Apaydın ve Kapkara

30 Eylül 2014 Salı

Hamidiye’ye iki saat mesafede Kırkkız Dağı vardır.
Pazar günü sınıfı oraya götürdüler.
Harp yıllarıydı. Pikniğe gitmek, bayramdı.
Hamidiye’den iki saat yürüdüler, bir dolu erkek çocuğu… Kalın keten gömlek-pantolon içinde terleyerek çıktılar tepeye…
Müjdeli haber, günler öncesinden ulaşmıştı okula:
Mahmudiye’den kız talebeler de gelecekti oraya…

***

Talip’in girdiği Hamidiye Öğretmen Okulu’nda hiç kız öğrenci yoktu.
Nasıl olsundu ki? Hangi köylü, kızını yatılı okula gönderirdi? Kendisi bile ne kadar zor girebilmişti enstitüye…
Öksüzdü. Üvey anada büyümüştü. 12 yaşına kadar el tarlasını çapalamaktan dala dönmüştü bedeni… Yine de bitirmişti ilkokulu…
Yakına bir öğretmen okulu açıldığını duyunca umutlanmıştı, ama babası kayda götürdüğünde, “30 lira bul gel” cevabını almışlardı. Nerden bulacaklardı ki 30 lirayı?
Borç harç 20 lira toplandı. Gömleğine dikildi. Küçük Talip dualarla yolcu edildi.
Hamidiye Köy Öğretmen Okulu’na böyle başladı.
Tarih; 10 Kasım 1938 idi.

***

İlk kez yaylı karyolada yattı o akşam; etli patlıcanla pilav yedi. Potin giydi.
Sonra tuğla harmanında kalıp dökmeyi öğrendi; ağaç dikmeyi, demirciliği, ziraatçiliği, hayvancılığı, marangozluğu...
Sabahattin Ali’yi, Veysel’i, Gogol’ü, Dostoyevski’yi…
Halay çekmeyi, mandolin çalmayı, piyeste oynamayı...
O çırpı bacaklı oğlanın küçük dünyası, sınırlarını aşmıştı.

***

Neyse işte; o gün Mahmudiye’nin kızları, onlardan sonra varmıştı tepeye... Yorgunluktan mı, mahcubiyetten mi bilinmez; yüzleri kıpkırmızıydı geldiklerinde… Oğlanların da öyle…
İlk kez aralarında kız görmenin sarhoşluğunu yaşadılar.
İçlerinde güzel gözlü bir Afyonlu kız vardı. Basma urbasının üstüne, siperlikli yuvarlak şapka giymişti. Talip, bir bakışta âşık oldu ona… Akşama kadar tuhaf bir sallantı içinde dolaştı. Aslında sallantı onun içindeydi.

***

O yıl, kızların bulunduğu sınıflar da Hamidiye’ye taşındı.
Artık yatakhane ve tuvalet hariç her yerde beraberlerdi. O ilk sallantı, yerini alışkanlığa terk etti.
Oğlanlar, kızların yanında düzgün konuşuyor, kibar davranıyor, kendilerine çekidüzen veriyordu.
Kızlar, çocuk gelin ya da tarlada rençber olma dışında bir şans yakalamış olmanın hırsıyla çalışıyor, öğreniyor, üretiyordu.
Yan yana yiyip içiyor, bir arada üretip ektiklerini biçiyor, el ele halay çekiyor, eşit olduklarını hissediyorlardı.
Sadece kendi talihlerini değil, Anadolu’nun talihsizliğini de yeniyorlardı.

***

Çok sürmedi.
Talip’in babası koşup geldi bir sabah:
Siz burada kızlarla beraber mi yatıyorsunuz?
“Hayır baba; ne münasebet?”
Talip anladı, köyde konuşulanı… Toprak sahibi ağa, uyanan bilinci ve başına geleceği fark etmiş, softayı seferber etmişti. Sonuç alması gecikmedi.
Kız erkek bir arada olamaz” diyen zihniyet, kapattırdı Köy Enstitüleri’ni… Yerine imam hatip kursları açılmasına izin verildi.

***

Yine de binlerce köy çocuğunun hayatı değişti enstitülerde… 17 bin köy öğretmeni yetişti. Devrimin ışığı kırlara yayıldı. Çırpı bacaklı öksüz Talip’ten, Talip Apaydın gibi, 30 yıllık bir öğretmen, aydınlık bir yazar doğdu. Daha niceleri Türkiye’ye umut oldu.

***

60. yılında Köy Enstitüleri belgeselini yaparken Hasanoğlan’a gitmiştik Talip Apaydın’la…
Keman provaları yaptıkları odalar depo olmuştu. Dergi bastıkları matbaa, mescide çevrilmişti. O mucizevi eğitim devriminden geriye bir enkaz kalmıştı.
“Keşke bu kadar uzun yaşamasaydım da bugünleri görmeseydim” demişti o zaman…
Geçen gün kaybettik Talip Hoca’yı…
Tam da öldüğü gün çıkan bir gazete, “Karma eğitim tacizi tetikliyor” diyordu manşetten; 70 yıllık bir gözbağıyla…
“Apaydın” göçerken “Kapkara”, arkasından son kalan ışıkları söndürüyordu.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları