Rıza Türmen

24 Haziran'a yeniden bakış: "Muhalefet seçimi sandıkta sonuçlarıyla sınırlı gördü"

12 Ağustos 2018 Pazar

24 Haziran seçimleri ile Türkiye’de bir rejim değişikliği gerçekleşti. Ancak tuhaf bir biçimde, bu seçimlerin Anayasa’da ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde öngörülen “eşitlik ve serbestlik” ilkelerine ne ölçüde uygun olduğu, demokratik ülkelerdeki seçim standartlarına uyup uymadığı Türkiye’de pek sorgulanmadı. Seçim, sadece oy verme sürecini değil, kampanya sürecini de kapsar. Bu süreçteki aksaklıklar ulusal görsel ve yazılı basından çok AGİT Gözlemci Heyeti gibi yabancı gözlemcilerin raporlarına yansıdı. OHAL altında seçim yapılması, basın toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar, Cumhurbaşkanı adaylarından birisinin cezaevinden kampanya yürütmek zorunda bırakılması, kampanya sırasında muhalif partilere yapılan saldırılar, yazılı ve görsel basında iktidara ve muhalefete ayrılan yerlerin doğurduğu eşitsizlik, kampanya sırasında devlet olanaklarının bir parti ve adayı için kullanılması, kampanyanın finansmanın saydam olmaması gibi eleştirileri AGİT Heyeti’nin rapor ve basın toplantısında bulabilirsiniz. Bütün bu aksaklıkların, seçimlerin meşruiyeti sorunu doğurması beklenirdi. Bu olmadı. Muhalefet seçimi sandıkta sonuçlarıyla sınırlı gördü. Yenilgiyi hemen o akşam kabul etti. Sonucu etkileyen nedenler üzerinde durmaya gerek görmedi. Oysa, kampanya süresinde TRT, AKP-MHP’ye ittifakına 37 saat 40 dakika ayırmış, buna karşılık CHP’ye 3 saat 4 dakika, İyi Parti’ye 9.5 dakika ayrılmış. HDP ve Saadet Partisi’ne ise TRT ekranlarında hiç yer verilmemiş.

Yanlı yayınlar

AGİT Gözlemci Heyeti, seçim kampanyası süresince 5 TV kanalını izlemiş. Bunlar TRT, SHOW, CNN Türk, A Haber ve Fox TV. Bunlardan Fox TV dışındaki dört kanal, AGİT Heyeti Raporu’na göre, AKP ve Erdoğan yanlısı yayın yapmışlar. AKP ve Erdoğan’a yüzde 33.7 ile 58.5 arası yer ayırmışlar. Aynı kanallar İnce’ye yüzde 18.7 ile 27 arası, Akşener’e yüzde 1.2 ile 11 arası yer vermişler. Fox TV bütün adaylara eşit yer vermiş.

Sadece bu rakamlar bile seçimlerin ne denli eşit ve adil geçtiğini göstermeye yeterli. Oysa Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin kamu hizmeti veren devlete bağlı yayın organlarının bağımsızlığı ile ilgili pek çok kararı var. Örneğin, Medya Politikaları konusunda 1994 yılında Prag’da düzenlenen dördüncü Avrupa Bakanlar toplantısından kabul edilen (96) 10 sayılı karara göre, “Taraf devletler, kamu hizmeti veren yayın kuruluşlarını, siyasal ve ekonomik müdahalelere karşı korumaya ve bağımsızlıklarını güvence altına almayı taahhüt ederler”.

2006 yılında Bakanlar Komitesi kabul ettiği “Kamu Hizmeti Veren Yayın Organlarının Bağımsızlığının Güvence Altına Alınmasına İlişkin Bildiri” de yukarıdaki taahhüdü yineler ve taraf devletlerin bağımsızlığı sağlayacak ve siyasal, ekonomik müdahaleleri önleyecek hukuksal, siyasal, mali ve başka teknik araçlara başvurmalarını öngörür. Kararda bu araçların nitelikleri ayrıntılı olarak anlatılır. Uluslararası alanda üstlenilen bu taahhütler Türkiye bakımından ne anlam ifade ediyor? Yoksa, hiçbir anlam ifade etmiyor mu?

Çoğulculuk olmadan...

Devlet televizyonunun tarafsızlığına ilişkin olarak AİHM’nin 17 Eylül 2009 tarihinde kesinleşen ilginç bir kararı var. Kararın adı Manole ve diğerleri / Moldava. Davanın başvurucuları, Moldova devlet televizyonunun eski çalışanları. Başvurucuların savlarına göre, 2001 yılında Moskova yanlısı Komünist Partisi mecliste çoğunluğu elde elde ettikten sonra, Moldova devlet televizyonu (TRM) bu partinin denetimi altına girdi. TRM yönetimi, iktidara yakın yöneticilerle değiştirildi. İktidar yanlısı yayınlar yapmaya başladı. Sovyet dönemini eleştiren programlar yasaklandı. Muhalefet partilerine ayrılan süre çok azaltıldı. Başvurucuların siyasal görüşleri nedeniyle TRM’deki işlerine son verildi.
AİHM kararında şu ilkelere yer verdi: Çoğulculuk olmadan demokrasi olmaz. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temelidir. Farklı siyasal görüşler ve siyasal programların önerilmesi ve tartışılması demokrasinin özünü oluşturur. Bir siyasal grubun görsel medyayı egemenliği altına alması, yayıncılar üzerinde baskı yaparak özgürce yayın yapmalarına engellemesi, ifade özgürlüğünü ortadan kaldırır. Devletin yükümlülüğü sadece ifade özgürlüğüne müdahale etmemek değil, aynı zamanda onu koruyacak önlemleri almayı da kapsar.

Orantısız bir zaman

AİHM kararında şu iki husus üzerinde durdu:

1. TRM yönetimi başvuruculardan, hükümet tarafından zararlı görülen konulara yer verilmemesine, bazı sözcüklerin ve tümceleri kullanılmamasını talep etmiştir.

2. TRM yönetimi, başvuruculardan, TRM’nin iktidar partisine orantısız bir zaman ayırmak, buna karşılık muhalefet partileri ne çok az ya da hiç yer vermemek yolundaki politikasına uygun davranmalarına istemiştir. AİHM bu taleplerinin başvurucuların ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirmiştir.

Bunun yanında, hükümet TRM’de çalışanların ifade özgürlüğünü koruyacak önlemler almamıştır. TRM ‘nin bağımsızlığı koruyacak bir hukuksal çerçeveyi yürürlüğe koymamıştır. Bütün bu nedenlerle AİHM, Sözleşme’nin ifade özgürlüğüne ilişkin 10 maddesinin ihlal edildiğine oybirliğiyle karar verdi. AİHM kararında ayrıca, Moldova Hükümeti’nin bu konudaki Bakanlar Komitesi kararlarına uygun olarak, TRM’nin bağımsızlığını sağlayacak yasaları yürürlüğe koymasını istedi.

24 Haziran seçimlerinden sonra, muhalefet partilerinin ya da bireylerin, TRT ve özel televizyon kanallarının iktidar partisine orantısız yer vermelerinin seçme ve seçilme hakkını ve ifade özgürlüğünü ihlal ettiği savıyla AYM’ye başvuru yapılıp yapılmadığı hakkında bilgi sahibi değilim. Böyle bir başvuru yapıldığını umut ederim. AYM’nin bu başvuruyu kabul edilemez bulması durumunda, AİHM yolu açılacak.

Yukarıda değinilen Moldova davasından da anlaşılacağı gibi, doğru açılan böyle bir davanın AİHM’de kazanılma olasılığı var. AİHM’den seçme ve seçilme hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yolunda bir kararın çıkması, 24 Haziran seçimlerinin meşruiyeti açısından şimdiye dek yapılmayan önemli bir tartışmaya yol açar. Türkiye’de bir rejim değişikliğini gerçekleştiren 24 Haziran seçimlerinin meşruiyetinin muhalefet tarafından hukuksal ve siyasal olarak sorgulanması gerekir.

MUHALEFET SORGULAMALI

Seçim sürecinde TRT ve özel TV’lerde iktidar partisine orantısız yer verilmesi ifade özgürlüğünün ihlali demek. Bu da AİHM’nin ‘Çoğulculuk olmadan demokrasi olmaz’ ilkesiyle çatışıyor. AİHM’den seçme ve seçilme hakkı ile ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yolunda bir kararın çıkması, 24 Haziran seçimlerinin meşruiyeti açısından şimdiye dek yapılmayan önemli bir tartışmaya yol açar. Türkiye’de bir rejim değişikliğini gerçekleştiren 24 Haziran seçimlerinin meşruiyetinin muhalefet tarafından hukuksal ve siyasal olarak sorgulanması gerekiyor.

 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları