Hikmet Çetinkaya

Ağlama Bebek...

03 Ağustos 2014 Pazar

Gecenin boşluğunda mavi bir kafes, o çocukluk yıllarının tren istasyonları...
Bilindik yüzler, bir tutam sevinç!
Doğanın kendi saatleri içinde yaptığım yolculuklar, uzayan bir sesin içinde coşkulu yüreğim...
Ilık bir güz sabahı, nemli bir körfez...
Bir ağustos sıcağında yağan yağmur, gökyüzünün çatırdaması, şimşek.
Yoksulluğun sarmalında yaşayan Iğdır...
Ağrı Dağı’nın zirvesi...
Her şeye ama her şeye karşı yeni bir umut görüyorum, hüznün ve acının türküsü söylenirken...
O kareli not defterim, aldığım notlar, çalakalem yazılmış kimi denemelerim....
“Ben, Behçet Aysan’ın dizelerinden kopup gelen bir coşkuyum, git desen gider, kal desen kalırım. Kimi zaman gülümser, kimi zaman ağlarım...
Eğer git dersen kuşlarla, bilesin ki dönmez güz kuşları. Senin yaşadığın o iyi günler aynı gökyüzü aynı kaderle birleşir.”
Bir cumartesi sabahında İstanbul’a yağmur yağarken...

Gök gürülderken, şimşek çakarken!
Eski mevsimlerdeyim...
İster misin gidip yağmurda durup sırılsıklam ıslanayım, gidip başka kaderleri arayayım...
Sen sessiz akan bir ırmaksın, ben deli dolu bir...
Hırçın bir insan!
Ben zamanım işkence görmüş çocukların dilinde, ezenlerin değil ezilenlerin yanında...
Bak eski katillere, canilere, faşolara, tetikçilere...
Bir olmuşlar Cumhuriyet’e saldırıyorlar yine!
Bunlar bir zamanlar eli kanlı katilleri, eli kanlı çeteleri ayakta alkışlarlardı “İhlas”ın ışığında...
Tanıdınız değil mi?

***

O zaman dilimi, demokrasi ve özgürlük mücadelesi; yoksulluk, acı, umut, sevgi ve hüzün!
Yağmur dinmedi...
Bir toprak kokusu geliyor dışarıdan...
Yine defterime yazmışım:
“Brooklyn’den, Brooklyn Köprüsü üzerinden, bu güzel sabah saatinde Elizabeth Bishop’tan söz edin...
Bak, düdük sesleri, bayraklar, dumanlar rüzgâra karışıyor; gemiler yüzlerce bayrakla yürekten selamlıyor, limanda yükselip alçalarak uçuşan kuşlar gibi...
Nasılsın el bebek, gül bebek?
Nasılsın arkadaş?
Ağustos hepimize gülümserken bir yaz geçiyor farkında mısın?
Bak şafak söküyor...
Paris’te bir sabah!
Aydınlık bir gün ardından gelecek...”
O notları okurken Türkiye’nin o karanlık günleri aklıma geliyor...
İleri demokrasi ve özgürlük masalları.
Günler geçiyor, haftalar ve aylar yaman!
Acılar bitmiyor, akan kan durmuyor aman!
Hayat acımasız!
Tam mücadele zamanı!
Anılarım yağmurlu günlerde maviler giydiriyor, bir çocuk gülümsüyor, Apollinaire’nin Mirabeau Köprüsü’nün altında geçerken sevincin, acının ardından geldiğini öğreniyorum...
Saçları örülmüş durgun bakışlı kızlar, kadınlar, erkekler.
Belki yaşamın sularında yitirdikleri sevdalarını düşünüyolar; kopuşları, fırtınaları...
Hayatın içinde bir not daha düşüyorum:
“Bak, bir bebek sana gülümsüyor...
Bak, bir öteki ağlıyor...
Ağlama bebek ağlama, gülümse biraz!”
Aynalı gülüşler ve gelincikler arasında yürüdüğüm Kaçkarlar geliyor aklıma!
Ovalar, denizler, dağlar!
Çokuluslu altın avcıları!
Bir mor menekşe gecenin içinde açmış, bak sana gülümsüyor...
El bebek gül bebek!
Sana el sallıyor, şiirler okuyor...

***

Ağlama bebek!
Bir ülkede yoksul, dindar insanlardan oy alarak iktidara gelenler, yolsuzluk yapmışlarsa, bunca şımarıklığı, rezilliği yapamazlar!
Oysa yapıyorlar!
“Bağımsız yargı”, bağımsız gazeteciliği engelliyor...
Varsıllığın sefilliği içinde put yaratıp ona tapıyorlar...
O nedenle ağlıyor bebek!
Ben de diyorum ki:
“Ağlama bebek, o put kırılacak; ağlama bebek, insanlık aydınlık günleri görecek!”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları