Özdemir İnce

Nasıl işçi olunur?

30 Eylül 2018 Pazar

Sol, sağ, orta, liberallik, bunların aşırılıkları ve ılımlı halleri bir konumdur, bir zihinsel ve ruhsal, toplumsal ve sınıfsal koşullanmadır.
Jean-Paul Sartre, “İnsan bir ‘durum’dan ibarettir: Bir işçi, bir burjuva gibi düşünüp bir burjuva gibi hissedemez; ama bir insanın gerçek ve eksiksiz bir insan olabilmesi için, bu durumun yaşanması ve belli bir amaca doğru aşılması gerekir...//... Hayır, işçi burjuva gibi yaşayamaz; bugünkü toplumsal düzen içinde, ücretlilik durumunu sonuna kadar yaşaması ve ona katlanması gerekir. Bundan hiçbir kaçış yolu, başvurulacak hiçbir ‘mercii’ yoktur. Fakat insan bir ağacın ya da taşın var olduğu gibi var olamaz: İşçi, kendini işçi yapmalıdır.” Situations II, Gallimard, S.27 “Présentation des Temps modernes” (1945)
Bir ücret karşılığı çalışan insanın bir işçiye dönüşmesi, kendini işçi sınıfının bir üyesi olarak hissetmesi onun bilinçlenme sürecine bağlıdır. Bir köylünün kendini köylü ve çiftçi gibi (olarak) hissetmesi çok kolay ve doğaldır, çünkü belli bir ortamın içinde, o ortam için doğmuştur. Ancak bir köylünün, bir çiftçinin kendini işçi olarak hissetmesi, işçileşmesi hiç de kolay değildir.
Arthur Koestler, “Darknes at Noon” (Gün Ortasında Karanlık) adlı müthiş romanında 1930’lar Sovyetler Birliği’ni anlatır. Roman kahramanı Rubashov (Buharin) aracılığıyla iktidar-yetki ilişkisini sorgularken, “öznel iyi” aynı zamanda “nesnel iyi” de olabilir mi ve kişi, insanlık adına başkalarına kendi doğrularını dayatabilir mi gibi sorulara cevap arar. Beni en çok etkileyen sahneyi anlatayım: Bir yerde bir demirçelik fabrikası kurulur. Civarda yaşayan köylüleri işe alırlar. Bu köylüler yüksek fırının ocağını kömürle doldurduktan sonra vurup kafayı uyurlar. Tarlayı sürdükten sonra yaptıkları gibi. Onlar uyurken ocak söner ve işler berbat olur. Köylüler hayatları boyunca saate bakmamışlardır. Saat kavramı yoktur kafalarında. Rubashov, Sovyet sanayisini sabote ettiği iddiasıyla ve vatana ihanet suçlamasıyla yargılanır.
Sivaslı köylü, çift bozup İstanbul’a gelir. Çoluk-çocuk bir işe girerler. Aradan zaman geçer, Boğaz’ın sırtlarında bir gecekondu yaparlar. Gecekonduya su ve elektrik bağlanır. Dahası yol yapılır, muhtarlık kurulur. Böyle bir şey Avrupa’da, ABD’de mümkün değildir. Sivaslı’nın hayali başkadır. Bu hayalini gerçekleştirmek için iktidardaki işçi düşmanı sağcı-dinci partiye oy verir. İşçi sendikasına üye olmaz. Çoğu kendisine benzeyen iş arkadaşlarıyla, işçi sınıfı yararına, herhangi bir dayanışma yapmaz. Dahası, işçi sınıfına düşman olur.
Köylünün, işçinin sınıf bilincine erişmesine (ne yazıktır ki) Cumhuriyet’in devletçi ve halkçı, hümanist siyaseti de engel oldu. Bedava okullarıyla, parasız yatılı ortaokul, lise, üniversite sistemiyle, “fakir”in çocuklarının (ne iyi ki) önünü açtı, sınıfsal engeli ortadan kaldırdı; Aziz Sancar, Halil İnalcık, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve daha niceleri küçük burjuva ve burjuva sınıflarına atladılar. (Bu elbette bir çelişkidir.) Onlar sınıf atlayarak muratlarına erdiler ama işçi sınıfı yoksa demokrasi de yoktur. 1960-70’lerde varoşların devrimcileşmesi de sağlıklı evrim değildi. Onlar sosyalizmin yolunu açacak işçi hakları değil, tam tersine zenginleşme hakkı istiyorlardı. Aynı duruma yurtdışında çalışmaya giden köylülerin evriminde de tanık olduk. Saf solcular, o zamanlar, bunların Almanya’da ve öteki ülkelerde komünistleşeceğini, sosyalistleşeceğini, yurda dönünce “devrim”e öncülük edeceklerini sanıyorlardı. İlk gidenler, ülkeye tatil için Mercedesleriyle gelerek hava attılar. Şimdi, çalıştıkları ülkede sol partilere, Türkiye’de AKP’ye oy veriyorlar.
Türkiye gibi bir ülkede çalışanın işçileşmesi çok zor. 3. havalimanında birinci parti AKP, ikinci parti HDP, üçüncü parti CHP imiş. Birinci parti dinci, ikinci parti etnikçi, üçüncü parti halkçı. Her şey tersine!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Maçı hakem bitirir 26 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları