Hikmet Çetinkaya

Kanlı Zaman Tarihi...

24 Kasım 2013 Pazar

Bu ölümler karşısında sen ağlarken kimselere görünmeden...
Yıldız yağmuru altında yürürken...
Kardeş olacakken, sevecekken birden vazgeçip, birbirlerini öldürürken...
Sınır boylarında, derin vadilerde...
Bir kalbimiz var, iki gözümüz, iki elimiz, parmaklarımız.
Nereye gömdük sevgiyi, aşkı, sevdayı?
Nereye gömdük genç ölülerimizi?
Hayatı!
Renkleri!
Özlemi!
Umudu!
İki yüzümüz oldu hep, yalanı dolanı çok sevdik...
Sömürüyü!
Sınıf temeline dayalı solculuğu niçin bırakıp vahşi kapitalizme, küreselleşmeye teslim ettik.
Utanmadan sıkılmadan televizyon ekranlarına çıkıp, “Biz Marksist öğretiyi sosyalist olmak sandık” diye hayıflanıyorlar.
Üstelik üstüne basa basa...
Yüzleri kızarmadan!
Evet iki yüzümüz vardı ya bizim, böyle yaparak işin içinden sıyrılmak kolay.
AKP’yi övmek, hiç fena değil!
Bir program kaparsın, bir yerlerden boy gösterip cebini doldurursun!
Anlat anlat...
Bilim insanıydık, gençleri böyle avutur, Gezi Direnişi’ni “Onların yüzde 90’ı Kemalist, darbeci ve CHP’liydi” derdik.
Bu da cilası olurdu işin!
Ve yine o kızarmayan öteki yüzümüzle yumruğumuzu sıkıp bağırırdık:
“Gençlik yıllarımız, orta yaşlarımız kör Marksizmin tutsağı olarak geçti...”

***

Vahşi kapitalizmin ekonomik, rantsal, finansal, küresel, yağmasal düzeninde varsıl daha varsıl olurken yoksul daha yoksul oldu...
Duvarlar örüldü...
Yoksulların oyları alınarak o duvarlara dikenli teller çekilip kırmızı çizgiler çizildi...
Şaşkındık!
Gerçeği gördük ama gözlerimizi yumduk!
Sınıfsal dönüşüm oldu kentsel dönüşüm...
Yağma!
Talan!
Vurgun!
Soygun!
Ey millet demokrasi geliyor uyanın, oylarınızı bize verin...
Neo-vurgunsal, düzenbaz, Hacivat, Karagöz, yağmasal...
Ampul yandı!
Sabah oldu sandık!
Suriyeli sığınmacılar İstanbul’u mesken tuttu...
Çocuklar, genç kızlar, kadınlar, erkekler.
Taksim’de dileniyordu.
Nerede kalıyorlar, yatıyorlar, kimse bilmiyordu.
İslam dünyasında oynanan oyuna “Müslüman Kardeşler”le birlikte katılmak isteyen Türkiye, Mursi’nin askeri darbeyle devrilmesinin ardından şaşırıp kaldı.
Çaresizlik içindeydi...
Mursi’ye sahip çıktı, ABD kaşını kaldırdı, anlamadı.
Ve dün Mısır, Türkiye’den “Kahire Büyükelçisi’nin geri çekilmesini” istedi.
Oysa biz birbirimizi yemekle, yerel seçim hesaplarıyla uğraşıyorduk.
Dış politikada attığımız her adım Türkiye’yi çıkmaz sokağa götürüyordu.
Suriye’de “Müslüman Kardeşler”le oynadığımız oyun, El Kaide’nin işine yaramıştı...
Kim kalmıştı geriye?
Kardeşim Barzani...
O da zaten devlet falan değildi!

***

O duvarlar, tel örgüler, kırmızı çizgiler...
Hayatın akışı...
O yaşam sevinci bazen gecenin karanlığında açardı.
Gün ağardı, şafak vakti!
İnsanın düşünde o özlem, o yürek acısı, yalnızlık.
Bir sonbahar sıcağı, dağlar, vadiler, yamaçlar...
Gizemli bir serüven!
Yaşamın bittiği yere düşen bir yaprak!
Bu savaşlar, akan kan, öldürülen çocuklar...
Geriye dönüp baktığımızda neden kurulmuyor yeni bir dünya, silahlar niçin susmuyor?
Geceleri yıldızlar başka yola akıp yağmur gibi yağdığında, belki yeni umutlar açar gün ışıdığında...
Gökyüzü her zamanki yerindedir.
Rüzgâra açık evlerimizde ya da bir düşünce ormanında kendi hikâyemizi yazarken...
Üşürken çocuklarımız soğukta.
Bir el uzanırken halkların kardeşliği için, bırakın din kardeşliğini, vicdanınız varsa!
Bırakın herkes kendi dinini, inancını yaşasın, dilini öğrensin.
İnançlı-inançsız neden bir arada yaşamasın!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları