımızdan birinin burnu, birinin ayağı kırıldı. Tartaklananlar, gözaltına alınanlar oldu. İki ay sonra da gözaltına alınanlarla ilgili yargılama var. Ama adalet nöbetçileri yılmadılar. Bu davada yargılanan avukatlar nezdinde başlatılan adalet nöbeti, adalete inananların ve arayanların umudu oldu. Adalet Nöbetine baro başkanları, gazeteciler, politikacılar, yazarlar, akademisyenler, sanatçılar katılıp basın açıklaması ile desteklerini belirtip, adalet arayışına katkı sundular. Terör örgütlerine yardım etmekle suçlanan kişilere böylesine değişik mecra ve kişilerden böylesine güçlü bir destek yapılması bu davaya, yapılan suçlamalara toplumun inanmadığının kanıtıdır. Üstelik bu destek sadece yurtiçi ile de sınırlı değildi. Yani taraflı kişiler hariç yurt içinde ve yurt dışında hiç kimse bize getirilen suçlamalara inanmadı. Esas hakkındaki mütalaanın söyleminin, mantığının, duruşunun hukuka yabancı oluşundan yakınmanın aslında hiç âlemi yok. Siyasal davalarda beklenen hukuk değil, amaçlanan hedefe varılması olduğu için olanlar aslında olması gerekenlerden ibaret. Yani siyasal davalarda böyle olur. Siyasal davalarda, olağanüstü dönemlerde yapılan yargılamalarda, siyasal iktidarlar savcı ve hâkimleri baskı ve kontrol altına alırlar. Bazıları ise zaten siyasal iktidara daha baştan teşne ve çeşnidirler. Plan ve programla şekillendirilip kontrol altına alınmamış yargıyı hiçbir olağan üstü dönemde göremezsiniz. Ve bu yargılamalardan elbette adalet çıkmaz. Örnek isterseniz; Yassıada yargılamaları, 12 Mart yargılamaları,12 Eylül yargılamaları, Ergenekon yargılamaları diyebilirim. Önümüzde bu örnekler varken ve olağanüstü bir dönemden geçerken adil bir yargılanma ile karşılaşacağımıza inanmamızı bizden hangi gerçekçi, sağlıklı, geçerli argümanlarla kim isteyebilir? Tabii ki kimse. Ortada böyle bir mütalaa varken bizi/beni bekleyen akıbet acaba ne?Mütalaa, hakkımda "Su Ordali" uygulaması yapılmasının daha adil olup olmayacağını düşündürüyor bana. Ankara’da Anadolu Medeniyetleri Müzesini gezenler, çivi yazısıyla yazılmış tabletlerin bulunduğu yerde bu uygulamanın anlatıldığını bilirler. "Su Ordali"nde kişi kendi çabası ile suçsuz olduğunu kanıtlayabiliyor. Ve zaten Nehir Tanrısı da nasılsa suça siyasal yaklaşmaz. Sonuçta ne de olsa Tanrı! Lafı fazla uzatmanın gereği yok. Esas hakkındaki mütalaanın üzerinde yükseldiği iddianameye ve heyetinizin yapacağını öngördüğüm yargılamaya ilişkin görüşlerimi çok önceden belirttim. Hukuka yabancı bu iddianameye karşı heyetinizin aldığı konumu 09/05/2017 tarihli "heyeti ret” dilekçemde belirttim. 25 Temmuz 2017 tarihli duruşmada da iddianameye ilişkin diyeceklerimi söyledim. Arkadaşlarım ve avukatlarımız da görüşlerini belittiler. Ancak duruşma savcısının bu söylenenleri hiç dikkate almadığı esas hakkında mütalaanın neredeyse iddianamenin özetinden ibaret olmasıyla belli.
Bu nedenle ben de eski beyanlarımı tekrar etmekle yetineceğim. 

Heyetinizin nesnel bir dünyada kavranabileceklere duyu, vicdan katarak bunu karara dönüştürebilmesinin objektif ve subjektif şartlarının olmadığı aşikar. Bir biçimiyle bunu 9/05/2017 tarihli dilekçemde de ifade etmiştim. Yargılamanın başlamasından bu yana verilen ergen nitelikli ara kararları da bu şartların olmadığını doğruladı. Yani kanım odur ki her siyasal davada olduğu gibi bu davadan da adalet çıkmaz. Umarım yanılırım. Olağanüstü haller olağanüstü kalmıyor.  Kalmamış hiç. Yakın tarihimiz bile bunu söylüyor bize, fazla kanıta ihtiyaç yok. Heyetiniz “antrakt” dedi çaresi yok, perde kapanacak. Ancak bu durum, olağan koşullarda “perde” demeye engel değil. Evet, “perde” denecek muhakkak. Kanımca fazla uzun zaman sonra da değil. Ve işte ben o gün değişen rolleri, oyunları, oyuncuları heyecanla bekliyor olacağım. Görüşmek dileğiyle, kalın sağlıcakla.

15.15 - Cumuhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu esasa ilişkin savunmasını yapmak için söz aldı. Sabuncu'nun savunmasından satır başları şöyle:

Gazetecilik bir aşk mesleğidir. Bizler mesleğine ve memleketine aşık insanlarız. Aşkın hakkını vermek gerekir bedeli ne olursa olsun. Bu bazen böyle iftiraya uğramak olur, cezaevi olur, dava olur. Ama ödediğimiz kişisel bedeller; yaptığımız haberlerle toplumun haber alma hakkının gereğiyse eğer teferruattır bizim için. Bir parçası olmaktan onur duyduğum gazetem Cumhuriyet, her zaman konuşturulmayanın konuşturulduğu, gösterilmeyenin gösterildiği bir gazete oldu. Güçlünün değil haklının yanında saf tuttu. Tarihi boyunca doğrulardan şaşmadığı için demokrasinin zaafa uğradığı dönemlerde İftiraya, saldırıya uğradı, çalışanları hapse girdi ya da kurşunların hedefi oldu. Bizler bu zorlu ve onurlu tarihin bir parçasıyız. Bize atılan iftiraların teker teker çürütüldüğü siyasi davanın sonuna geldik. Onurumuzla başımız dik girdiğimiz bu salondan karar ne olursa olsun yine başımız dik çıkacağız. Abdi İpekçi'nin, Uğur Mumcu'nun, İlhan Selçuk'un, Hrant Dink'in, Musa Anter'in Metin Göktepe'nin yolundan ayrılmayacağız. Onların uğradıkları tüm haksızlıklara rağmen bu topraklara, burada yaşayan tüm insanlara duydukları aşk rehberimiz oldu. Doğru ve cesaretli haberciliğe memleketi ve mesleği aşkla sevmeye devam edeceğim.

15.30 - Muhabirimiz Ahmet Şık, esasa ilişkin savunmasını yapmak için söz aldı. Şık'ın savunmasından satır başları şöyle:

Hapishanelerle ilgili konuşurken, “Ben Ergenekoncu iken” ya da “Ben FETÖ'yken” diye başlayan cümleler kuruyorum. Herkesin bildiği üzere, şimdilik iki ayrı hapishane deneyimim var. İlkinde şimdi FETÖ denilen Gülen Cemaati'nin komplosuyla, mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edilerek tutuklandım. İkinci tutuklanmam ise bu yargılamanın konusu nedeniyle oldu. Geçmişte koalisyon ortağı oldukları Gülen Cemaati ile birlikte suç işleyen siyasal iktidar emriyle hayata geçirilen ve öncekine benzer bir komploya maruz kaldım arkadaşlarımla birlikte. Yine mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edildi. İlkinde olduğu gibi bu komploda da güvenlik bürokrasisi ve yargının kimi mensupları ile tetikçilik rolü üstlenen bir kısım medya çalışanı siyasal iktidarın suçlarına ortak oldular. Yaklaşık 13 ay süren ilk hapislik deneyimimin sona erdiği gün olan 12 Mart 2012'de Silivri Hapishanesi'nden çıkarken bir siyasal tespit yaparak, tutuklanmama neden olan komploda görev alan polisler ile hakim ve savcıların tutuklanacağını söylemiştim. O komploculardan firar edemeyenlerin dışında kalanların tümü şimdi hapishanede. Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana devlet değil çete denir. Dolayısıyla Gülen Cemaati'nin çetesinin mensupları için söylediğim aynı siyasal tespiti bu komploda rol ve görev alanlar için de yapmak elzem. Dilerim hukukun evrensel normlarını rehber edinen, gerçekten tarafsız ve gerçekten bağımsız mahkemelerde yargılanırlar. 6 yıl arayla ilkinin birebir aynısı olan bu komployla ilgili diyeceklerimi daha önce söyledim. 27 Temmuz 2017'deki ilk beyanımı ve bu siyasi davada siyasi savunma yapamayacağımı söyleyerek mahkemede konuşmamı engellediğiniz 25 Aralık 2017'deki ilk beyanlarımı aynen tekrarlıyorum. Her zamanki gibi sözlerimin de yaptıklarımın da arkasındayım. Çünkü gazetecilik suç değildir.

15.40 - Cumhuriyet gazetesi avukatlarından Mustafa Kemal Güngör esasa ilişkin savunmasını yapmak için söz aldı. Güngör'ün savunmasından satır başları şöyle:

Hakkımdaki tüm suçlamaları reddediyorum. Vakıf üyeliğim sebebiyle yargılanıyorum. Cumhuriyet gazetesi demokrasinin aydınlanmasının savunucusu ve okulu olmuştur. Önce öğrencisiydim sonra avukatı oldum. Bu dava hukuki değil Cumhuriyet gazetesini susturmaya, bitirmeye yönelik siyasi bir davadır. Bu davada tüm gazetecilere muhalif kesimlere gözdağı vermek içindir. İddianame ve mütalaaya yansıyan zihniyet bunun en açık delilidir. Kurgulara dayalı, bireyselleştirilmemiş, herkesi ve her şeyi suçlayan torba bir iddianame vardır. Bunlar tek tek çürütüldü. Bunlar yaşanmamış gibi, senaryonun devamı olarak gerçekleri yansıtmayan, subjektif torba bir mütalaa var karşımızda. Böyle hukuki olmayan bir mütalaa hazırlanmasına bir hukukçu olarak üzüldüm. Cumhuriyet’te yayımlanan yazılarda suç konusu yoktur. Toplumun bilgilendirilmesi için yazılmışlardır. Bu davada tüm itirazlarımıza rağmen hukukun temel prensiplerine uyulmadı. Adil yargılanma ilkemiz çiğnendi. Haksız ve hukuksuz olarak özgürlüğümüz elimizden alındı. Akın hala hapiste. nanılmaz bir şekilde soruşturmayı başında sonuna kadar FETÖ'den yargılanan sanık savcı yürüttü. Ortada vahim bir hukuksuzluk var, bizim yerimize kendinizi koysaydınız bunu kabullenmezdiniz. Arkanızda çok önemli bir yazı var. Binali bey pek esprili bir adam. Hapishanedeyken bir gün adalet bakanlığının düzenlediği bir toplantıda “biz küçükken memlekette adliyelerin bodrum katında “Adalet Mülkün Temelidir” yazardı dedi. Biz de bu söz temel katında yazıldığı için adaletin devletin temeli olduğu için yazıldığını sanırdık. Adalet hala bodrumda. Adını Atatürk’ün koyduğu en köklü gazete Cumhuriyet hakkında bir karar vereceksiniz. Bunun çok önemli bir anlamı olacak. Halkın haber alma hakkını, gazeteciliği, hukuku yakından ilgilendirecek. Vereceğiniz kararla ülkenin hukuk tarihine geçeceksiniz, nasıl geçeceğiniz size kalmış tercih sizin karar sizin.

15.45 - Yazarımız Aydın Engin, esasa ilişkin savunmasını yapmak için söz aldı. Engin'in savunmasından satır başları şöyle:

Bu mütalaaya neden cevap verilsin ki? İddianameyi tekrarladı. Savcı karşımıza tanıklar çıkardı. Her tanık iddianameyi daha da boşa çıkardı. Vakfı zarara uğratma suçlaması çökünce gazetenin yayın çizgisini değiştirmekle suçlandık. evet değişti, savcıya sormadan değişti ki bunu sık sık yapabiliriz, üstelik savcılardan izin almayacağız. Bizde değişmeyen hukukun üstünlüğü demokrasi ve bağımsız gazetecilik ilkelleri. Gerisi umurumuzda olmaz. Osman Kavala ile yazışmalarım dosyaya konuldu. Savcı da mütalaada buna sarıldı. Biz Avrupa'daki meslek örgütlerinden sivil toplum örgütlerinden destek istedik. Aldık da. Cumhuriyet'i sardılar. RSF, IPI, PEN. Biz sizin bildiğiniz gazetecilerden değiliz. Bizi satın alacak kişi ya da kurumlar anasının karnından doğmadı. Bizi satın alacakları da anasının karnından doğduklarına pişman ederiz. Sizden kişisel hiçbir talebim yok. Sizden hakkımızdaki bu mütalaaya itibar etmemenizi talep ediyorum. Ama çöpe atmayın çünkü bu hukuk fakültelerinde okutulacak. İleride böyle mütalaalar hazırlamayın diyecekler.

15.50 - Cumhuriyet Vakfı Başkanı Orhan Erinç, esasa ilişkin savunmasını yapmak için söz aldı. Erinç'in savunmasından satır başları şöyle:

Basın Savcılığında ve duruşmalar sırasında söylediklerimi aynen yinelediğimi belirtmek istiyorum. Ancak öncelikle belirtmek isterim ki bu dava siyasi bir basın davası olarak açılmış ve sürdürülmüştür. Davanın omurgası Cumhuriyet Gazetesi’nin imtiyaz sahibi olan Cumhuriyet Vakfı’nda yapılan bir üyelik seçiminin hırslarını akıllarının önüne geçiren iki eski Cumhuriyet çalışan tarafından siyasal iktidarın beklentilerine uygun biçimde oluşturulmuş olmasıdır. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesindeki davada, Vakıflar Genel Müdürlüğü de “Haksız ve mesnetsiz davanın reddini isteyen” başvurusunu dosyaya koymuştur. Karar duruşmasının bir gün öncesinde Mustafa Balbay da davaya müdahil olmak isteyince karar verilemeyip duruşma ertelenmiştir. Bu sürede Atalay’ın duruşmada belgelerle kanıtladığı gibi tanık Alev Coşkun Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine ihbarda bulunmuştur. Sekreterliğin Vakıflar Genel Müdürlüğüne verdiği talimat sonrası işler tersine dönmüştür. Cumhurbaşkanı Genel Sekreterinin talimatı öncesi ve sonrasında ters gelişmeler davanın siyasi olduğunun kanıtlarından birini oluşturmaktadır. İkinci kanıt ise seçilememesi sorun yapılan Mustafa Pamukoğlu’nun İşçi Partisinin (şimdi Vatan) yayın organlarının oluşturduğu Görev Vakfının kurucu başkanı, Aydınlık Gazetesi’nin yazarı ve İşçi Partisi Genel Başkanı’nın ekonomi danışmanı olmasıdır. Esasen duruşmada dinlenen tanıkların neredeyse çoğunluğunun İşçi Partisi’nin (şimdi Vatan Partisi) üyesi, grevlisi ve yazarı olması da “siyasi dava” tanımını güçlendiren özelliklerden bir başkasını oluşturmaktadır. Savunmamı avukatlarımız yapacaklardır. Ben “İstanbul’da hakimler var” deme umudumu koruyorum.

15.45 - Muhasebe çalışanımız Emre İper, esasa ilişkin savunmasını yapmaki için söz aldı:

Sadece sanıkların değiştiği siyasi bir davada yargılanıyoruz. Basın özgürlüğünü hakkıyla savunduğumuzu düşünüyorum. Şimdiye dek gündemde olmayan 'tweet'lerim nedeniyle ek savunma hakkı verdiniz. Eski savunmamı tekrarlarım. Ben Cumhuriyet gazetesinden çalışmıyor olsaydım zorlama iddialarla karşınızda çıkmazdım.

16.00 - Hikmet Çetinkaya ve Önder Çelik’in kısa savunmalarının ardından sanık avukatları söz almaya başladı.

16.36- Kadri Gürsel'in avukatı Köksal Bayraktar, "Esas hakkındaki mütalaa ile iddianame birbiriyle uyum içindedir ve aynı şekilde tekrarlanmıştır. Kadri Gürsel için yapılan üç suçlama hem iddianamede hem de mütalaada aynen tekrarlanmaktadır. Arada yargılama yapılmıştır ama yargılamada çok fazla bir değişiklik olmamıştır. Bu AİHM kararlarına aykırıdır. Biz iddianameyi okuyunca müvekkilim Kadri Gürsel icin üç suç isnadı olduğunu gördük. Ben Bylock şifresine sahip degilsem, Bylock kullananlar beni arıyorsa ve ben suçlu olarak niteleniyorsam bu suçsuzluk degil suçluluk karinesinin esas olduğu anlamına gelir. Ayrıca yapılan konuşmaların içeriğinin yargılamaya konu olması gerekirdi, konuşmanın yapılması değil. Mütalaada iddianame tekrarlanıyor. Yabancı bir ülkenin dışişleri bakanını düşünün ve bir başka ülkenin başbakanı gidiyor ve sigara paketini alıyor, almakla kalmıyor cebine koyuyor. 12 Temmuz 2016'da Kadri Gürsel’in yazdığı "Erdoğan Babamız Olmak İstiyor" yazısında bir çeşit mizah vardır. Bir gazetede suç unsuru varsa yayın danışmanının suçlu olması için sekiz ayrı faraziyenin incelenmesi ve gerçekleşmemesi gerekir. Burada yayın danışmanının yazı işleri kuruluna katılmasının bu kadar vahim suçlarla iç içe konulması mantıksızdır. Sadece yayın kurulu toplantılarına katılmak suç olarak telakki edilemez. 314. madde çok vahim bir maddedir. Devletin varlığına karşı olan bir silahlı örgütü ifade ediyor. 314. maddenin uygulanması icin ceza kanununun 3 ve 4. maddesinde yer alan suç ve örgütün kurulması gerekir. 3 ve 4. bölümünde yer alan suçları işlemek için örgüt olması gerekir. Örgütün başından itibaren silahlı olması gerekir. Devletin güvenlik ve varlığına yönelik olacak ve ikinci olarak da silahlı olacak bu örgütün silahlı olduğunu bilmesi gerekir ve kast içinde olması gerekir, bu maddenin ihlal edilmesi için! Çetin Özek'in hukukun içine getirdigi elverişlilik ilkesinin olması gerekir. Yani bu örgütün topu tüfeği olması gerekir. Her gün bir lira iki lira verdigim gazete ile bu olabilir mi? Silah var mı yok mu? Nasıl giriyor bu suça? Hiçbiri olmadan 220’nin delaletiyle 314. madde diyemezsiniz. Suçun basit halinde silah yoktur, devletin güvenliğini ve varlığını ortadan kaldırma yoktur. 220. maddenin 6. fıkrasında bir atıf vardır ama o da bu davaya konu edilmemiştir. Sadece ve sadece düşünce özgürlüğü içinde hareket eden ve insanların haber alma hakkı olduğuna inanan bir gazetecinin suçlanması bugünün hukuk anlayışına taban tabana zıttır. Kadri Gürsel'in beraatini talep ederim.

17.00- Hikmet Çetinkaya'nın avukatı söz aldı: Suçlamalara dayanak olacak herhangi bir delil yoktur. Esas hakkında mütalaada ve iddianamede Çetinkaya'nın 2011 yılından sonra FETO'ye yonelik kritik duruşundan vazgeçtigi iddia ediliyor. Bu iddia duruşma boyunca somut verilerle çürütülmüş olsa bile tek yanlı tutumunu iddia makamı sürdürmüştür. 2014 yılında Fettullah Gülen hakkında yazdığı Fettullah Gülen'in 40 yıllık serüveni adlı kitabı Yenigün Yayınları tarafından yeniden basılmıştır. Bu kitabın 95. sayfasında Fettullah Gulen'in ordu ve adalette örgütlenip darbe yapmak istediği belirtilmektedir. Tavır değişiklik olduğunu iddia etmek akla ve mantığa aykırıdır. Ne Hikmet Çetinkaya'nın ne de Cumhuriyet'in FETO'ye karşı tavrında hiç bir değişiklik olmamıştır. 3 Mart 16 tarihli doğayı koruma ile ilgili bir yazısında FETO'nün doğa karşıtı faaliyetlerden nemalandığını yazmıştır. Başka bir yazıda da Gulen'in sadece dindar değil altın nesil yetiştirdiğini ve devletin olanaklarını kullanarak devlette kadrolaştığını söylemiştir. 21 Nisan 2016'da FETO ile ilgili mücadele için geç kalındığını yazıyor. 2011'den sonra 2012 ve 2013'ten bir kaç örnek daha verelim. 2012'de ABD Fettullah Gulen'den rahatsız mı baslıklı bir yazı yazmıştır. 27 Nisan 2012'de Niçin ABD'de gönüllü sürgün olarak yaşadığını ve Orta Asya ve Ortadogu'da ABD tarafından kullanıldığını yazmıştır. F tipi muhtıra" yazısında Cemaatin iktidar erkinde zaten etkili olduğunu, Cemaatin iktidarın kuyusunu kazdığını ve Başbakan'ın odasına böcek koyduğunu belirtmiştir. Müvekkilimizin FETÖ'ye yönelik tavrının değişmediğini anlatmaya gerek yok ancak kayda girmesi için söylüyoruz. Gülen'le röportaj yapmamıştır. İddianamenin aksine H.Cetinkaya bir kahvaltıya katılarak fikrini ve çizgisini değiştirecek biri değildir...

17.23- Bülent Utku'nun avukatı Ergin Cinmen söz aldı: İddanamenin meşru olabilmesi için hukuk diliyle yazılmalıdır. İddialar, hukuk, evrensel hukuk ve insan haklarına uygun olmalıdır. Adil yargılanma hakkı aynı zamanda dürüst yargılanma olmalıdır. Yani bu yargılama dürüst insanlar tarafından yapılmalıdır. Adil yargılanma ancak dürüst hukukçuların dürüst yargılamasıyla olur. Bir yerden gelen talimat ve zamanın ruhunu dikkate alarak karar veriyorsanız bu dürüst yargılama olmaz. Adil yargılama ilkesi sadece dürüst savcı ve hakimler tarafından gerçekleştirilebilir. Bu davanın iddianamesi, yargı süreci ve mütalaaya bakılınca dürüst bir yargılama olmadığını söyleyebiliriz. Bu davada dürüst yargılama hakkı ihlal edildi. Adını aslında Anayasa mahkemesi koydu. Olağanustu halde bile dokunulamayacak haklar olduğu halde, kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamak zorunda bırakılamayacağı, bu düşünce ve kanaatlerinden dolayı yargılanamayacağı halde Gazetecilere "gazetenin logosunun üstüne niye bu ifadeleri kullanarak başlık verdin" diye soruluyor. Yargıladığınız insanları kanaatlerini açıklamak zorunda bırakıyorsunuz...

17.35- Cumhuriyet davasının bugünkü oturumunda savunmaların büyük kısmı tamamlandı. Duruşmaya yarın devam edilmek üzere ara verildi. Yarın görülecek duruşmada kararın çıkması bekleniyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler