Devlet, Barış’tan Niye Ürktü?

24 Kasım 2013 Pazar

Temmuz sonunda, Dikili’de Genç Çapulcular”ın Kolektif Yaz Kampı’ndaydık.
Yandaş basın, “terör kampı” damgasını vurmuştu çoktan...
Üstüne üstlük, “kızlı erkekli”ydik.
Gezi’nin gazı dumanı, hepimizin üzerindeydi.
Bir muhasebe sohbetine davet edilmiştik:
Barış Atay, Şebnem Sönmez ve ben...
Gençler ateşliydi. Polisten ağır şiddet görmüşlerdi. Arkadaşları öldürülmüş, yaralanmıştı. Öfkeliydiler. Buna rağmen yaşlarından beklenmeyecek bir olgunlukla konuşuyorlardı.
Gezi”, bir sivil toplum direnişiydi, bir kolektif itirazdı; barışçıl bir kitle hareketi, bir sivil itaatsizlik eylemiydi. Öyle kalmalı, şiddete bulanmamalıydı.
Gençlerin ortak sesine bazıları itiraz etti:
“Şiddete şiddetle karşı koymak gerekir. O barikatları tutmasak, kazanabilir miydik” diye sordu bir tanesi...
“Ezilen halkın şiddeti meşrudur” cümlesini kurdu bir başkası...“Pasifistsiniz” demeye getirdi.
İşte orada savaşa karşı yükseldi Barış’ın sesi:
“Sen Abdullah Cömert’i tanır mısın” diye sordu, şiddeti savunana:
“‘Biz kuş bile öldüremeyiz, insana nasıl kıyalım’ diyen bir çocuktu. Ben, şiddeti tanımadığım için değil, aksine, şiddetin içinde büyüdüğüm için karşıyım şiddete...”
Abdullah’la aynı kentte, yaz boyu çatışmaların sürdüğü mahallelerde geçmişti çocukluğu...
Şiddetin hasını görmüş, ters tepen bir silah olduğunu, tarihten, 68’den, 78’den ve kendi gençliğinden öğrenmişti.
31 Mayıs gecesi de Gezi’de sadece oturmuş ve parkını savunmuştu. Üzerine gaz sıkılmış, plastik mermi atılmıştı. O, öksürmüş, kusmuş, geri dönmüştü.
Taş da atmadım, geri adım da...” dedi.
Sadece slogan atmıştı.
32 yılın acısında demlenmiş bir bilinçle konuştu:
“Polis, TOMA’yla, kurşunla gelir; devlet dediğin budur. Sen taş attığında, kurşun sıktığında öldürme yetkisi vardır. Sen devleti silahla yenemezsin. Bugün yenilmediysen bunun nedeni, polise taş atman değil, tersine karşılarında ellerin boş, sadece sloganla durabilmendir. Sivil direnişten, daha güçlü yöntem yoktur. Silahla kazanıldığını sandığın tüm savaşlar, aslında örgütlü mücadeleyle kazanılmıştır. Şiddet ilk çözüm değil, son çaredir. Ethem’in, Abdullahın, Ali İsmail’in elinde silah olsaydı, bugün onları zor savunurduk.”
Kampın elleri, forum geleneğiyle havalandı, boşlukta sallandı.
Sonra şiddeti savunana sordu Barış:
“Sen hayatında eline silah aldın mı?”
“Hayır!”
“Birini öldürdün mü?”
“Hayır!”
“Birini karanlık sokaklarda sopalarla öldüresiye dövdün mü?”
“Hayır!”
“Sokakta bir kedi gördüğünde sırf öylesine tekme attın mı?”
“Hayır!”
“O zaman sen, ben, biz katil olamayız abicim.”

***

O konuşmada devlet için “asıl tehlikeli ses”in bu olduğunu sezmiştim.
Devletin iyi bildiği, öldüresiye sevdiği bir dilden, şiddetin dilinden konuşmuyordu Barış...
Sivil itaatsizliğin, toplumsal dayanışmanın, örgütlü mücadelenin, yani Gezi’nin dilinden konuşuyordu.
Vuran adamlarla baş edebilirdi devlet; duran adamlar karşısında acizdi. Onlar yüzünden dünyanın önünde küçük düşmüş, paniklemiş, vuruşarak geri çekilmişti.
Barış’tan da bunca ürkmesinin, onu gözaltına alıp olmadık suçlar yüklemesinin nedeni buydu.

***

Ama hem parktan, hem kamptan şahidim ki Barış Atay yalnız değildir.
Bir de tarihin şahitliği var:
Her muhalif sanatçı kodesi tadacaktır.
Her mutabık sanatçı yağmadan pay kapacaktır.
Ama tarih, teslim olmayanları yazacaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları