Konuşandan değil, susandan korkun!

02 Aralık 2018 Pazar

4 Nisan 1956 günü, Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Jean Paul Garnier’nin Dışişleri Bakanı Christian Pineau’ya çektiği şifreli telgrafta, şöyle yazıyordu:
“Güvenilir bir kaynaktan (3 gr.fx) aldığım bilgiye göre, Türkiye’nin en büyük döviz kaçakçılarından Sava Vafidis’in evine yapılan baskında ele geçirilen belgeler, basında yer aldığı şekilde Mr. Zorlu’nun bir yakınına ilişkin olmayıp bizzat Fatin Rüştü’nün döviz kaçakçılığı çetesinin ‘Büyük Patronu’ olduğunu kanıtlıyor. Ancak Mr.Zorlu’nun Başbakan Menderes’e yakınlığı dolayısıyla, kaçakçılık kovuşturmasının bu belgelere rağmen hasıraltı edilmesi ve yargıya yansıtılmaması bekleniyor...”

***

27 Mayıs 1960 darbesinden sadece üç gün önce ise Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Henry Spitzmuller, aristokrat Dışişleri Bakanı Couve de Murville’e gönderdiği şifreli telgrafta şöyle bir istihbarat veriyordu:
“Türk Dışişleri Bakanı Mr. (Fatin Rüştü) Zorlu üstü kapalı ifadelerle de olsa tarafımıza bazı itiraflarda bulundu. Mr.Zorlu, Başbakan Menderes ve kendisinin, yaşanan kargaşadan çok hükümetin olayları bastırmak için aldığı aşırı baskıcı önlemlerden endişe duyduklarını dile getirdi. Mr. Zorlu’ya göre bu baskıcı önlemlerin tüm sorumluluğu, Mr. (Celal) Bayar’a ait.
Cumhurbaşkanı, intikamcı karakteri gereği Mr. (İsmet) İnönü’ye beslediği kine ve tek bir içgüdüye teslim olmuş durumda: Muhalefeti her ne pahasına olursa olsun, ezmek.”

***

Benim kuşağım Demokrat Parti iktidarı sırasında doğdu, yazılı basına uygulanan sansürün bilincine varamasa da radyonun Vatan Cephesi yayınlarıyla büyüdü.
Televizyon yoktu. Yegâne devlet radyosunun hükümete biat eden gazetecileri, coşku dolu bir ses ve kahramanlık şiiri gibi heyecanla okudukları uzuuun listelerle Demokrat Parti’nin kurduğu Vatan Cephesi’ne “iltihak” eden isimleri sayarlardı.
Hem de her gün.
Her gün Vatan Cephesi’ne yazılan birkaç yüz kişi bulamadıklarından, en az yüz kişi saymazlarsa da katılım düşük görünür korkusundan, yıllar önce ölmüş kişileri ve kundaktaki bebecikleri de Vatan Cephesi elemanı olarak takdim ederlerdi.

***

Ama gazeteciler hapse atılır, muhalif basın susturulur, basın patronları “vergi borçlarıyla” sindirilirken, DP iktidarı açısından işler hiç de iyi gitmiyordu: Ekonomi tepetaklaktı. Güneş her gün, yeni bir seks ya da yolsuzluk skandalı üzerine doğuyordu.
Üstelik sansürlü basına, yalan propagandaya dayalı Vatan Cephesi yayınlarına rağmen, olan biten her şey, herkes tarafından biliniyordu.
Sosyal medya ve internet yoktu. Ama fısıltı gazetesi adeta gazete rotatiflerinden, Twitter’dan, Facebook’tan bile hızlı dönüyor; görsel malzeme eksikliği hayallerin büyütecinde katlanarak yayılıyordu.

***

İnanın bana, bugünlerde Vatan Cephesi kadar çakma bir propaganda malzemesi olarak parlatılan Abdülhamit’in yaşanmış “istibdat”ına kadar bile geriye gitmek gereksiz...
Türkiye’nin gerçek yakın tarihini bilenler için, dünkü sahte Vatan Cephesi listelerinden bugünkü sahte seçmen listelerine, yaşanmamış hiçbir sahne, duyulmadık bir replik, görülmedik bir film karesi yok.
Küçük olan büyüdü, diyebiliriz.
Soygunlar ve vurgunlar büyüyünce, yalan propagandalar da büyüyor ve çoğalıyor.
Medya daha büyük, eh sansürün de daha kallavi düşünülmesi gerekiyor. Muhalif medyayı sindirmekle uğraşmaktansa, yandaş patrona satışını sağlayıp susturmak daha toplu sonuç veriyor.

***

Türkiye’nin siyasal tarihinde kırılamayan bir kısır döngü vardır. Nedense hep bir an gelir, iktidarı uzayan parti ağzını büzemediği basının “donunu bağlamak” ister.
Nitekim AKP iktidarı da kuralı bozmadı ve muhalif medya, idealleri uğruna hem sansüre, hem de maddi yoksunluğa direnen birkaç yayın organı dışında, teslim alınıp susturuldu.
İktidarın uzunluğuyla don bağlamak arzusu arasında, kuşkusuz bir denklem var, ama geçmişte bu denklem daima iktidar urganının kısa kalmasıyla sona ermiştir.
İletişim araçlarının tek bir radyo ve gazetelerle sınırlı olduğu zaman da böyle olmuştur; internet ve sosyal medyanın teknik sansürle bile durdurulamadığı çağımızda da böyle olacaktır.

***

İnsanlar konuştukları sürece tehlikesiz ve dinlemeye açıktırlar.
Halklar da öyle...
Türkiye’de muktedirler ve yandaşları, sürekli konuşuyor, ama yalan konuşuyor. Artık hiçbir işlevi kalmayan siyasal muhalefet de konuşuyor, ama boşluğa konuşuyor.
Nüfusun en az yarısını oluşturan muhalif halk ise susuyor. Korkudan susuyor, umutsuzluktan susuyor.
İşte bu sessizlik, hiç de hayra alamet sayılmaz. Ve yarısı susan Türkiye’yi, harıl harıl yanan ateş üstünde düdüğü tıkanan bir tencereye benzetmek, sanırım abartılı olmaz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024
Kıyamete hazırlık 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları