Zafer Arapkirli

Halı saha...

04 Mart 2019 Pazartesi

Güzel Yurdum’u ne güzel özetliyordu değil mi, hafta içi Diyarbakır Çermik’te yaşanan hadise?
Hani şu, malum terbiyesiz Cumhuriyet Savcısı’nın, top oynamak üzere geldiği halı sahadaki öğretmenleri, “Çıkın lan buradan. Ben oynayacağım. Çünkü ben Devlet’im. Polisler benim emrimde. Alayınızı çektiririm lan karakola...” diye “gücünü” kullandığı hadiseden söz ediyorum.
Hani şu, normalde aynı gücü pekâlâ kullanmaktan çekinmeyen, Devlet’in öteki güçlü insanlarının bile “Çüş be birader!..” deyip el koymak zorunda kaldıkları hadiseyi diyorum.
Meselenin en acı verici yanı da ne biliyor musunuz?
İlk duyduğumuzda, belki sövüp-söylenip geçmemize rağmen, bu tür bir davranışı hiç de yadırgamadığımız gerçeği. Yani, bu ülke toprakları için o kadar olağan ve sıradan bir şey ki bu tür çiğlikler.
Örneğin, İstanbul trafiğinde zaten adım adım yol alabildiğiniz bir yolda giderken bir anda duyduğunuz düzinelerle siren sesi arasında, herkesin durduğu ve geçecek bir “Devletlû’yu beklemek zorunda bırakıldığı bir an”, aynı şeyleri hissetmiyor muyuz? “Ben Devlet’im lan. Siz duracaksınız ben geçeceğim... Kesin lan yolu... Beklesinler...” diyen kişi, o savcının “bir veya birkaç tık” üstü değil mi?
Senin benim onun çatır çatır ödediği vergileri alıp, eşin dostun, oğlanın-kızın vakıflarına “bağış” adı altında peşkeş çeken üst akıl da, o savcının “Über ölçekte” bir modeli değil mi? “Ben Devlet’im lan... O parayı nasıl kullanacağıma ben karar veririm. Sen kimsin bunu sorgulayacak? Atayım mı içeri?.. Ha?.. Atayım mı? Alın şunu!” şeysi, yani...
Ta 1920 senesinde “Saltanat”ı bilfiil ilga eden TBMM’yi, aradan 97 yıl geçtikten sonra ilga eden ve 16 Nisan 2017’de (hileli-gayrimeşru referandum ile) rejimi değiştiren irade de aynen, mahut savcı gibi davranmadı mı? “Yemişim lan anayasanızı - parlamentonuzu. Çekilin kenara. Bundan böyle benim dediğim olacak. Ne kanunu lan? Bundan böyle KHK ve CK var. Alırım lan içeri!.. Polisim var benim, askerim var. Höööyt!..” demiyor mu?
CHP PM üyesi Eren Erdem’i ve nicelerini, satın alınmış veya kiralanmış onursuz gizli tanıkların yalanları ile içeriye atan ve içeride tutan, tutmaya devam eden irade de, aslında aynı “Halı Saha Savcısı”nın ruhunu taşımıyor mu? “Ne hukuku lan? Bana verilen emir böyle. Otur yerine. Atın şunu dışarı (pardon.. içeri)!” diyen duruşma salonu sesi değil mi?
Uğur Dündar’ı, Fatih Portakal’ı filan ekrandan alma emri veren, mikrofon susturan, kalem kıran, dünya rekoru düzeyinde gazeteciyi zindanda süründüren, binlercesini sırf “biat etmiyor, sinmiyor, diz çökmüyor, susmuyor, gerçeği yazıyor-çiziyor-gösteriyoraraştırıyor” diye tehdit eden ve hayatlarını zorlaştıran irade de, “Halı Saha Savcısı”nın makamından şarkılar çalmıyor mu? “Susun lan!.. Ben Devlet’im. Ya alkışlayacaksınız ve öveceksiniz. Ya da keserim dilinizi. Atarım Silivri’ye!” diye höykürmüyor mu?
KHK mağdurlarını, EYT mağdurlarını, hukuk ve iş cinayetleri kurbanlarını, emeği acımasızca sömürülen, işlerinden atılan on binlerin haklarını görmezden gelen, Cumartesi Anneleri’nin acısını dindirmenin yollarını arayacağına, yaralarına benzin döküp ateşe veren kafa da aynı savcının kafası değil mi? “Ne hakkı lan?!.. Çektireyim mi şimdi karakola?..” diye sırıtmıyor mu yüzlerine?
Vatan sathı, kocaman bir halı sahadır aslında.
Hep “O’nun ve Onlar’ın kazandığı”...
Hep 6-0 geride başladığımız bir maçta, aslında bırakın oynamayı, yeşilliğe adım atmamızın bile yasak olduğu...
Bir muhteşem “geri dönüş” gerek bize.
Çare örgütlenmede.
Çare örgütlü mücadelede.
Farkına var artık.
O halı saha aslında senin.
Senin dedelerinin kanları ile sulandı çünkü.
Onlarınki işgalci ile pişpirik oynarken, hamamda “halvet” olurken...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları