Diyarbakır Rönesansı 4

22 Kasım 2013 Cuma

Diyarbakırda barış dansı
?Silah sesleri sustu, artık müziğin, dansın ve halayın sesi duyuluyor
1995 yılında Kültür Bakanlığı, Diyarbakır’da bir Sanat ve Kültür Şenliği düzenlemişti. Statta Bülent Ersoy konser verecekti. Biz de davetliydik.
Konser öncesi görkemli bir havai fişek gösterisi planlanmıştı, ancak daha ilk fişekte seyirciler kendilerini korkuyla yere attı.
Diyarbakır’da patlama olduğunda kimsenin aklına havai fişek gelmezdi çünkü...

Çöp, uzaydan mı geliyor?
Bugün öyle değil.
Şehir, eskisi gibi bir açık hava hapishanesine benzemiyor. Artık yollarda fazla asker, panzer de görünmüyor.
Eski kent kültürüne bağlı olanların tepkisine yol açan müthiş bir kentsel dönüşüm, şehrin çeperlerinde uçsuz bucaksız uzanan, çok katlı modern konutlarla yeni bir Diyarbakır yaratıyor.
Kirli olması nedeniyle eleştirilen kent, her tarafa asılan yaratıcı afişlerle Diyarbakırlılara “Çöpü atan sizsiniz”i kibarca hatırlatıyor. Afişlerde, “Çöp uzaydan mı geliyor”, “Şehri robotlar mı kirletiyor” diye yazıyor.

Halay ve yoga
Geceleri şehir merkezindeki türkü barlardan dışarı, müzik sesleri yayılıyor. Viva Bar’da İlhan Kızılboğa ve Dilaver Yıldız, Kürtçe “Çav Bella” söylüyor.
Davetli olduğumuz bir kına gecesinde “Gerilla” marşıyla halay çekenleri izliyoruz. Hâkim duygu öfke değil, neşe...
On Gözlü Köprü’nün başında Kocaeli Yoga Akademisi’nden yoga antrenörü Saim Haholu ile karşılaşıyoruz. Gönüllü çalışmaya gelmiş Diyarbakır’a... 20 kişilik bir gruba ücretsiz yoga dersi veriyor. İlgiden mutlu olduğunu söylüyor.

Güzellik başa bela
Tabii bu dış görüntüden, her şey güllük gülistanlık anlamı çıkarmamak gerek.
Suriyeli dilenciler, bölgede yaşanan dramın canlı kanıtları olarak çoluk çocuk sokaklarda...
Sosyal hayata fışkırdığı yerde müdahale eden muhafazakâr zihniyet de, değişime ayak diriyor.
Geçen nisanda Diyarbakır’da düzenlenmek istenen “Dünya Medeniyetler Kraliçesi Güzellik Yarışması”, Hizbullah’ın başını çektiği bir grup örgüt ve kuruluşun ortak tepkisiyle iptal edildi.
21 ülkeden gelen güzeller, şehri şöyle bir gezip bolca fotoğraf çektirdikten sonra geri döndü.
Güzellik başa bela” derler ya, medeniyetlerin kesiştiği Diyarbakır, bereketinin bedelini, paylaşılamayarak ödüyor belki de...
Ama bazıları görmek, inanmak istemese de, yeni olan, eskinin içinden engellenemez bir enerjiyle yükseliyor.
Kıpır kıpır bir coğrafyanın yıpranmış örtüsünün altından yepyeni bir yaşam umudu doğuyor.

Buenos Airesten Diyarbakıra
Diyarbakır’da beni tango kursuna götüren delikanlı anlattı:
Tango hocaları, eve ödev veriyormuş. Ayna karşısında bazı figürleri çalışmaları gerekiyormuş.
Bizimki gece, özel tango pabuçlarıyla ayna karşısında çalışırken babasına “yakalanmış”.
“Ne yapıyorsun sen burada” diye sertçe sormuş babası...
Delikanlı, “Tango çalışıyorum” demeye utanmış.
“Bizim takımın maçı var da şut çalışıyorum” yalanını sallamış.
Maço kültür için, tango, futbola göre bir hayli “hafif” bir hobi... O yüzden hâlâ kimileri gizli saklı dans ediyor.
Ama her şeye rağmen ve ilk kez dans ediyor.

Tango daveti
Ünlü bir alışveriş merkezinin altındaki Tangomed Dans ve Sanat Merkezi’ni işleten Adıyamanlı Kemal Işık, bu işe nasıl kalkıştığını anlatıyor.
Tangoyu Arjantin’de öğrenmiş. Hep bu topraklara getirmeyi hayal etmiş. Malum koşullar elvermemiş.
Şimdi zamanı geldiğini düşünmüş. 4 yıl önce yerel yönetimlerin ve bazı işadamlarının katkısıyla burayı açmış.
Sevgi Almış ile birlikte bale, modern dans, çaça, tango öğretiyorlar. 100 öğrencileri var. Diyarbakırlı öğretmenler, mühendisler, eczacılar, gençler... Bir kısmı da çocuk dans topluluğunda dans etmeye gelen çocuklar...
Geçen 8 Mart’ta büyük bir tango gecesinde maharetlerini sergilemişler.

Kürtçe tango
Bir ara benim de dahil olduğum kurslarda klasik tangolar çalıyor. Ama Kurmançi dilinde söylenmiş eserler de varmış.
Kemal Işık, Kürt şarkıcılara, Kürtçe tango bestelemeleri için baskı yapıyorum. La Comparsita’yla Kürtçe dans ettiğimizi hayal ediyorum. Bu konuda çalışmalarımız var” diyor.
Bir başka düşü de Buenos Aires’le Diyarbakır arasında bir sanat köprüsü kurmakmış.

Ermeni cemaati dönüyor
Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi Diyarbakır’da...
Kapısında “1376” yazan Sur Gragos Kilisesi’nin restorasyonu tamamlandı, ayine açıldı.
Ancak ne yazık ki, Diyarbakır’da Ermeni cemaati kalmadı.
Halen şehirde sadece 15 Ermeni ailesi olduğu biliniyor.
500 kadar da “gizli aile” olduğu söyleniyor.
1915 öncesi Diyarbakır’da 35 bin Ermeni yaşarmış.
1927’de bu sayı 3000’e inmiş.
70’lerden itibaren o da azalmış.
1980’lerin başında cemaatsiz, ayinsiz, ibadetsiz kalan kilise harabeye dönüşmüş. Cemaat de baskılara dayanamayıp İstanbul’a ve yurtdışına kaçmış.
30 yıllık kargaşa döneminin sonunda, 2009’da Kültür Bakanlığı’nın izni ve cemaatin desteğiyle 3 bin kişilik yaşlı kilisede restorasyon başlamış.
Geçen sene de açılış yapılmış.
Çan kulesi bir yıldır faal... Ancak artık cemaatten çok turist geliyor.
“Barış gelirse döneriz” diyenler çokmuş. Kiliseyi gezerken konuştuğumuz bir Ermeni, “Biz göçmeyi düşünüyorduk, şimdi dışardakiler buraya gelmeye hazırlanıyor” diyor.
Kilisenin emektarı Aram Sayan, gelişmelerden memnun. Çocuklar, Cegerxwîn Kültür Merkezi’nin kurslarında 60 talebeyle birlikte Ermenice öğreniyormuş.
“Eskiden adımı soranlara ‘Behçet’ derdim, artık ‘Aram’ diyorum. Yakında mahkemeye başvurup gerçek adımı alacağım” diyor.
Bu dizinin en başında söylediğim gibi, Diyarbakır’ın yaşadığı inanılmaz değişim, ilkin isimlerden anlaşılıyor.

İlk Kürtçe üniversite geliyor
2009’da Diyarbakır’da tarihin ilk Kürtçe Tıp Kongresi toplandı. Bölge tabip odalarının işbirliği içinde düzenlediği kongreye dünyadan 524 hekim katıldı. Kürtçe bildiriler sunuldu.
Sonra aynı kongre Dohuk’ta tekrarlandı. Açılışı Mesud Barzani yaptı.
Süleymaniye’deki kongrede, Halepçe’nin 25. yıldönümünde kimyasal savaşın etkileri tartışıldı.
Sıra Mardin’e geldi. Geçen yaz, Kürdoloji Enstitüsü’nün ilk mezunlarını veren Mardin Artuklu Üniversitesi, kongrenin yeni ev sahipliğini üstlendi.
Kongrelere katılanlar, “Niye Kürtçe eğitim veren bir tıp fakültesi yok. ODTÜ’de İngilizce eğitim verilebiliyor da, Dicle’de neden Kürtçe tıp eğitimi verilemesin” diye tartışmaya başladı.
Bir vakıf üniversitesi fikri ortaya çıktı. Geçen mayısta vakfın kuruluş senedi Resmi Gazete’de tescil edildi ve üniversite kuruldu.
Hükümet zorlaştırıcı olmadı.
Veni Vidi Hastanesi’nde görev yapan Siverekli Genel Cerrah Selçuk Mızraklı, “3 yıl sonrası için Diyarbakır’da Kürtçe eğitim veren bir üniversite kampusu ve periferide yerleşkelerinin düşünü kuruyoruz” diyor. Sağlıkta anadili kullanımının hasta-doktor ilişkisi için ne kadar elzem olduğunu anlatıyor.
Siyasetin sosyal alandaki izdüşümleri bunlar...
Ve Diyarbakır’ın her köşesinde, ayan beyan ortadalar...  

- Bitti -



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları