Meriç Velidedeoğlu

Kıht-ı Rical (2)

08 Şubat 2019 Cuma

Bu köşede bu başlıkla ikinci yazı, ilki hemen hemen on yıl önceydi. (10.10.2008)
Arapça, “devlet adamı kıtlığı” anlamına geldiğini anımsatarak, yazıya başlamadan önce, “5 Şubat” gününe değinmeli diyorum, değerli dostlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel yapı taşlarından olan, “Laiklik ilkesi”nin “5 Şubat 1937”de, anayasamızda yer almasının “82. yılı”ydı, salı günü.
“Hedefimiz İslam Devleti!” diyen kişinin, tek kişi yönetimindeki “T.C. Devleti”nden, bu günü anması beklenemezdi kuşkusuz...
Ne var ki “Atatürkçülük”, dolaysiyle “çağdaşlık” doğrultusundaki, “STK”lardan bir ses gelmeyişi de son kertede üzücü...
Ayrıca, kimi “STK”lar adına, “İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği (İKKB) Koordinatörü” olan Nazan Moroğlu ile “Eğitim İş Sendikası”nın demeçlerinin -sanırım- yalnızca gazetemizde yayımlanması da, düşünülecek bir durum.
“5 Şubat”ın anılması bağlamında, görsel basının “TV”lerin tutumuna gelince -izlemeye çalıştığım kadarıyla “Ulusal Kanal”da, “Gülgün Feyman”, “Nasıl Yani” programında, oldukça doyurucu bir değerlendirmeyle andı.
Öte yandan, “82 yıl” önce, “Laiklik İlkesi”nin anayasada yer alıp, korunmasını sağlayan “CHP”nin -hiç olmazsa- salı günkü grup toplantısında, bu tarihi güne değinmesi gerekmez miydi?
Doğrusu bekledim durdum... Üstelik “tek” olmadığımı da, bilmem dile getirmek gerekir mi?
Başlığa dönüp, “kıht-ı rical” konusuna değinmeğe başlamadan önce, sözü edilen yazıda yer alan, devlet adamı kimliğinin, ülkemize özgü yanlarını şöyle bir anımsayalım:

***

• Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine bağlı olması
 İçten ve dıştan gelen “din devleti” tasarılarına boyun eğmemesi
 Yakınlarını, taraftarlarını (partisinin) -“Devlet İhaleleri”nde olduğu gibi- kayırmaması
 Bugün söylediğini, hiç söylememiş gibi, ertesi gün rahatça yadsıması
 Toplumu “biz” ve “ötekiler” ya da “Müslümanlar”, “Laikler” olarak bölmemesi, gibi...
Ne var ki, günümüz iktidarınca, bu birkaç temel kuralın dikkate alınması bir yana, devletin tepesindeki iktidar partisi (AKP) başındakinin, “ana muhalefet partisine” ve “başkanına” eleştiri boyutunu çok aşan söylemi, “96 yıllık”, “Cumhuriyet”in tarihinde, ne görülmüş ne de duyulmuştur...
“CHP”ye, “kanalizasyon çukuru”, “pislik çöplük” deyişleriyle, rakibine, “Soysuz, ahlak yoksunu, siyasi sapık...” gibi söylemlerle iyice su yüzüne çıkan saldırılarının boyutu gitgide büyüdü, alanı genişledi; bir ara çalışan kadınlara yöneldi: “Çalışıyorum diye annelikten imtina eden bir kadın, eksiktir, yarımdır!” diyerek, sürdürdü. (5.6.2016)
Geçen yılın sonlarında da, sanatçılara uzandı; anımsanacağı gibi, Metin Akpınar’a, “sanatçı müsveddesi!” demekten çekinmedi...
Ve değerli dostlar, son olarak, “5 Şubat”ta, “AKP Grup Toplantısı”nda Erdoğan’ın, ana muhalefet partisi “CHP”nin Başkanı K. Kılıçdaroğlu’na söylediklerini TV’de dinlerken de, okurken de insanın yüzü kızarıyor; “Yalancılığın tavan yapmış!”, “Hayatı yalan!”, “Dürüst ol, dürüst!” diye vargücüyle haykırıyor!..
Oysa aynı gün yapılan, “CHP Grup Toplantısı”nda, Kılıçdaroğlu, ülkenin temel sorunlarından biri olan, “işsizlik” konusunu ele aldı; örnek olarak, “12 Ocak”ta, Ş. Urfa’da, geçici olarak alınacak “1000” işçi için, “44000” başvuru yapıldığını bildirdi...
Ve bu durumdan dolayı, “Erdoğan’ın yüzünün kızarıp, kızarmadığını” sordu, sakin sakin... Oysa az önce Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na, “Hayatı yalan!” diye haykırıyordu...
Ne ki, bir söz vardır, “Sağlık bulaşıcı değildir, hastalık bulaşıcıdır!” diye; bir toplumun başındakinin “durumu buysa”, o toplumun sağlıklı olmasının olanağı yok!..
Örnek ortada...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erasmus 19 Mart 2021
‘12 Mart 1921’ 12 Mart 2021
‘Manifesto!’ 5 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları