Hikmet Çetinkaya

Sarışın Bir Kurda Benziyordu...

30 Ağustos 2014 Cumartesi

30 Ağustos Zaferi’nin üzerinden 92 yıl geçmiş...
Dile kolay tam 92 yıl!
30 Ağustos, “zaman” dediğimiz şu ele avuca sığmayan, delişmen, nereden gelip nereye aktığını bilmeksizin soyut kavramın bir parçasından 92 yıl önce bugün, koparılmış, dondurulmuş, biçimlendirilmiş, somut bir “Zafer” anıtıdır.
Kurtuluş ve kuruluş...
Türkiye’nin iki önemli tarihsel belgeselidir...
Nâzım Hikmet “Onlar / Kurtuluş Savaşını Yapanlar” şiirinde anlatır tarihin temel taşlarını:
“Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak
cesur,
cahil,
hakîm ve çocukturlar.”
O zaman aklınıza şu gelebilir:
“Nasıl başardılar, bu işi?”
Ulusal kurtuluş, bağımsızlık savaşını bir düşünün...
Karşımızda kimler vardı?
İtalyanlar, Fransızlar, Yunanlar, İngilizler, Ermeniler, Osmanlı Babıâlisi, mütareke basını, Anadolu’da Mustafa Kemal’e karşı ayaklanan Türkler...
Dahası var elbet!
İşbirlikçiler, düzenbazlar...
Meclis’te Mustafa Kemal’e karşı yürütülen kampanya!
Ordumuz neden taarruz etmiyormuş... Demek ki saldırı gücü yokmuş...
Tüm bunlara karşı direnen Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1922’de ordusuyla birlikte kükredi...
“O saati sordu
Paşalar ‘üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu
Mavi gözleri çakmak çakmaktı.”

***

Şimdi sözüm; döneğe, dönmeyene, İslamcıya, ateiste, liberale, sağcıya, solcuya, ulusalcıya, sosyaliste, komüniste, orta yolcuya...
Herkese!
Uygarlığın ilk oluşumundan bu yana sömürüye dayanan bir tarihsel gerçek vardır...
İlk “sömürüsüz uygarlık” denemesi 20. yüzyılda insanlığı umutlandırdı.
Yıkıldı!
1917 Devrimi bizim için özel bir değer taşır ve anlamı vardır.
Rusya’da Bolşevikler, Çarın tahtını yerle bir etmeseydi, emperyalizme karşı Ulusal Kurtuluş Savaşımızda sırtımızı Kafkasya’ya dayamak olanağı kalmayacak; dört bir yandan kuşatılacaktık.
“Tarih Baba” bizden yana çıktı... İlhan Selçuk’un sohbetlerinde, yazılarında sık sık değindiği gibi, Stefan Zweig’ın da betimlediği, gökyüzünde “yıldızın parladığı anlar” yaşanıyordu...
Mustafa Kemal ise Kocatepe’deydi, mavi gözleri alev alev yanıyordu o gece...
Ve ben, dün gece gökyüzüne baktım...
Yıldızlar nedense parlamıyordu.
Acı ama gerçek, Türkiye “üreten” bir toplum olmaktan çıkmış “sadaka” toplumu olmuştu...
Elmayı, kavunu, karpuzu, bademi, fıstığı dışarıdan ithal eden bir ülke haline gelmiştik...

***

Atatürk’ün dehası, Avrupa’nın yapısal çelişkisinde var olan “mazlum uluslar” karşıtlığını savaşla kırmak, insanlığa yakışan boyutunu ise duraksamaksız benimsemek eylemleriyle tarihe yazıldı...
Osmanlı ortaçağından kalan ne varsa dışlayıp, çağdaş Cumhuriyeti kurdu.
İslam ortaçağı bugün dünyanın birçok yerinde, üstelik yanı başımızda sürerken biz “Avrupa Birliği”ne aday ülkeyiz.
Bu bile başlı başına, Müslüman bir coğrafyada olağanüstü bir durumdur...
Bu sonuç 30 Ağustos askeri zaferini, uygarlık yengisine çeviren Mustafa Kemal’in başarısıdır.
Doğu ve Batı arasında her iki dünyaya ders verebilecek bir uygarlık sentezinin bir yaşam laboratuvarıdır Anadolu...
Osmanlı’nın kuruluş felsefesi “savaş”, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesi ise “barış” üzerinedir...
Mustafa Kemal’e düşman olanlar, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti sayesinde o “yüce” makamlara çıkıyorlar bugün...
Sömürgecilik!
Emperyalizm!
Küreselleşme!
Sömürgeci uygarlık sürüyor, sarışın kurda benzeyen adam aramızda bulunmuyor...
30 Ağustos bağımsızlığımızın bayramıdır...
Kutlu olsun!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları