Olaylar Ve Görüşler

Kul değil, Cumhuriyet yurttaşı

02 Kasım 2018 Cuma

Çok kısa bir zamanda Cumhuriyet yoluna, Atatürk’ün Cumhuriyet’ine geri döneceğimizi biliyor ve bunun için durmadan, yorulmadan mücadele etmemiz gerektiğine inanıyorum.

Bundan 10 yıl öncesine kadar, Türkiye’nin, bu coğrafyadaki birçok ülkeyle kıyaslandığında, hukuksal açıdan göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir “deneyime” sahip olduğunu söyleyebilirdik. Nitekim, 1808’den başlayarak 2016 yılına kadar “9 anayasal belge” yapmış bir ülkeydik. Bu sayının, çok önemli bir hukuk mirası ya da “hukuksal mal varlığı” anlamına geldiği kuşkusuzdu.
Üstelik 1920 yılında “egemenlik (üstün kural koyma gücü) kayıtsız şartsız milletindir” diyerek TBMM’yi kurmuş, ülke işgal altında iken Ankara’da “anayasa” yapmış ve 3 yıl sonra da Cumhuriyeti ilan etmiş bir ülke...
1923’te kurulan Cumhuriyet rejiminin çok önemli bir özelliği ve farklılığı da vardı; nitekim ilk baştan beri Cumhuriyet bir “devlet biçimi” olarak anayasalarımıza girmişti, oysa 1793’te ilk kez Cumhuriyet rejimini denemiş olan Fransa’da, Cumhuriyet, her zaman “bir hükümet biçimi” olarak kabul ediliyordu.

Hukukun üstünlüğü
Ve bu fark, basit bir kelime farklılığı değildi. Hükümet biçimi olarak Cumhuriyet, sadece “devlet başkanının seçimle işbaşına geldiği bir hükümet biçimi” anlamına gelir. O kadar. Oysa Türkiye Cumhuriyeti, 1923’ten bu yana, çok daha farklı, çok daha geniş bir kavramı; “egemenliğin millette olduğu; demokratik, laik, sosyal, hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlet anlayışını, bu zorunlu ilkelere dayalı bir devlet biçimini” ifade ediyordu.
Üstelik, bu anlayış 1961 Anayasası’yla kurulan, Anayasa Mahkemesi’nin “süreklilik kazanan” içtihadı ile, bir derinlik, bir güvence de kazanmıştı. Nitekim, Anayasa Mahkemesi aynen şöyle demekteydi; “Cumhuriyet içi boş bir kalıp değildir, anayasada yer alan ilkelere (demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti) hiç dokunmuyormuş gibi görünerek, Anayasa değişikliği yoluyla bile olsa, bu kavramların içini boşaltamazsınız. Cumhuriyetin gerçek anlamını yok edemezsiniz”...
Zaten büyük çoğunluğumuz da aynı şeyi düşünmüyor muyduk; “Hükümetler değişebilir, kavramlar değişebilir, belli dönemlerde zarar bile görebilir ama Cumhuriyet rejimi de, ona yaşam veren temel nitelikler de hiçbir zaman değişmeyecektir. Aynen devam edecektir” demiyor muyduk?
Pekiyi, böyle düşünmemize, bu kadar emin olmamıza neden olan “güven, inanç” nereden kaynaklanıyordu dersiniz?
Çünkü Atatürk ve arkadaşları, Cumhuriyeti kurarken, bir noktayı hiç unutmamışlardı; “bir hükümet biçimi olarak Cumhuriyeti kurmak kolaydı, ama onu sürekli kılmak, ancak bir tek şeyle mümkündü; Cumhuriyetin bireyini, yurttaşını oluşturmakla”... Tebaa değil, kul değil, Cumhuriyet yurttaşıyla”.
Cumhuriyetin bireyini oluşturmak için 4 önemli devrim yaptılar. a) Din, dil, ırk, mezhep, etnik köken, cinsiyet ayrımına dayanmayan eşit bireylerden oluşan bir millet anlayışı; b) Her alanda kadın erkek eşitliği; c) Laik hukuk anlayışı; d) Laik, eşit, bilimsel ve çağdaş eğitim anlayışı. Yani kimilerinin dediği gibi “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirmeye değil, “fikri hür, vicdani hür, irfanı hür bir nesil” yetiştirmeye yönelik bir eğitim anlayışı.
Bugün, geldiğimiz noktada, Cumhuriyetin yaşayıp yaşamadığını, devam edip etmediğini değerlendirebilmenin kolay bir yolu var. Cumhuriyetin bireyi, yurttaşı anlayışı devam ediyor mu? Yani eşit bireylerden oluşan bir millet anlayışımız devam ediyor mu? Kadın erkek eşitliği her alanda kendini gösteriyor mu? Laik bir hukuk anlayışı ve tek güvencesi olan yargının bağımsızlığı ilkesi geçerli mi? Ve her şeyden önemlisi eğitim sistemi, bilimsel ve çağdaş esaslara dayalı “fikri hür, vicdanı hür gençler” yetiştirmeye mi yönelik?
2018’in 29 Ekim’ine baktığımda, olumlu bir cevap vermek bana mümkün görünmüyor. Ama çok kısa bir zamanda Cumhuriyet yoluna, Atatürk’ün Cumhuriyetine geri döneceğimizi biliyor ve bunun için durmadan, yorulmadan mücadele etmemiz gerektiğine inanıyorum.  

Prof. Dr. Süheyl Batum
ADD Genel Başkanı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları