Celal Üster

Sansüre sıfır tolerans

12 Ekim 2014 Pazar

51. Antalya Altın Portakal Film Festivali yasağın gölgesinde kaldı

51. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, önceki akşam, Kobani gündeminin ülke gündemine olanca sıcaklığıyla oturduğu bir ortamda, barış dilekleriyle açıldı...
Açılış konuşmalarında, kültür ve sanatın “iyileştirici gücü”ne inanmaktan söz edildi. Bu inançla perdenin açık tutulması gerektiği vurgulandı...
Aynı zamanda Festival Başkanı olan Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel, içinde yaşadığımız karanlık günleri bahane ederek “gündelik tartışmaların üzerine çıkmak” gerektiğinden, bugünün “küçük gerekçelerle” küsme günü olmadığından dem vurdu.

Türk sineması kurtarıldı mı?
Böylece, festivalde patlak veren sansür/otosansür krizine ilişkin görüşünü dolaylı da olsa ilk kez açığa vurmuş oldu.
Biz de Reyan Tuvi’nin “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” adlı belgeseline uygulanan sansüre karşı yazılıp çizilenlerin “gündelik tartışmalar” ve “küçük gerekçeler”den başka bir şey olmadığını öğrenmiş olduk!
Sonunda, sansür krizi “aşıldı”, festival açıldı; Altın Portakal, dahası Türk sineması “kurtarılmış” oldu!

Sansür nerede biter!
Kuşkusuz, böyle olmadı. Pek çok sanatçı sansüre karşı direndi. Özellikle belgeselciler filmlerini festivalden çektiler.
Üstelik, sansüre bir kez boyun eğilirse bunun arkasının geleceğini vurgulayarak...
Tıpkı 19. yüzyıl İngiliz düşünürü ve hukuk kuramcısı Jeremy Bentham’ın dediği gibi:
“Sansürün yol açtığı kötülükleri soruyorsanız, bunu ölçmek olanaksızdır; çünkü sansürün nerede bittiğini bilmek mümkün değildir.”

Gezi’nin genç ruhu
Şimdi soruyorum:
Gezi Direnişi eylemlerini konu alan bir belgeselden tek bir sözün, tek bir sloganın çevirisinin çıkarılması bile, bırakın sansür ya da otosansürü, iktidarın baskıcı tutumunu protesto eylemlerine katılanlara karşı girişilen, kimi yerlerde cinayetle sonuçlanan hunharca saldırıları bir anlamda görmezden gelmek değil midir?
Ne ki “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” gibi bir filme, TCK’nin kimi maddelerinin buyrultusundan değil de, belgesel sanatının gerçekliğinden bakabilmek için, Türkiye’de iktidarı protesto eylemlerinde yepyeni bir milat oluşturan Gezi Direnişi’nin genç ruhunu yüreğinde duyumsayabilmek gerekir.
Yüreğinde bu duyguyu taşıyabilmek için de, bir filmi değerlendirirken “O ne der?” korkusu taşımayacak bir yürek ister...

Taşçıyan’ın saldırgan tutumu
Şimdi... Altın Portakal “barış söylemleriyle” mi açıldı, yoksa sansürün gölgesinde mi!
Festival Komitesi üyesi Alin Taşçıyan’ın, önceki gece, kendisinden görüş isteyen kültür muhabirimiz Ceren Çıplak’a takındığı saldırgan tutum, barış söylemlerinin pek de inandırıcı olmadığının bir göstergesiydi!
Oysa Ceren Çıplak, Altın Portakal’da yaşanan “sansür süreci” boyunca, ortalıktan kaybolan Festival Komitesi üyelerine karşın, doğru haber peşinde koşmaktan başka bir şey yapmamıştı.
Uluslararası Sinema Eleştirmenleri Federasyonu FIPRESCI ve Sinema Yazarları Derneği SİYAD gibi ifade özgürlüğüne saygılı kuruluşların başkanı olduğunu bile unutan Taşçıyan, ortaya çıkıp, yaşananları açık yüreklilikle anlatsaydı, Cumhuriyet gazetesi en başta onun görüşlerine yer verirdi.

Can Yücel’i özlüyorum
Can Yücel’i her geçen gün daha çok özlüyorum. Hayatta olsa da festivalin açılış törenine katılsa, yerinden kalkıp o ünlü dizelerini okumaz mıydı?
“Türkiye’de en çok basılan kitap / Ne Yaşar / Ne Aziz / Ne Kur’ân-ı Kerim / Türkiye’de en çok basılan eser / Sansürdür, kardeşim, sansür!”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları