Aydın Engin

Yeter ki Sen Direnmeye Karar Ver…

19 Ekim 2014 Pazar

Bir ay kadar önce, 18 Eylül’de Alevi Dernekleri Federasyonu İstanbul’da Milli Eğitim Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması yaptı. Ana babalarının yanı sıra küçücük öğrencilerin de katıldığı bu eylemde zorunlu din dersinde Alevi çocuklara Sünni eğitim verilmesine itirazlar dile getirildi ve ilan edildi: “…bu eylemlerimizi çoğaltarak büyüteceğiz. AKP iktidarını rahatsız etmeye devam edeceğiz ve bedeli ne olursa olsun çocuklarımızı din dersleri eğitimine göndermeyeceğiz…
Ertesi gün çıkan Tırmık’ın başlığı “Demokratik Bir Direniş Yöntemi: Sivil itaatsizlik” idi.
Alevi Dernekleri Federasyonu’nun üyeleri o gün açıkladıkları eylem kararını hayata geçirdiler mi, sürdürüyorlar mı, bilmiyorum. Eğer o gün öyle söyleyip arkasını getirmemişlerse, okullarda zorunlu din dersi AİHM kararına rağmen sürecek,
o derslerde Alevi çocuklarına Sünni İslamın kuralları, ilkeleri, benimsediği değerleri öğretilmeye devam edecek demektir.
Peki, Alevi Dernekleri Federasyonu içinde örgütlenmiş bütün Aleviler, çocuklarını zorunlu din dersine yollamıyorlarsa ve buna o gün ilan ettikleri gibi bedeli ne olursa olsun devam ediyorlarsa ne olur?
Eğer federasyonun çağrısı Alevilerin sadece bir kesiminde yankılandıysa ve onların önemli bir kesimi de “Tamam çağrı doğru ama benim çocuk o derse katılmazsa sınıfta kalacak. İki yıl üst üste sınıfta kalırsa okul yaşamı sona erecek. Bunu nasıl göze alabilirim! Çocuğumun geleceğiyle nasıl böyle oynayabilirim!” dedilerse büyük bir olasılıkla o eylemden herhangi bir sonuç çıkmaz. Hele hele Alevi olmadıkları halde zorunlu din dersinin bir “yurttaş hakkı ihlali” olduğuna inanan yurttaşlar da bu eylemde Alevi ana babalara omuz vermedilerse okullarda zorunlu din dersi anayasal bir zorunluk kılıfı altında sürer gider.
Pekiiiii…
O çağrı bütün (bir daha: Bütün) Aleviler arasında yankı bulsa, Alevilere, Alevi olmayan ama öğrenci ana babası olan cesur yurttaşlar da katılsa ve yıl sonunda milyonlarca (bir daha: Milyonlarca) öğrenci zorunlu din dersine katılmadıkları için sınıfta bırakılsa ne olur? Hangi hükümet böyle bir yükü taşıyabilir? Hangi hükümet milyonlarca öğrenci için “N’apalım şeriatın kestiği parmak acımaz. Anayasa böyle diyorsa uyacaklar. Uymazlarsa sonuçlarına katlanacaklar” mazeretinin ardına saklanıp bildiğini okumaya devam edebilir...

***

“Sivil itaatsizlik” demokrasi literatüründe yeni bir kavram değil. Kökü 1849’a kadar uzanıyor. O yıl, Amerikalı düşünür, çevre aktivisti ve özgürlük savaşçısı Henry David Thoreau, Meksika’ya açılan savaş yüzünden konan “kelle başına 1 dolarlık” vergiyi ödemeyi reddetti. Bir günlüğüne hapse girdi ve bu eylemin ardından “Sivil İtaatsizlik” (Civil Disobedience) adlı ünlü ve çok kişi ve eyleme esin kaynağı olan makalesini yazdı.
O gün bugün bu demokratik eylem modeli üstüne çok yazıldı; bu eylem türü çok yerde, çok kişi ya da hareket tarafından uygulandı. Martin Luther King, Mahatma Gandi ilk akla gelenlerden…
Keza siyahilere utanç verici bir ayrımcılık uygulandığı yıllarda ABD’de beyazlara mahsus otobüse ilk binen genç zenci kadın, beyazlara mahsus ilkokula küçücük kızlarını yollayan zenci ana baba, üniversiteye giden ilk zenci genç kadın bir demokratik direniş ve hak arama yöntemi olarak sivil itaatsizlik’in adı ünü belki çok duyulmamış ama gerçek kahramanlarıdır.

***

“Sivil itaatsizlik”in ille bir eyleme dönmesi de gerekmiyor. O bazen bir çağrıdan ibarettir. Kitleler arasında yankılanan, bilinç açan, yurttaş cesaretini pekiştiren bir çağrı.
Mesela 80’li yıllarda bütün Avrupa’yı saran nükleer silahlara karşı antimilitarizm temelinde yükselen hareketler sırasında bir slogan dilde dile dolanıyordu: “Düşün savaş var ve kimse cepheye gitmiyor!
Sahiden de koskoca savaş meydanında bir başlarına kalmış, ne yapacakları bilemeyen iki düşman generalin çaresizliği pek çok kişiyi önce keyifle güldürdü, ardından da savaşın haksızlığı, antimilitarist çözümlerin aslında çözümsüzlük olduğu bilinçlere daha iyi kazındı…
Makul şüphe” diye kişiden kişiye değişebilecek, hukukun aradığı objektiflikten tümüyle yoksun bir yasa maddesinin geçerli kılınmak üzere olduğu; demokrasilerin olmazsa olmazı kuvvetler ayrılığı ilkesinin hoyratça yok edildiği bir Türkiye’deyiz.
Sivil itaatsizlik etkili, anlamlı ve sonuna kadar demokrat bir yöntem olarak önümüzdeki günlerde hepimize lazım olacak.
O yüzden kabak tadı da verse, yarınki Tırmık’ta aynı konuya devam edilecek…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları