Efendileri de bir anlasa...

07 Eylül 2018 Cuma

“Allah cümleyi, komşusundaki yangına körükle koşarken kendine daha fazla zarar verdiğini bile göremeyecek kadar aymazların sultasına düşmekten korusun!” demek, insanları bu akıbete duçar olmaktan kurtaramıyor.
Rusların ve rejim kuvvetlerinin İdlib’deki son atakları, altı yılı aşan Suriye Savaşı’nın sonunun belirtilerini gözler önüne seriyor.
Uzun vadede Suriye Savaşı’ndan en fazla zarar gören kim oldu, sorusunun yanıtı artık açıktır: Türkiye.
Resmi rakamlarla 3 milyonun üstünde Suriyeli göçmenin bulunduğu Türkiye’deki Suriyeli sayısının İdlib’den yeni bir göç başlaması durumunda, bir o kadar daha artması, ülkemizin demografik yapısını daha da allak bullak edecektir.
Bu durum ise ABD’nin Fırat’ın doğusundaki sınırlarımızda PYD-YPG hâkimiyetinde bir bölge yaratmasıyla doğan istikrarsızlığı yeni boyutlara taşıyacaktır.
Bu durumda, bir zamanlar Ahmet Davutoğlu’nun gidiciliğini ilan ettiği Beşar Esad’ın güçlenerek çıkmakta olduğu Suriye iç savaşından uzun vadede en büyük zararı Türkiye’nin göreceği aşikârdır.
Birçok kişi komşudaki yangına körükle koşmanın Türkiye’nin yararına değil, tam tersine zararına olduğunu baştan gördü, yetkilileri uyardı, ama etkili olamadı.

***

Türkiye, istikrarsızlığını sürekli kışkırttığı Suriye’de işlerin bu noktaya varmasının sorumlularından biridir.
“Ne yani! Türkiye’nin yanlış politikası olmasaydı Suriye iç savaşı patlak vermeyecek miydi?” sorusunun pek anlamı yok. Evet Türkiye tek başına bu savaşı ne başlatabilecek ne de sona erdirebilecek güçte bir ülkedir. Ama Türkiye’nin işlerin bu noktaya ulaşmasında etkili olduğu da yadsınamaz.
Ankara’nın şimdi içinde bulunduğu bu çıkmaza saplanmasının nedeni, Suriye konusunda olduğu kadar, genelde tüm Ortadoğu boyutunda da Cumhuriyetin başından beri sürdüregeldiği sağlıklı politikayı bir yana bırakmış olmasıdır.
Tarihi gerçeklerle bağdaşmayan düşsel bir Osmanlıcılık hayalciliği peşinde olan ve stratejik ahmaklığı stratejik derinlik sananların etkisiyle AKP, bölgeye mezhepler ve tarikatlar gözlükleriyle bakmayan, Ortadoğu bataklığının mezhepsel ve etnik çekişmeleri karşısında tarafsızlığını ve soğukkanlılığını yitirmeyen, bölgesel istikrarın kendi istikrarı ile atbaşı gittiğini gören Cumhuriyetin sağlıklı geleneksel dış politikasını bir yana bırakmıştır.
Bölgeye “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle yaklaşan ve komşularıyla iyi ilişkileri sürdürürken, onların iç çatışmalarına bulaşmamaya özen gösteren bu politika, kişilikleri aynı zamanda Ortadoğu’nun kan ve ateş ortamında olgunlaşmış, ustaların tarihten aldıkları derslerin ışığında oluşturulmuştu.
Şimdi, bu politikanın terk edilmiş olma-sının ne büyük felaketlere yol açtığını yaşayarak görüyoruz, korkarım aklımızı başımıza almaz isek, daha da korkunç boyutlara ulaştığını da göreceğiz.

***

Yapılan yanlışlar üzerinde daha fazla durmanın anlamı yok. Şimdi gelecekte ne yapılması gerektiğine bakmalıyız. Türkiye, Rusya ve İran ile birlikte, Suriye’de savaşı sona erdirmeyi amaçlayan Astana üçlüsünün bir üyesi olarak bugün Tahran zirvesine katılacak.
Bu zirvede Ankara, Esad’ın, Suriye’de iç savaşı sona erdirip, ülkenin bütünlüğünü sağlama yolundaki girişimlerine karşı durmayacağını, artık Esad ile anlaşmanın kendi istikrarı açısından en akıllı yöntem olduğunu anladığını belli eder bir tavır içine girerse, uğradığı zararların daha da büyümemesini sağlama yolunda ilk adımı atmış olur.
Esad takıntısı bizi bugüne getirdi.
Şimdi artık bu takıntıdan kurtularak, yeniden “Yurtta barış, dünyada barış” politikasının iyi komşuluk ilişkileri dönemine dönmenin zamanı gelmiştir.
Birçok kişinin uzun süredir görüp söylediği bu gerçeği “Çok isabet buyurdunuz, evet efendim, haklısınız efendim”ciler bile artık anlamış görünüyorlar.
Şimdi efendilerinin de anlamasında sıra!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları